Yolsuzluk ekonomisinin yıkımı

İnşaata dayalı yolsuzluk ekonomisinin enkaz altında kaldığını kabullenemeyen Erdoğan, yurttaştan hâlâ bir yıl süre istiyor.

Deprem bölgesine yaptığı ziyarette Erdoğan’ın kameralar karşısına geçmeden önce saçını taradığını gösteren video sosyal medyada gündem oldu. Kuşkusuz topluluk karşısına çıkmak zorunda olanların dış görünüşüne özen göstermesi normaldir. Ne var ki  aynı davranış her bağlamda aynı şekilde algılanmıyor. On binlerce can kaybına, enkaz altında can çekişen binlerce insana karşın muktedirin sanki temel atma törenindeymiş gibi rahat görünmesi çoğu insanı rahatsız etti. Benzer biçimde Numan Kurtulmuş ile ona eşlik eden AKP’li yöneticilerin deprem çadırlarının önünden güle oynaya uzaklaşmaları da çok yadırgandı. Saray’a sadakat dışında önemli bir işlevi olmayan partili zevat, her durum ve koşulda birlikte gülüp eğlenebiliyor.

Anımsanacağı gibi Erdoğan, İdlib’de hava saldırısında yitirdiğimiz 36 askerimize ilişkin açıklama yaparken Trump’la arasında geçen diyaloğu gülerek anlatmış, o sırada protokolde bulunan Berat Albayrak ise kahkaha atmıştı. Trajik kayıplar karşısında gösterilen pişkin tavır, insani ve vicdani sorumluluk bilincinden uzak egosantrik bir ruh halini yansıtıyor. Erdoğan, yenilgiyi sindirmek için bir süre ortadan kayboluyor. Güçlü egosunun savunma mekanizmalarını harekete geçirdikten sonra hiçbir şey olmamış gibi kameraların önüne çıkıyor.

Terk edilmişliğe duyulan öfke

Yayın kuruluşları, depremin ilk gününden beri bölgede olup biteni ayrıntılarıyla aktardı. İktidarın elindeki anlı şanlı devlet kurumlarından çok daha organize bir görüntü sergileyen televizyon kanalları, yaralı kentlerden yaptıkları canlı yayınlarla kamuoyunu kesintisiz biçimde bilgilendirdi. Deprembilimcilerin, arama kurtarma uzmanlarının ve hukukçuların değerlendirmelerini dinleyenler, AKP iktidarının bu konuda 21 yıldır kulağının üstüne yattığını öğrenmiş oldu. Depremzedelerin, yakınlarını kurtarmak için enkaz önündeki çırpınışlarına tanık olan izleyiciler, yetkililerin yaptığı resmi açıklamalardan tatmin olmadı. İktidar, yetersizliği yüzüne vurulunca en iyi defans hücumdur taktiğiyle üste çıkıp  halkı tehdit etmeye yeltendi ama bu da ters tepti. Tüm çabalarına karşın yandaş medya bile gerçeklerin üzerini örtemedi.

Cumhur İttifakı sahaya egemen olamadığı için iletişimi yönetmekte aciz kaldı.  Bölgedekilerin yardım ve ihtiyaç talepleri sosyal medyayı etkin kullanan kişi ve örgütler aracılığıyla paylaşıldı. Yapılan çağrılar televizyon ekranlarına da yansıdı. Bu yolla gönüllülerin hızla harekete geçmesi sağlandı. Böylece iktidarın depremzedelere ulaşmakta yetersiz kaldığı çok daha belirgin oldu. En kritik saatlerde sosyal medyanın kısıtlanması ise halk tarafından kalın harflerle not edildi!

İstanbul, Ankara, İzmir gibi Türkiye’nin nüfusa göre en büyük illerini yöneten  CHP’li belediyeler, hizmet araçları ve  çalışanlarıyla bölgede varlık gösterince iktidarın karizması iyice çizildi. AFAD yönetiminin beceriksizliği, başta maden işçileri olmak üzere çeşitli ülkelerden gelen kurtarma ekiplerini ön plana çıkardı. Enkaz başlarında görevli İhvancı amigolar, başarılı kurtarma operasyonlarından sonra slogan atarak ortamı domine etmeye uğraştılar. AFAD ekipleri, görünür olma kaygısıyla özellikle madencilerin başarısının üstüne çökmeye çalıştı. Muhalif partilerin kurduğu yardım merkezlerine kayyım atanması da, yurttaşların gönderdiği kolilere iktidar partisinin logosunun yapıştırılması da aynı anlayışın ürünü. Yani AKP, her zaman yaptığı gibi krizi değil, algıyı yönetmeye odaklandı.

Depremin adeta insan kırımına neden olması, kurtarma çalışmalarının çok geç başlamasına bağlanıyor. Bu yüzden toplumda iktidara karşı büyük bir öfke var. Böylesi şiddetli bir duyguyu algı yönetimiyle yatıştırmak olası değil.

Cumhur İttifakı’nı en çok kızdıran ise AHBAB, BABALA gibi gönüllü girişimlerin bölgede yardım faaliyetleri yürütmesi oldu. Bilinçli insanlar, yolsuzluk ekonomisine paravan yapılan şaibeli kurumlara bağış yapmaktan uzak duruyor. Güven kaybının nedenini sorgulamaya yanaşmayan aymazlar ise, bağış alan bu tür girişimleri yerden yere vuruyor.

Öte yandan Gezi Direnişi’ndeki imece ruhunu yaşatan yurtsever solcular da hedefte. Onlar, halkla kaynaştıkça baskılar, gözaltılar devreye giriyor. İktidar, depremzedeye ulaştıramadığı devlet gücünü solculara gösteriyor… Oysa bölgede yurtseverlerin kurduğu sofralarda emniyet güçleri bile karnını doyuruyor. Otoriter rejimler, halk dayanışmasını kendilerine tehdit olarak algıladıkları için hep kutuplaşmayı körüklüyor; bölgedeki yurttaşların arasında uzun süre kalamayan mülki amirler  harabeye dönmüş sokakları ancak korumalar eşliğinde gezebiliyor.

Bugünlerde Soylu’dan sirayet eden kirli sakal maskesi ile bakanlar zevahiri kurtarmaya çalışıyor. Ne var ki artık  kimseye, “hayatımızı çaldılar ama çalışıyorlar” dedirtemezler.

Yerli ve milli travmamız

2011 yılındaki Van depreminin ardından özellikle İstanbul’un pahalı semtlerinde kentsel dönüşüm seferberliği başlamıştı. Bu dönüşüm rantı öncelediği için ne yazık ki kent genelinde yaygınlaşamadı. Bugün yaşadığımız devasa yıkım nedeniyle gerek siyasiler, gerekse kamuoyu Türkiye’nin deprem gerçeğiyle bir kez daha yüzleşti. Başta İstanbul olmak üzere çoğu kent yine diken üstünde!

İnşaata dayalı yolsuzluk ekonomisinin enkaz altında kaldığını kabullenemeyen Erdoğan ise yurttaştan hâlâ bir yıl süre istiyor…Bölgede yıkılan binaların yüzde 98’inin 1999 öncesi yapıldığını söyleyerek devri iktidarını uzatmaya çalışıyor. Doğruları yansıtmayan bu oran, yeni bir soruya da kapı açıyor: “21 yıllık iktidarınızda bunları neden yenilemediniz ?”

Erdoğan denilince bundan böyle insanların aklına duble yol, köprü ya da havaalanı gelmeyecek. Hatırda kalacak son icraat, moloz yığınlarının arasından çıkarılan cansız bedenlerdir. Ülke, yaşadığı büyük travmayı ancak AKP iktidarından kurtularak hafifletebilir.

Depremzedelerin tamamına henüz çadır bile kuramayan Erdoğan’a yeni konutlar yapmak için bir yıl yetmez… Seçimi kazansın, şahsına beş yıl daha feda olsun (!)