TKH MK Üyesi Kamil Tekerek'ten seçim açıklaması: İlkesizliğe prim vermek yok

TKH Merkez Komite Üyesi Kamil Tekerek, komünistlerin yerel seçimlere dönük yaklaşımlarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

TKH MK Üyesi Kamil Tekerek'ten seçim açıklaması: İlkesizliğe prim vermek yok

Türkiye Komünist Hareketi (TKH) Merkez Komite Üyesi Kamil Tekerek, 30 Mart yerel seçimleri öncesi komünistlerin tavrı ve düzen siyaseti ile düzen muhafeletinin izleyeceği tutuma ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

“Kolaycılık, programsızlık ve çeşitli korkular Türkiye sosyalist hareketini çok hızlı bir şekilde ya CHP’ye ya da HDP’ye doğru ittiriyor.” diyen Tekerek, ilkesizliğe prim verilmemesi gerektiğini belirterek “Kendine solcuyum, sosyalistim diyen herkesin Mart 2019 seçimlerine baktığında bu düzene alternatif bir duruşu görebileceği bir zemin şimdiden şekillendirilmeli.” ifadelerini kullandı.

Haftalık siyasi gazete Sosyalist Cumhuriyet’in 99. sayısında yer alan röportajı Manifesto okurlarıyla paylaşıyoruz:

31 Mart’ta yapılacak olan yerel seçimlerin ülke gündeminde büyük yer tutması bekleniyor. Türkiye’de solun bu seçimlere genel yaklaşımı nasıl olmalı?

Öncelikle burjuva siyaseti ve sermaye devleti açısından bu seçimlerin anlamını bir miktar ele almak gerekiyor. Her ne kadar düzen güçleri açısından yerel seçimler rant ve sömürü mekanizmalarındaki paylaşımın yeniden düzenlenmesi anlamına gelse de, yaratılan toplumsal karşılık bir genel seçim atmosferine denk düşebiliyor. Bu atmosferden bütün düzen partileri bir karşılık elde etmeye çalışırken, emekçilerin gündemine düşen ise taraftarı oldukları partinin kendi bulundukları yerellikte belediyeyi kazanmasına odaklı bir yaklaşımdan başka bir şey değil. Oysaki yerel seçimlerin sermaye düzeninde çok temel bir anlamı var. O da emekçilerin en temel insani ihtiyaçların sermaye sınıfı açısından rant ve kâr odaklı bir hizmetler silsilesine dönüştürülmesi. Bu durum bütün düzen partileri açısından aynı anlamı taşıyor. Ancak bununla birlikte genel siyasi atmosferde AKP iktidarının temsil ettiği değerler ile gerçek anlamda kavgası bulunmayan aynı düzen partilerinin, AKP ile karşıt gibi görünüp, gerçekten AKP ile aynılaştıkları yerel seçim platformunda emekçilerden oy istemeleri büyük bir yüzsüzlük örneği olarak görülmeli.

Dolayısıyla sol tüm bu tabloyu öncelikle karşısına almalı. Bununla birlikte, yerel seçimlerde komünistlerin gerek sermaye düzeni ile mücadele gerekse sosyalizmin propagandası için önüne çıkan olanakları iyi değerlendireceği bağımsız bir hattı temsil etmesi de önemli noktalardan bir tanesi.

O zaman öncelikle düzen partilerindeki durumu değerlendirebilir miyiz?

İktidar partisi AKP de dahil olmak üzere, tüm partilerin yapmaya çalıştığı şeyin bunun bir yerel seçim olduğunu unutturmak olduğunu söyleyerek bir değerlendirme yapabiliriz. Çok uzağa gitmeye gerek bulunmuyor. Bir önceki, 2014 yılında yapılan yerel seçimleri hatırlayalım. 2013’teki büyük halk direnişinin üzerinden bir yıl bile geçmeden düzenlen 2014 Mart seçimleri, düzen muhalefetinin AKP karşıtlığını soğurduğu ve sömürdüğü bir düzleme taşınmıştı. “Tatava yapma bas geç” diyerek emekçilerin umutlarını İstanbul’da Mustafa Sarıgül’e, Ankara’da Mansur Yavaş’a endeksleyen öznenin CHP olduğunu unutmamız için herhangi bir sebep bulunmuyor. Yine benzeri dinamikler devrededir. AKP’den kurtulmak adına bugün CHP ile faşist İyi Parti ve İslamcı Saadet Partisi arasındaki görüşmeler ya da ittifak projeleri yürütülmeye çalışılıyor. Bunun üzerini örtmek içinse hemen belediyelerde AKP’den kurtulmak adına her şeyin mübah olduğu propaganda ediliyor. Aynen 24 Haziran seçimlerinde olduğu ve Türkiye sağının -ister örgütsel ister kişisel olsun- bütün bölmelerinin Meclis’e taşındığı gibi. Şimdi bugün yakın geçmişte yaşanan bu olaylar hala unutulmamışken bizlerin oturup yerelliklerde CHP ile pazarlığa oturmamız, onlarla birlikte ön seçimler düzenleyerek demokrasicilik oynamamız mümkün olabilir mi? Bunun varacağı nokta CHP’cilikten başka bir şey değil.

Diğer taraftan ise AKP işininse o kadar kolay olmadığını not etmek gerekli. Bir yandan bazı kentleri kaybetme riski üzerinden Cumhur ittifakına mecbur kalan, ancak diğer taraftan Kürt illerindeki durumunu ileriye taşımak isteyen ve bunun için kayyum sopasını dahi sallamaktan çekinmeyen bir iktidar partisi var ülkemizde. “Devletin bekası” adına AKP’nin yardımına koşan MHP’nin belediyelerin kaymağını yemek için ellerini ovuşturan sermaye gruplarının çıkarları adına bu noktada durduğu bellidir. Düzene tutunmak ve burada yelkenini doldurmaktan başka bir amacı olmayan MHP’nin önümüzdeki dönem Türkiye siyasetinde daha fazla rol kapacağı ise herkes açısından açık olmalı. Bu noktada bazı sol çevreler AKP’nin MHP’lileştiğini ve AKP’nin “liberal demokrat yüzünü görememekten” şikayet ediyor. Ancak tersinden MHP’nin de ayakta kalmak için AKP’ye ihtiyacının olduğu ve özellikle devlet içersine yerleşebilmesinin yolunun buradan geçtiğini görmemiz gerekiyor. Türk İslam sentezi ülkemiz siyasetine gökten zembille inmedi. Bugün yaşananın adının konulması gerekiyorsa uzaklara gitmeye çok gerek yok.

Konuyu yerel yönetimler bağlamında değerlendirirsek nasıl bir yorum yapmak gerekiyor?

Emekçilerin en temel ihtiyaçları arasında sayılabilecek ulaşım, temizlik, barınma vb… gibi büyük başlıklar kapitalist Türkiye’de rantın konusu ve önümüzdeki dönem bu böyle devam edecek. Şu an ülkemizde müteahhitlik hizmetlerinin yan kuruluşu haline gelmiş olan bir belediyecilik mantığı egemen halde bunu herkes biliyor. Tüm düzen partileri ve sermaye çevreleri buradaki rantı paylaşmak için seçimlerde boy gösteriyor, kendi çıkarları için gerektiğinde halkın hakları ile oyun oynayabiliyor. En somut örneğini İstanbul’da deniz otobüsleri gündeminde gördük. Kâr ve rant odaklı bir belediyeciliğin geldiği son nokta burasıdır. Kendi çıkarı için halkın ulaşım hakkı üzerinden belediye ile pazarlık yapan özel sektör ile hiçbir düzen partisinin hesabı olmayacağını bilelim. Bununla birlikte Türkiye sermaye sınıfı açısından yerel yönetimler ile sermayenin nihai ve yapısal bütünleşmesi henüz sağlanabilmiş durumda değil. Dolayısıyla ortada hala büyük bir Pazar ve göz dikilen alanlar olduğunu, en küçük belediye için bile bunların hesap edildiğini bilelim. Türkiye solu ve sosyalistler tam da bu tabloya alternatif bir belediyecilik ve yerel yönetimlerin bayraktarlığını yapmalı, “rantçı, betoncu belediyeciliğe hayır” diyerek sözünü söylemeli.

Peki bu noktada HDP’nin bir alternatif oluşturabilmesi ve Türkiye solunun HDP ile birlikte bir şeyler yapması mümkün olabilir mi?

Cevap: HDP bugün Türkiye siyasetinde liberal demokrasinin temsilciliğine soyunmuş durumda. Yerel seçimler açısından da bunun izlerini görüyoruz. Öncelikle, AKP iktidarının HDP’nin gelecekteki olası belediyeleri için şimdiden kayyum sopasını sallaması kabul edilebilir bir durum değil elbette. Ancak bununla birlikte bugünlere nasıl gelindiğini, daha önce BDP sonra HDP adıyla kazanılan belediyelerin Kürt siyaseti açısından bir dönemin projesi olduğunu ve aslında hendek süreci ile birlikte bu projenin bittiğini görüyoruz. Bununla birlikte Kürt hareketi cephesinden bakıldığında bu seçimlerde söylenen yeni bir şey bulunmuyor. Dolayısıyla “doğuda kayyumları, batıda AKP’yi” yeneceğiz diyerek yerel seçimlerde demokrasi cephesi çağrısı yapan HDP son tahlilde reformist bir çizgiyi temsil ediyor. Sermaye iktidarı ile sorunu olmayan, TÜSİAD’dan beklentilerini açık bir şekilde dile getirmeye devam eden, Ortadoğu’da Amerikan barışına fit olan Kürt hareketinden yerel seçimlerde sol, sosyalist bir hattı besleyen bir alternatif çıkması pek mümkün değil. Zaten ülke siyasetinde de HDP’nin şu anda CHP’nin hangi adaylarına destek verebileceği ve bunun sayesinde AKP’nin hangi belediyeleri alamayacağının matematik hesaplarına girişilmiş durumda. Alın size sosyal demokrasi ile liberal demokrasi çizgilerinin sentezi. Buna bir de faşist parti eskisi İyi Parti’yi de ekleyin. Devrimcilerin böylesi bir tabloya eklenmesi mümkün olabilir mi?

Komünistlerin seçimlere dönük yaklaşımlarını özetleyebilir misiniz?

Öncelikle, bize ait olan ve Türkiye’de sosyalizmin düşünsel ya da pratik kazanımı olan ne varsa bunların düzen siyasetinin ya da reformist çizgilerin egemenliğine girmesine onay vermeyeceğimizi dile getirmek gerekiyor. Özellikle önümüzdeki yerel seçimler için bunu daha kuvvetli söylemek artık bir görev haline gelmiştir. O yüzden yakıcı olan şey bu seçimlerde de solun bağımsız hattının korunması, sosyalizm mücadelesinin toplumsal açıdan önem teşkil eden yanlarının ya da pratiklerinin daha da sivriltilerek sol, sosyalist bir programın gündeme getirilmesidir. Kolaycılık, programsızlık ve çeşitli korkular Türkiye sosyalist hareketini çok hızlı bir şekilde ya CHP’ye ya da HDP’ye doğru ittiriyor. Bu da ilkesizliğin yeni bir türü olarak karşımıza çıkıyor. O yüzden öncelikle bu ilkesizliğe prim vermek yok. Birinci sıraya bunu yazalım. Devamında ise sermaye iktidarının, patronların ve düzen partilerinin yerel yönetimler üzerinden sömürü düzenini tahkim etmelerine karşı mücadele etmek yer alıyor. Son olarak sosyalist bir çizginin Türkiye çapında iyi örneklerini ve temsil unsurlarını çıkartmak gibi bir misyonu ifade etmemiz gerekiyor. Var olan iyi örnekler heba edilmemeli, taktiklere kurban edilmemeli, kendine solcuyum, sosyalistim diyen herkesin Mart 2019 seçimlerine baktığında bu düzene alternatif bir duruşu görebileceği bir zemin şimdiden şekillendirilmeli. Bu zeminin emekçiler açısında adım adım bir umuda ve gerçekliğe dönüşmesi ise bizlerin kararlılığına bakıyor.