Suriye’den Kürt Sorunu’na yansımalar

Türkiye'de sermaye düzenin “beka sorunu” olarak değerlendirdiği Kürtlerin önce Irak ve bugün Suriye'de statü kazanması gündemi ABD tarafından yapılan açıklamalar, Suriye’de çözüme dönük atılan adımlar ve Türkiye’de HDP’nin yeniden gündeme getirmeye çalıştığı “Çözüm süreci” tartışmaları ile birlikte yeni bir evreye giriyor.

Suriye’den Kürt Sorunu’na yansımalar

Türkiye’de sermaye düzenin “beka sorunu” olarak değerlendirdiği Kürtlerin önce Irak ve bugün Suriye’de statü kazanması gündemi ABD tarafından yapılan açıklamalar, Suriye’de çözüme dönük atılan adımlar ve Türkiye’de HDP’nin yeniden gündeme getirmeye çalıştığı “Çözüm süreci” tartışmaları ile birlikte yeni bir evreye giriyor.

Türkiye AKP’nin bir yanına liberalleri bir yanına İslamcıları aldığı bir “çözüm süreci” ile Kürt sorununu çözmeye kalkışmıştı. Sürecin görünür yönleri toplumsal olarak zaman zaman büyük tepkiler çekse de bir yanı da silahlı mücadelenin sona erdirilmesi anlamına gelecek bu süreçte PKK’ye yaklaşım dahi olabildiğine yumuşamıştı.

Bu süreçte Kürtçe’nin eğitimdeki yeri tartışmasını bir kenara ayırırsak kültürel haklar açısından önemli sayılabilecek pek çok adım atıldı. Ancak bu arada Suriye’de yaşanan gelişmeler “çözüm süreci”nin geleceğini bütünüyle değiştirecek bir noktaya geldi. Esasında Oslo görüşmelerinde bile Suriye gündeminin özellikle sona bırakıldığı ve masanın iki tarafı için de “kırmızı çizgi” sayıldığı da sonradan öğrenilecekti.

Bunun ardından 2015 yılında emperyalizmin siyasal İslam kartını tamamen geri çekmesinin ardından Suriye’de Kürtler için ortaya çıkan yeni fırsata paralel olarak Kürt siyasi hareketinin Türkiye’de de bir politika değişikliğine gitmesiyle yeni bir çatışma evresine girildi.

HDP’nin aldığı barajı aşan seçmen desteği ile Suriye’deki “kazanımların” Türkiye’ye tahvili girişimi denilebilecek “demokratik özerklik” ilanı yoluna giden Kürt siyasi hareketi ve seçim sürecinde Erdoğan’ı hedef alan “Başkan yaptırmayacağız” siyaseti, Türkiye’de sermaye düzeninin bir bütün olarak “çözüm süreci”ni sonlandırmasını ve ağır bir baskı dönemini açmasını beraberinde getirecekti.

Yeni bir “çözüm süreci” mümkün mü?

Son üç yılda askeri operasyonlar ve tutuklanan milletvekilleri ile simgelenen bu evrenin sonuna gelinip gelinmediği ise bir kez daha gündemde. Bir yanda AKP ile MHP arasındaki “Milliyetçi Cephe” ittifakının çatırdaması diğer yanda ise Ahmet Türk, Pervin Buldan ve Selahattin Demirtaş gibi isimlerden gelen açıklamalar Kürt sorununda yeni bir evreye geçme arayışları olarak tartışılmaya başlandı.

Bu açıdan yeni bir çözüm sürecinin başlayabilme olasılıklarını değerlendirmeden önce esas “çözüm süreci”nin dinamiklerini hatırlamakta yarar bulunuyor. 28 Şubat sonrası süreç, özünde Türkiye’de 1923 Cumhuriyeti ile birlikte sermaye düzeninin üç temel tehdit olarak gördüğü İslamcılık, Kürt milliyetçiliği ve komünizmden ilk ikisinin düzene bağlanması anlamını taşıyordu.

Bunun için siyasal İslamcı ama düzene bağlı bir kanat iktidara gelmiş, liberallerin de desteğiyle Kürt sorununu çözmeye girişmişti. Ahmet Davutoğlu’nun fikir babalığını yaptığı “Yeni-Osmanlıcı” tezler aynı zamanda bir Türk-Kürt federasyonu ile Türkiye’nin sınırlarının genişletilmesini de vaat ediyordu. Esas olarak “Büyük Ortadoğu Projesi” ile örtüşen bu projenin Suriye’deki direnişle duvara toslamasıyla “çözüm süreci” de tıkanacaktı.

Bugün bu tablonun çok uzağında olduğumuz kesin. Türkiye’nin yeniden böyle bir maceraya kalkışma imkanı olmadığı gibi emperyalizm açısından masadaki seçenekler de azalmış durumda. Yine de Ortadoğu’da Kürtlerin bir statü kazanması planlarının geride kaldığını söylemek de mümkün değil. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin en büyük ve en hareketli Kürt nüfusuna sahip ülke olarak Kürtlerle “kavga etmek”te açık sınırlara sahip. Dolayısıyla hem Irak’ta hem Suriye’de statü kazanacak Kürtlerin emperyalizmin olası bir İran müdahalesinde nasıl bir rol kazanacakları ve tüm bunların Türkiye’yi nasıl etkileyebileceği falcılık yapılmayacaksa henüz belirlenebilir değil.

Öte yandan, “verilebilecek” kültürel hakların tamamının verildiği görüşünde olan Tayyip Erdoğan’ın yaklaşan yerel seçimler nedeniyle pragmatik yaklaşımlar sergileyeceğinin kuvvetli işaretleri bulunuyor. Cumhur İttifakı’ndan “kolay” vazgeçilmesi de buna işaret ediyor.

Sonuç olarak bugünden söylenebilecek en temel doğrunun yeni bir çözüm sürecinin önceki gibi olmayacağı ve sermaye düzenine tabi bir çerçevenin daha da ağır basacağı olabilir. Bugün için devletin dönüşümü ve kapıda bekleyen bir ekonomik krizin iktisadi ve siyasi merkezileşmeyi dayattığı bir durumda nihai bir hedef olarak gündeme geleceğinden emin olunması gereken yerelleşmeye “uzun bir yol” olduğu da görülmeli.

ABD için Türkiye mi Kürtler mi?

Bütün bu tabloyu önceleyen bir diğer açıklamanın ABD’den geldiğini biliyoruz. Göreve getirilmesi Türkiye tarafından olumlu karşılanan ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, ABD’nin Türkiye ile Suriye Demokratik Güçleri arasında bir çözüm bulmaya çalıştığını söyledi.

Bu açıklama Türkiye’nin ABD ile yaşadığı gerilimlerin çözüldüğü zemine de işaret ediyor olabilir. Bu gerilimlerin özünde bir öncelikler sorunu olduğu düşünüldüğünde PKK’nin silah bırakması ve Türkiye’den çıkartılması karşılığında Suriye’de bir Kürt statüsünün kabullenilmesinin tüm taraflar için “uygun” bir anlaşma olduğu söylenebilir. Bu çerçevenin hayata geçirilmesinin zorlukları olmakla birlikte PKK’nin silahlı gücünün önemli ölçüde Suriye’ye kaydırıldığını da düşünmek gerekiyor.

Bunun yanı sıra Türkiye’nin gücünün Suriye Kürtleri ile kıyaslanmayacak bir önceliğe sahip olduğunun unutulmaması da gerekiyor. Ancak tüm bu tartımalar sırasında ABD’nin PKK’nin üç önemli ismi Murat Karayılan, Duran Kalkan ve Cemil Bayık’ın yakalanması için ödül koyduğunu açıklaması da bir “tesadüf” sayılabilir mi?

Bu çerçevede yeni bir “Amerikan barışı”nın kapıyı çalabileceği düşünülmelidir diyebiliriz.

Suriye’de çözüm var mı?

Bu çerçevede Suriye’de varılacak çözüm Türkiye’de Kürt sorununda atılacak adımların da habercisi olacak. Ancak her şeye rağmen Türkiye’nin sahada da zorlayıcı olmak için adımlar atabileceğini bilmek gerekiyor.

Öte yandan Rusya’nın ve belirli bir çerçevede Suriye’nin de Kürtlere bir tür “özerklik” alanı açmaya en azından köklü bir itirazlarının olmadığı ve hatta Rusya’nın Kürtleri ABD’ye bırakmaktan yana olmadığını da biliyoruz.

Tüm bunlar Türkiye için zorlu ama kabul edilebilecek yeni bir dönemi gösterebilir. Türkiye’nin sahadaki askeri gücünü Suriye’de olası çözümlere etki etmek için tuttuğunu biliyorsak çözümün sadece Suriye için değil Türkiye için de gündeme gelebileceğini bekleyebiliriz.