KADIN MÜCADELELERİ TARİHİ (1. bölüm): Tarih öncesi toplumlardan 8 Mart'a

Hanife Şahan'ın kaleme aldığı "Kadın Mücadeleleri Tarihi" başlıklı yazının birinci bölümü.

KADIN MÜCADELELERİ TARİHİ (1. bölüm): Tarih öncesi toplumlardan 8 Mart'a

Gazete Manifesto olarak bu yıl kutlanan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle, sitemizde çeşitli yazılara yer veriyoruz. Geçtiğimiz günlerde Umut Kuruç imzasıyla yayınlanan “8 Mart Neden Dünya Emekçi Kadınlar Günüdür?” ve Hande Durna tarafından kaleme alınan “Kadın Sorununda Yöntem Tartışmaları” başlıklı yazılardan sonra üç gün boyunca “Kadın Mücadeleleri Tarihi” başlıklı bir yazı dizisine yer veriyoruz. Yazı dizisi Hanife Şahan tarafından hazırlandı.

Birinci bölümünü “Tarih öncesi toplumlardan 8 Mart’a” başlığıyla yayınladığımız yazı dizisinin ikinci bölümünde “20. yüzyıldan günümüze kadın mücadeleleri”, üçüncü bölümünde ise “Türkiye’de kadın mücadeleleri” konuları ele alınıyor.

KADIN MÜCADELELERİ TARİHİ (1. BÖLÜM)

Hanife Şahan

Tarih öncesi toplumlardan 8 Mart’a

Binlerce yıl önce insanın insanı ezmediği, sınıfların olmadığı bir düzen vardı…

İnsanlık tarihinin ilk devrimsel nitelikli değişim süreci olan Neolitik Dönem; insanın, biriktirdiği tecrübe ve kültürle yeni bir yaşam tarzına, yerleşik hayata geçişi ile başlar. Neolitik dönem ile birlikte karşımıza çıkan bir önemli olgu da hızlı değişim sürecidir. Oysa bundan önceki dönemlerde, milyon yılı geçen insan yaşamında değişim süreci çok yavaş gerçekleşmiştir. Bu dönemi deneme yanılma yöntemiyle, yeni arayışların olduğu, kültürü oluşturan öğelerin tümünün sürekli olarak biçim değiştirdiği çok dinamik bir süreç olarak algılamalıyız. Avcı toplayıcılıktan tarımsal üretime, göçerlikten yerleşikliğe, kolektif yaşamdan bireyselliğe geçiş sürecidir. Mevcut ortak alanlarda, ortak iş gücü ile yapılan mimari örnekler (Çayönü “Kafataslı Yapı”, Göbeklitepe gibi), tarladaki ürünün hasadı, hayvanların güdülmesi ve elde edilen ürünlerin ortak alanlarda işlenmesi (tahılı öğütme, hayvan kesimi, deri tabaklama gibi), topluluk içinde çanak çömlek ve alet yapımı gibi işlerin yapımını örgütleyen uzmanların da bulunduğu, ancak her ev içerisinde de kendine ait bir geçimin olduğu görülmektedir. Cinsiyete dayalı iş bölümünü kanıtlar herhangi bir verinin olmadığı bu dönemde, kadının doğurganlığının, yaşadığı toplum içinde saygı gördüğü bilinir. Doğan bebeğin beslenmesinde birincil konumda olması nedeniyle kadın, bazı alanlarda zaman içinde erkekten farklı bir bilgi birikimine sahip olmuş olabilir (yiyecek seçimi dolayısıyla doğayı, bitkiyi, yemişi tanıma ve bunlardan ihtiyaç durumunda ürün elde etme). Ancak bu durum kadının toplum içerisindeki yeri ve değerini değiştirmemiş aksine bazı toplumlarda yönetici/yönlendirici kişi/kişiler olarak bulunabilmişlerdir. Bu durum sınıfsal anlamda eşitsizlikten bahsedebileceğimiz bir düzeyde değildir.

Organize tarımın bir sonucu olarak artı ürünün elde edilmesi, aşamalı olarak yönetici sınıfların ortaya çıkışı ve bu sınıfın artı ürünün kullanımını kontrol etmesi, dinin tarih sahnesine çıkışına zemin hazırlamıştır. Toplumların bireysel veya küçük gruplar halinde sahip oldukları ve genellikle doğa ile kurdukları ilişki üzerinden tarif edebileceğimiz inanç dünyaları “din” olmuş ve dönemin yönetici sınıfının toplumu yönetim dinamiklerinden biri haline gelmiştir. Sınıfların ortaya çıkışıyla birlikte oluşan egemenler ve köleler, bununla beraber dinin kendini daha fazla göstermesi köleci toplumun ortaya çıkışında önemli etmenler olmuştur.

Köleler arasında kadın ve erkek ayrımının olmadığı biliniyor. Ancak kadın, doğurganlığından ötürü egemenler için sadece köle değil, aynı zamanda “mülk”tür. Dinin ortaya çıkmasının temeli ise mülke dayanır. Dönemin egemenleri dini kendi lehlerine kullanmanın yöntemini bulmuş ve topluma kendilerini tanıtırken “Tanrı’nın temsilcileri” sıfatını kullanmışlardır. Bu “Tanrı’nın temsilcileri” uydurdukları dini kurallar ile mülklerine mülk katmanın yolunu hazırlamışlardı. Elbette bu efendilerin (temsilcilerin) eşleri olan “efendi kadınları” da es geçmemek gerekir. “Efendi kadın”, her halükârda kocasından aşağı konumdadır. Ev işi, hizmetçi olan kölelerin yönetilmesi, asıl görevleri olarak tarif edilebilir. Dolayısıyla kadın, toplumsal üretimin herhangi bir aşamasında yer almıyordu.

Köle kadın hiçbir hakka sahip değildi. Yaşam hakkı da dahil olmak üzere tamamen “efendiye” aitti. Köle kadınlar, her ne kadar yoğunluklu olarak evde hizmetçilik yapsalar da erkekler kadar dışarıda olup bitenin farkındadır. Gün geçtikçe kötüye giden yaşam koşulları, sınıflar arasındaki açının gittikçe genişlemesi ile tahammül edilemez bir noktaya gelmiştir. Köle isyanları tam da böylesi bir dönemeçte gerçekleşmiş ve “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan” tüm köleler efendilerine karşı ayaklanmışlardır. Bu büyük isyanlar bambaşka bir döneme kapı aralayacak ve dinin kendini en fazla gösterdiği bir dönem olacaktır: Feodal Toplum’a geçiş.

Feodal Toplum, o zamana kadar kadına yönelik en gerici, en vahşi söylem ve uygulamaları hayata geçirecektir. Dinin yavaş yavaş sınırlarını aşıp genişlemesi kadınların daha fazla ezilmesine, sömürülmesine neden olur. Kadın, din ile beraber erkeğin insafına bırakılmıştır!

Orta Çağ dönemi işte bu süreçte “kutsanmış” erkeklerin gerçekleştirdiği vahşi bir olaya imza atacaktır: Cadı avı… (*)

Kadın bedeninin “erkeğe kendini beğendirmek” için ilk kullanıldığı dönem ise İslamiyet’in yerleştiği ve özellikle Osmanlı’da olan harem sistemi ile başlamıştır. Bu durum paralelinde ilk kez kadınların birbirlerine rakip olmaya başladığı dönemdir.

1789: Kadınların öncülüğünde, insanlık tarih sahnesine çıkıyor

4 Temmuz 1789’da devrim yanlısı kadınlar kralın İnsan ve Yurttaşlık Hakları Bildirgesi’ni imzalamaması üzerine harekete geçmiştir. 5 Ekim 1789’a dek sürecek bir hazırlığın öncülüğünü yapan kadınlar bu tarihte Versailles Sarayı’nın kapısına dayanırlar.
Marie Antoinette, “Ekmekleri yoksa pasta yesinler” sözlerinin tarihe mal olaca­ğını düşünmüş müydü bilinmez, fakat bu sözün bardağı taşıran son damla olduğu ve Büyük Fransız Devrimi’nde önemli bir rol oynayacak kadınları sokaklara döktüğü bilinmektedir. Versailles’a yürüyen kadınlar, altı saatlik yürüyüşleri sonunda, “Ne zaman ekmeğimiz olacak?” sorusuyla Ulusal Meclis’ i basar ve kraliyet ailesini esir alırlar. Kadınların eylemi ile kral, İnsan ve Yurttaşlık Hakları Bildirgesi’ni kabul etmek zorunda kalır.

5-6 Ekim 1789’da Versailles’a yürüyen Parisli kadınlar, devrimin ilk kıvılcımını da çakmış oldular. Görüldüğü üzere kadınların mücadelesi kadın bedeni üzerinden değil, tamamen yaşamlarının devamı için verilir. Bu dönem öne çıkan kadın karakterlerin anlaşılabilmesi için öncelikle Jakoben ve Jirondenler hakkında kısa bir bilgi vermekte fayda var.

Jakobenler, monarşiye karşı sınıfın örgütlenmesini savunur. Ezilen sınıfın kurtuluşunun cumhuriyet ile elde edileceğini söyler. Devrimin öncülüğünü de yaparlar. Jirondenler ise, başlarda kısa bir süre Jakobenler ile hareket ettiyse de sonrasında onlardan ayrılarak liberalizmin öncülüğünü yapmışlardır.

Jironden kadınların başlıca mücadelesi boşanmaya ve mülkiyet hakkının elde edilmesine ilişkin yasa çıkarılmasıydı. Ancak buradaki sorun, yoksulluk içinde olan Fransa’da mülkiyeti olmayan kadın ve erkekler çoğunluktaydı ve bu mülkü olmayan kadınlar için hiçbir şey ifade etmiyordu. Sankülot (yoksul) kadınlar ise, mülkiyete sonuna kadar karşılardı. Sankülot kadınların asıl mücadelesi, tüm erkek ve kadınların sadece yasalar önünde değil, her şeyde eşit olabilecekleri bir Cumhuriyet’in kurulmasıydı. Bahsedilen sınıfsız toplum modeliydi.

Bu kısa bilgiden sonra böylesi önemli bir tarihte öne çıkan iki kadını anmak gerekir. Bu dönem öne çıkan devrim yanlısı kadınların dışında, Jironden feminist olarak tanımlanan Olympe de Gouges ve Mary Wollstonecraft.

Gouges, burjuva liberal bir kadındır. Köle ticaretinin kaldırılması, kadınlar için tiyatroların hazırlanmasında uğraş vermiş ve 1791’de Kadın Hakları Bildirgesi’ni kaleme almıştır. İşte bu bildirge dönemin kadınları arasında ciddi bir tartışma yaratır. Çünkü ilk mülkiyete bağlı evlilik sözleşmesi bu bildirge ile gündeme gelmiştir. Mülkiyet hakkı başa yazılan bildirgenin en önemli tartışma başlığını ise “mülkiyetin kabul edilmesinin tahtta oturan kralın mülkiyetini de meşrulaştırdığı” oluşturuyordu. Mary Wollstonecraft ise, 1790 yılında Kadın Haklarının Savunması’nı yayınlamış, kadınların anne olarak da tüm haklardan yararlanması ve toplumda kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Wollstonecraft, erken yaşta hayatını kaybetmiş, çalışmalarını ilerletememiştir.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü

8 Mart 1857’de Amerika’da 40 bin dokuma işçisi kadın, 16 saatlik iş gününün 10 saate indirilmesi ve ücretlerinde artış talebiyle grev başlatırlar. Grev esnasında, fabrikada çıkan yangında, üstlerine kilitlenen kapılar nedeniyle mahsur kalan 129 kadın yaşamını kaybeder. Yaşanan gerçek bir katliamdır…

Bu olayın ardından ilk olarak 1909 yılı Şubat ayında Amerikan Sosyalist Partisi’nin çağrısı ile “Kadınlar Günü” kutlanmıştır. 1910 yılında Kopenhag’da gerçekleşen 2. Enternasyonal’e bağlı Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Alman Sosyal Demokrat Partisi’nden Clara Zetkin’in önerisi ile kadınlar için ortak mücadele günü belirlenmesi kararlaştırılır. Bu konferansın ortak gündemleri; kadınlara oy hakkı tanınması, emperyalizm karşıtlığı ve eşitlik çalışmalarını yükseltmektir.

8 Mart 1917’de yine dokuma işçisi kadınların Rusya’da Çarlık rejimine karşı ekmek ve barış talebi ile başlayan mücadelesi yayılarak Büyük Ekim Devrimi’nin yolunu açmıştır. Böylelikle kadınlar gününün ortak bir tarihte kutlanması kararı, 1921 yılında Moskova’da yapılan 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda alınır. Bu kararla 8 Mart 1857 yılında hayatını kaybeden New York’lu dokuma işçilerinin ve Petrograd’lı kadın grevcilerin anısına 8 Mart’ın, DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ olarak kutlanması kararlaştırılır.

(*) Kadınların çocuk doğurtabilme ve tarih öncesi çağlardan gelen bitki tanıma özelliği ile hastalıklara çare üretebilmesi bu dönemde “Tanrı’nın çizdiği kaderi değiştirmesi” olarak görülmüş, yüzlerce/binlerce kadın büyücü denilerek cadı avına kurban gitmiştir.

YARIN: 20. yüzyıldan günümüze kadın mücadeleleri (Feminist hareket, faşizm döneminde kadınlar, Ortadoğu’da kadın mücadeleleri, Ekim Devrimi sonrası Sovyetler Birliği’nde kadın mücadeleleri, Küba’da kadın mücadeleleri)