'Kadına yönelik şiddetin kaynağını kurutacağız!'

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü öncesi İlerici Kadınlar Derneği (İKD) Başkanı Umut Kuruç, sorularımızı yanıtladı.

'Kadına yönelik şiddetin kaynağını kurutacağız!'

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü dolayısıyla İlerici Kadınlar Derneği’nin (İKD) yayımladığı rapor Türkiye’de şiddetin görünmeyen yüzünü de ortaya koyuyor. Neredeyse her yıl artan bir ivme gösteren şiddetin nedenlerini, 25 Kasım’ın önemini, İKD’nin bu başlıkta sunduğu çözümü İKD Genel Başkanı Umut Kuruç ile konuştuk.

25 Kasım günü, dünden bugüne kadınlar için neyi ifade ediyor?

Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü olarak takvimlerde yer alan 25 Kasım, tarihsel olarak da güncel olarak da esas olanın bu şiddetin kaynağıyla mücadelenin zorunluluğunu hatırlatıyor bizlere.

Yani, kadına yönelik şiddeti tek başına biyolojik bir mesele olarak erkek saldırganlığına indirgeyerek görmek körlük olur. Bu şiddetin, onu var eden mülkiyet ve sömürü ilişkileri ile ona eşlik eden gericilikten beslendiği unutulmamalıdır. Kadına yönelik şiddetin ve ayrımcılığın kapitalizm öncesi sınıflı toplumla birlikte ortaya çıktığını, ancak kapitalizmle birlikte boyutlandığını ve artarak derinleştiğini bir kez daha söyleyelim.

Özellikle 1990’lardan itibaren gerek dünyada gerekse ülkemizde kapitalizmin gerici ideolojilerle ilişkisi giderek daha fazla gözle görünür hale gelmiş, toplumsal yaşamı ve ilişkileri çok daha fazla belirlerlerken iktidardaki etkinliği büyük oranda artmaya başlamıştır. İçinden geçtiğimiz 2000’lerde karşı karşıya olduğumuz tablo budur. Böylesi bir tabloda kadının payına çok daha fazla ayrımcılık, çok daha güçlü bir gerici kuşatma ve çok daha büyük boyutlarda şiddet düşmektedir.

Türkiye’de emekçi sınıfların maruz bırakıldığı bu dönüşümden en fazla nasibini alan kesimler de yine kadınlar ve çocuklar… Kadına yönelik şiddetteki korkunç artışın temelinde yatan ise özellikle AKP döneminde iktidarın topluma dayattığı gerici ideolojik dönüşüm… Kadın düşmanlığı bizzat iktidarın yetkili ağızlarınca dillendirilirken, kurumları ve medyası aracılığıyla toplumsal yaşamda içselleştirilmesi hedeflenerek meşrulaştırılıyor. Gerici ideolojik kuşatma eşliğinde yoksulluk ve yoksunluk kadına yönelik şiddeti de beraberinde getirirken, neredeyse her gün en az bir kadın katlediliyor. Artan iş cinayetlerinde ölen kadın işçilerin sayısı da bu artışa paralel… Gerici ideolojik kuşatma çocuk- larımızın da yaşamını karartıyor. Cinsel suçların yüzde 46’sının çocuklara karşı işlendiği ülkemiz, çocuk istismarında dünyada 3. sırada…

Bu tablo bizlere yeniden ve yeniden kadına yönelik şiddetle mücadele etmek için esas mücadelemizin ne olması gerektiğini gösteriyor aslında. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde esas mesele bu şiddetin kaynağını kurutmanın zorunluluğudur. İşte tam da bu yüzden kadınların bu zemini ortadan kaldırmak ve yeni bir zemini inşa etmek için mücadeleye katılmaları şarttır.

Bugün Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadele üzerine birbirinden farklı bir takım yöntemler sunuluyor. Peki İKD kadınların her an karşılaştığı bu soruna yönelik nasıl bir çözüm sunuyor?

Çözüm aslında Patria Mercedes Mirabel’in 1950’lerin sonundaki “Çocuklarımızın, bu yoz ve zalim sistemde yetişmesine izin vermeyeceğiz. Bu sisteme karşı savaşmak zorundayız.” sözlerindedir.

Biraz önce bu şiddetin kaynağına ilişkin bazı tespitler yapmaya çalıştım. İşte, Mirabel’in yukarıdaki sözleri bunun ifadesidir.

Mesela, katledilen kadınlara dair birçok kadın haber kaynağı «erkekler tarafından katledildi» ibaresini kullanıyor. Bu bana göre bir yanıyla hedef saptırmaktadır. Elbette asla «tetikçi»leri aklamak için söylemiyorum bunu. Ama esas bakılacak yer, esas hedef bu şiddeti üreten, ona zemin hazırlayan, onu besleyen, büyüten düzendir. Adlı adınca patronuyla, yobazıyla, işbirlikçisiyle Türkiye kapitalizmidir. Şimdi birçok kişi bunu söyleyince «sosyalizme erteliyorsun» diyecektir. Ancak hiçbir zaman unutmamalıdır: İşçi sınıfı mücadelesinin güçlendiği tarihsel kesitlerde kadınların mücadelesi sınıfın kazanımlarıyla paralel bir biçimde kazanımlar elde etmiştir. Dolayısıyla, bize yönelmiş olan şiddetin kaynağının, emekçi kitleleri teslim almayı hedefleyen kapitalizm ve onun yancısı gericilik olduğu bilinmelidir. Bize yönelmiş olan şiddetin kaynağının bu düzenin bekasında yattığı görülmelidir.

Bir yandan bu düzen sürsün, bir yandan da kadına yönelik şiddet ortadan kalksın! Bu tamamen gerçek dışı bir beklentidir. Gerçek olan ise bu düzenin karşısına dikilmektir. Bunu yapacak olan ise bizzat işçi sınıfı ve en ön saflarında ise işçi emekçi kadınlardır. İKD buna işaret ediyor ve mücadele vurgusunu buraya yapıyor.

Bakın, TEKEL direnişi sırasında dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın «Parlamentonun içindeki siyasi partilerin eleştirisi veya bizi yıpratmasına biz gülüp geçiyoruz. Çünkü hiç etkili değiller ama karşımızdaki muha- lefet sokağa çıkar da bunun içerisinde hanım kardeşlerimiz, gençler, onların yavruları çıkar ve bunlar üzerinden iktidar yıpratılmaya çalışılıyorsa ben bir siyasetçi olarak bundan çekinirim, endişe ederim.» sözleri bu gerici sermaye iktidarını hangi gücün gerileteceğini, gerici ve piyasacı bu düzeni en çok neyin korkuttuğunu açıkça ifade ediyor.

İKD’nin sunduğu çözüm açıktır. Kadına yönelik şiddetle mücadele ancak bir toplumsal kurtuluş hedefiyle bütünleşirse büyür ve onu üreten kaynak ancak bu bütünlüklü mücadeleyle ortadan kaldırılır. Dolayısıyla gericilikle mücadele etmeden, krizi bizleri daha fazla sömürmenin koşullarını sağlamak için kullananlarla mücadele etmeden, yoksulluğa ve sömürüye karşı mücadele etmeden, bu gerici sermaye iktidarının karşısına bir güç olarak çıkmadan şiddeti ortadan kaldırmak mümkün değildir.

Son olarak bugünün anlam ve önemi vesilesiyle kadınlara neler demek istersiniz?

Kadına yönelik şiddetin biyolojik bir varoluşa, vicdanlara seslenerek anlık tepkiselliklere ve tek tek vakalara ve sayılara indirgenerek engellenemeyeceğini bir kez daha söylemek isterim.

Kaldı ki, bu gerici kapitalist düzenin kadını bedene indirgeyerek hedef almasına yine kadın bedeni üzerinden cevap üretmeye çalışmak «kadın bakış açısının» ötesine geçememektir. Oysa, mücadele bunu aşmalı, bütünü hedef almalıdır.

Şiddetin bir toplumsal olgu haline geldiği, güçlünün, daha zayıf gördüğü kesimler üzerinden gücünü tahkim etmesinin, teslim almasının aracı olduğu bu kadar açıkken bunun müsebbibini bir «erillik» haline indirgeyerek bütün kadınları bir çırpıda aynı safta ilan eden bir anlayıştan çözüm bekleyemeyiz.

Öyleyse, yüzümüzü insanlığın ileri ve aydınlık birikimine döneceğiz. Bu birikimi ancak sömürünün ve ona eşlik eden gericiliğin zeminini ortadan kaldırarak ileri taşıyabiliriz. Şiddeti ortadan kaldırmanın yolu, onu var eden ve besleyen bu koşulları ortadan kaldırmak üzere yanyana gelmekten, birlikte yürümekten ve yürürken güçlenmekten geçer.

Kimlerle yanyana geleceğimiz ise bizi bu karanlığa ve şiddete mahkum edenlerin korkulu rüyasıdır zaten. Safımız bellidir: Safımız 1990’ların başında Zonguldak’tan yola çıkan kadınların safıdır, safımız TEKEL direnişinin ön salfarındaki işçi kadınların safıdır, safımız Flormar işçilerinin safıdır, safımız gericiliğe, şiddete ve tacize karşı ayağa kalkan liseli gençlerimizin safıdır.