Solun seçim sınavı

Solun seçim sınavı

13-05-2018 09:15

Eskiden demokratik devrim tartışması bile “arada Çin Seddi yok” gibi sosyalist devrime açılan bir bağlamla ele alınırdı. Ya da demokratik devrim aşamasında sosyalist görevlere yer var mıdır yok mudur tartışmasından, devrimin kesintisiz ve sürekliliğinden tutulurdu. Bugün aşamacı devrimciliğin bile çok gerisinde bulunan bir muzdariplik söz konusudur.

ALİ ATEŞ

Bugün Türkiye sosyalist hareketinde politik ve teorik tartışmaların eşiği çok aşağılara düşmüş durumda.Burada kastedilen usulen bir saptamadan çok öte bir anlama sahip.Sığ, seviyesiz, düzeysiz bir tartışma kültüründen bahsedildiği anlamı çıkmasın, bizatihi tartışmaların konusu, yönü, hedefi, içeriği bağlamında bir “eşik düşüklüğünden” bahsetmek gerekiyor.

Örneğin devlet tartışması, emperyalizm tartışması, sınıflar tartışması, düzen siyasetinde partilerin sınıfsal temsiliyeti ya da devrim stratejileri tartışmaları bugün neredeyse yapılmıyor.Özellikle bu tartışmalar üzerinden belli bir stratejiye ve siyasal hatta yaslanmayan, neredeyse günlük diyebileceğimiz bir refleksif hal söz konusu. Burjuva diktatörlüğünün üzerinde tepindiği siyaset zemininde konumlara ve tepkilere endeksli bir basiretsizlik, çaresizlik ya
da iddiasızlık tespiti yapmak çok abartı sayılmamalı.

Örneğin 24 Haziran seçimlerine yönelik Türkiye sosyalist hareketinin çok parçalı ve dağınık öbeklerinin hemen hemen birçoğu seçim kararını ortaya koyarken büyük bir tereddüt gösterdi. CHP ve HDP’nin seçim politikasını ya da adaylarını beklemek kadar önündeki yolu göremeyecek ve tutumunu erteleyecek kadar basiret bağlanması durumu apaçık ortada. Bunun bir yanı sıkışma bir yanıyla da devrimci bir iddianın artık gerilerde kaldığı bir statükonun varlığı oluşturuyor. Ama hepsinden öte Türkiye’de burjuva siyasetin belirlediği bir çerçeve dışına çıkamayan bir sosyalist hareket gerçeği karşımızda duruyor.

Örneğin 16 Nisan referandumu ile birlikte Türkiye sosyalist hareketinin üzerinde durduğu konulardan bir tanesi seçim güvenliği, bu anlamıyla sandıkların “korunması” başlığı öne çıkmıştı. Mühürsüz oy tartışmalarıyla 16 Nisan referandumunun geçersiz olduğunu iddia eden ve AKP’nin seçimlerle gitmeyeceği vurgusu çok dillendiren Türkiye sosyalist hareketinin önemlice bir kısmı, 24 Haziran korsan seçimi gündeme geldiğinde, bu gündemi neredeyse unutmuş, düzen muhalefetinin adaylaşması kampanyasının bir parçası haline gelmiştir.

Bugün düzen tartışma konusu olmaktan çıkmıştır. Neredeyse Erdoğan’ın seçilip seçilmemesi üzerine bir tartışma Türkiye sosyalist hareketinin ideolojik, teorik ve politik zemininin tek parametresi haline geldi. Erdoğan kapitalist düzenden büyük mü değil mi bile başlı başına ele alınması gereken bir konu. Kaldı ki Marksist teorinin yaşam-bilinç, altyapı-üstyapı ya da toplumsal dinamikler-siyasal dinamikler arasındaki ilişkilere dair çözümlemeleri gündemden düşmüş, burjuva muhalefetinin ağzıyla yürütülen bir solculuk türemiş durumda. Erdoğan’ın başkan yaptırılıp yaptırılmayacağı bugün Türkiye sosyalist hareketinin tek argümanı, ekseni, hedefi ve parametresi haline geldi. Ancak eskiden düzen değişikliği talebi, kapitalizme karşı mücadelenin stratejisi, devrimci güçler-karşı devrimci güçler ayrıştırması gibi bütün başlıklarda artık yeller esiyor.

Buradaki temel hastalığın altında yatan demokratizmin ya da aşamacı siyasi hattın yeniden üretimi. Ancak eskiden demokratik devrim tartışması bile “arada Çin Seddi yok” gibi sosyalist devrime açılan bir bağlamla ele alınırdı. Ya da demokratik devrim aşamasında sosyalist görevlere yer var mıdır yok mudur tartışmasından, devrimin kesintisiz ve sürekliliğinden tutulurdu. Bugün aşamacı devrimciliğin bile çok gerisinde bulunan bir muzdariplik söz konusudur.

Düzen sağa kaymaktadır. AKP ile birlikte burjuva düzenin merkez ekseni sağa kaymış, AKP merkeze yerleşerek, bu sağa kayışın ağırlık noktasını oluşturmuştur. Düzenin merkez ekseninin sağa kayması, düzenin bütün aktörlerini de bu “eksene” göre yeniden konumlanışa itmiştir. Örneğin CHP, ulusal-Kemalist bir parti olmaktan çok liberal bir parti haline gelmiş, her türden görüşü kendi içinde barındıran bir parti hüviyetine kavuşturmuştur. 1965 yılında Türkiye İşçi Partisi’nin 15 milletvekili ile seçimlere girmesi düzen siyasetinde yeni bir koordinat ekseni oluşturmuştu. CHP, kendisini tam da bu yüzden “ortanın solu” diye tarif etmiş, sosyalist solun etkisini kendi konumunu yeniden tarif ederek siyasal haritada kendisine alan açmaya çalışmıştı. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, solun CHP dışında bir güç olarak devreye girmesidir. Ancak bugün Türkiye sosyalist hareketi neredeyse kendisinden kaçmakta, kendisinin bir güç olmasını istememekte, düzen aktörlerini itip-çekmekten öte kendisini itip kakmaktadır.

Bakınız bu sözler bizzat CHP’nin başkan adayı Muharrem İnce’ye ait: “Biz, bir büyük yolculuğa çıkacağız. Korku şu; muhafazakarlara diyorlar ki; bak bizim dönemimizde bazı haklarınız oldu, bu seçilirse kaybedersiniz bu haklarınızı. Muhafazakar kardeşlerime sesleniyorum. İster evinde, ister dışarıda, ister devlette tak. Bu mesele milletin meselesi olmaktan çıkmıştır. Nerede istiyorsan orada tak başörtüsünü ama bunu siyasetin sıcak malzemesi yaptırma. Benim böyle bir derdim yok.” Bu sözler AKP tarafından değil bizzat CHP başkan adayı tarafından ifade edilmişti. Buradaki sağcılaşma ya da 15 yıllık AKP iktidarının yaratmış olduğu “yeni Türkiye” denkleminde yerimizi alıyoruz sözünden başka bir şey değildir. AKP’nin karşı-devriminin en önemli konusu, gericileşen bir ülke ve laikliğin kağıt üzerinde kalması idi. Bugün AKP karşıtlığımızın, özel olarak sosyalist hareket ve genel olarak Cumhuriyetçi toplumsal kesimler söz konusu olduğunda, laiklik hassasiyeti üzerinden şekillendiği açık bir gerçektir. Fakat laikliği ortadan kaldıran AKP’nin ve AKP eliyle kurulan “İkinci Cumhuriyet rejiminin” yaratmış olduğu siyasal zemine boyun eğen, kabul eden bir CHP’nin AKP muhalifliğinin bir yerden sonra anlamı bulunmuyor.

CHP’nin başını çektiği Millet İttifakı’nın geleneksel 3 sağ partiyle kurulması, eğer ortak bir mutabakat olsaydı AKP kurucusu Abdullah Gül’ün ortak aday olacağı bugün gün gibi açıkken, hâlâ düzen solundan umut beslemek Türkiye solunun geldiği yeri göstermesi açısından manidar bulunmalıdır. “Eşik düşüklüğü” tam da burada aranmalıdır. Burjuva düzenin ufku artık Türkiye sosyalist hareketinin önemli kesimlerini bırakın etkilemeyi, düpedüz belirleyen bir hal almıştır. Düzen karşıtlığı değil, düpedüz düzen siyasetinin parçası olan bir reformizm söz konusudur.

Türkiye sosyalist hareketinde birileri havluyu çoktan atmıştır. Denecektir ki, Erdoğan’ın iktidardan inmesi, Türkiye’de özgürlüklerin, demokrasinin, adaletsizliklerin önünü açacak, baskıyı ortadan kaldıracak ve solun önü açılacaktır. Türkiye sosyalist hareketinin sığ ezberi bu kadar.

Elbette Türkiye’de her sağcı iktidarın güçsüzleşmesi önemli sayılmalı. Ancak bugün AKP iktidarının düşmesi ya da Erdoğan’ın başkan olamaması, Türkiye burjuva düzeninin temel taşlarını yerinden oynatmayacağı İnce’nin yukarıdaki sözlerinde saklıdır. Kaldı ki CHP adayı İnce, çok ince bir siyaset yürüterek, bütün başkan adaylarını ziyaret ederek AKP’nin yaratmış olduğu kutupluşmayı uyuma dönüştürmek için adım atmaktadır. Bugün burjuva muhalefet düzenin tahribatlarını gidermek, devirdiği çamları kaldırmakla meşgul. “Toplumsal uyum, emperyalizmle uyum” bugün burjuva düzen muhalefetinin ortak noktası ve hedefi olarak asgari bir zemin haline geldi. Türkiye sosyalist hareketi, düzeni onarmak isteyen burjuva muhalefetinin destekçisi haline gelerek reformizme dolu dizgin koşmaktadır.

***

PUSULA | SOLUN SEÇİM SINAVI: DEVRİMCİLİK VE REFORMİZM

Türkiye solunun HDP ile dansı

Türkiye’de siyasetin aynası ve sol

Devrimci siyaset dört işleme sığar mı?