Yetersiz bakiye

Erdoğan’ın siyasi tarihimizin tozlu sayfalarından çıkardığı ‘ Yeter söz milletindir ’ sloganı, anlamı çarpıtılmış kötü bir taklitten öteye geçemiyor.

 AKP, 2002 yılından beri katıldığı tüm seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Türkiye’de bir lider partisinin kesintisiz 21 yıldır iktidarda kalabilmesinin sosyopolitik ve kültürel bir çok nedeni olmalı. Bu konuda daha fazla bilimsel çalışma yapabilmek için AKP Dönemi’nin kapanıp üniversitelerin özgürleşmesi gerekiyor.

Cumhuriyet tarihimizde 21 yıl boyunca ülkeyi yönetmenin ne anlama geldiğini basit bir karşılaştırma yaparak  kavrayabiliriz…Atatürk Dönemi olarak adlandırılan 1923-1938 yılları arasında kurulan hükümetler 15 yıl, Milli Şef Dönemi denen 1938-1950 yıllarındaki hükümetler ise 12 yıl iktidarda kalmış. Bu arada her iki döneme özgü olağanüstü koşulları da dikkate almak gerekiyor.  Yani bağımsızlık mücadelesini kazanmış bir kadronun ilan ettiği Cumhuriyet’in kuruluş sürecine 2. Paylaşım Savaşı’nın zor zamanlarını da eklersek tek parti iktidarı toplam 27 yıl sürmüş.

Savaştan sonra ABD emperyalizminin siyasi ve ekonomik baskılarına maruz kalan İsmet İnönü’nün çok partili hayata geçişin altyapısını hazırladığı biliniyor.

Yeni kurulmuş olan Demokrat Parti (DP), şaibeli 1946 seçimlerinde iktidar olamasa da toplumda heyecan yaratıp değişim isteğine yanıt vermeyi başarmıştı. Yeter, söz milletindir! sloganıyla Amerikanvari bir  kampanya yürüten DP, 1950 yılında yapılan seçimleri kazanıp siyasi tarihimizdeki yerini aldı. Toplumda tek partiye ve 12 yıllık milli şef yönetimine duyulan tepkiyle örtüşen kampanya sloganı başarılı oldu. Katılımın yüzde 88.88 gibi rekor düzeyde olduğu seçimlerin sonucuna göre DP oyların yüzde 53’ünü, CHP ise yüzde 39’unu aldı. Ardından Celâl Bayar cumhurbaşkanı, Adnan Menderes ise başbakan oldu [1].

Ak deha ürünü bir keşif

1950 yılının siyasi atmosferinde 27 yıllık statükoya itirazı simgeleyen bir sloganın 21 yıllık Erdoğan iktidarı tarafından sahiplenilmesi, tükenmişliğin boyutlarını gösteriyor. Yeter söz milletindir sloganını öneren Ak dehalar, önümüzdeki seçimlerde en önemli rakiplerinin Millet İttifakı adıyla yarışacağını unutmuş olmalılar… Seçim gününü, Demokrat Parti’yi 73 yıl önce iktidar yapan tarihe denk getirdiğine sevinen AKP’nin kaşifleri, yeni DP’nin Altılı Masa’da olduğu gerçeğini de ıskalamış görünüyor.

Erdoğan’ın Rabia selamı eşliğinde lanse ettiği yeter sloganı aslında şahsının Altılı Masa’dan yeter derecede rahatsız olduğunu gösteriyor… Erdoğan, mevcut imajının negatif unsurlarını Altılı Masa’ ya yükleyip rakiplerinin pozitif imajını kendine transfer etmek istiyor. Bu yüzden gidişata yeter diyen milletle özdeşlik kurup hedef saptırmayı deniyor. Yani, kronikleşen yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik ve adaletsizlik karşısında çaresiz kalan insanların algısını çarpıtmaya dayalı riskli bir strateji izleyeceği anlaşılıyor. Kampanya boyunca rakip yerel yönetimleri aşağılayıp  muhtemelen İstanbul Belediye Başkanlığı ile başlayan 25 yıllık betonlaştırma serüveniyle övünecek. Dolayısıyla genel seçim sürecini, yerel seçim kampanyasının sosuyla harmanlayıp insanların aklını karıştırmaya çalışacak. Seçmene ters köşe yapmayı hedefleyen bu algı oyununu, muhalif ittifaklar, Yeter be Erdoğan! sloganıyla boşa düşürebilir.

Önceki seçim kampanyalarında kullandığı sloganlara bakınca AKP’nin nereden nereye geldiği çok daha iyi anlaşılıyor :

Her şey Türkiye için.

Durmak yok, yola (hizmete) devam.

Şimdi demokrasi zamanı.

Yasaklara karşı özgür vatandaş.

İstikrara oy verin.

İlk günkü aşkla. Haydi Bismillah.

Vakit Türkiye vakti. Yaparsa yine Ak Parti yapar…

Kronolojik olarak sıraladığımız bu sloganlar, görece pozitif propagandanın özgün ve proaktif karakterini yansıtıyor. Erdoğan’ın siyasi tarihimizin tozlu sayfalarından çıkardığı Yeter söz milletindir sloganı ise anlamı çarpıtılmış kötü bir taklitten öteye geçemiyor. 21 yıldır iktidarda olan bir lider, bayat suçlamalarla rakiplerine yönelik negatif propaganda yapmakta ısrar ediyorsa tepkiyi üzerine çekmesi kaçınılmazdır. Muhalefeti hedefleyen yeter sloganı, kararsız AKP ve MHP seçmenini bile ikna etmeye yetmez.

Kampanya sürecinde Erdoğan çok sayıda muhalif muhatabıyla cebelleşmek zorunda kalacak. Daha şimdiden eski yol arkadaşları Babacan ve Davutoğlu ile ağız dalaşına başladı. Altılı Masa’nın ortak adayı diğer muhalif ittifaklarla birlikte hareket ederse Erdoğan’ın karşısında karalaması gereken çok geniş bir muhalefet cephesi oluşacak. Bu cepheye İmamoğlu ve Yavaş gibi popüler belediye başkanları da eklenince Erdoğan’ın negatif propagandası topal ördek gibi tökezleyecek.

Adil seçim için kamuoyu gücü

Kılıçdaroğlu başta olmak üzere birçok CHP’li yöneticide Erdoğan’ın anayasayı çiğneyebilecek tıynette olduğuna dair bir ön kabul var. Buna bağlı olarak gelişen pasif tavır, kamuoyunu da etkisizleştiriyor. Özellikle referanduma ve son seçimlere ilişkin şaibeli kararları normalleştirip “biz rakibi de, hakemi de yeneriz” öz güveniyle hareket etmek YSK’nın yine iktidar lehine kararlar almasına yol açabilir.

Seçime giren hiçbir muhalefet partisi Erdoğan’a anayasayı çiğneme ayrıcalığı sunamaz. Dolayısıyla Erdoğan’ı anayasaya uygun bir aday haline getirmek muhalefet açısından çok daha önemlidir. YSK’nın vereceği adaylık kararından önce güvenilir anayasa hukukçularına başvurarak bir oydaşım sağlanmalıdır. Böylesi yaşamsal bir konu, iktidar ve muhalefet partilerinin kısır tartışmalarına feda edilemez. Eğer anayasa hukukçuları arasında görüş birliği oluşursa çıkan sonuç, ilgili taraflar ve kamuoyu açısından referans niteliği taşıyacaktır. İktidar sahiplerinin ve YSK’nın olası keyfi kararları ancak bu yolla önlenebilir. Muhalefet, iktidarın güdümüne aldığı yargı üyelerine karşı caydırıcı olmak için proaktif davranmalıdır. Seçim, sandık güvenliğiyle sınırlandırılamaz. Anayasal ve yasal hükümlere bağlı adil bir seçim yapılması talebiyle kamuoyu oluşturmak şarttır. YSK, ancak üzerinde güçlü bir kamuoyu baskısı hissederse iktidar sahiplerinin baskısından kurtulabilir. Seçim güvenliği İçişleri Bakanı Soylu’dan değil YSK’dan talep edilmelidir. Seçim sürecinin denetimi için Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı (AGİT) gibi kurumların ülkeye davet edilmesi sağlanmalıdır. Ayrıca Cumhurbaşkanı adaylarının seçilme yeterliliklerine ilişkin belgeleri (yüksek öğrenim diploması gibi) kişisel sosyal medya hesaplarından paylaşmaları için kamuoyu harekete geçirilmelidir.

Muhalefet partileri, anayasaya ve yasalara sahip çıkmak zorundadır. Tek adam, hukukun üzerindeymiş gibi kabul edilirse tıpkı İstanbul seçimlerinde olduğu gibi çıkarılacak her türlü engel peşinen kabul edilmiş olur.

[1] https://www.tarihselbilgi.com/demokrat-parti-donemi-14-mayis-1950-27-mayis-1960/