Yeşiller ve Sol: Hangi ideoloji?

Yeşiller ve Sol: Hangi ideoloji?

30-04-2023 16:29

Yeşil siyaset her ne denli “yeni bir siyaset yapma” biçimini savunduğunu iddia etse de özünde çelişkili sosyal teorilerin amorf bir yapıya sahip olduğu açıktır

Cengiz Kılçer

Yeşiller hareketinin fikriyatının yapısökümüne girişebileceğimiz ciddi bir yan bulunmuyor; zira bu fikriyat, insan ve insan olmayan canlıların yaşam alanlarının finansallaştırılarak yok edilmesini “Batı”nın doğa fantazmagorisine tapan bir söylemle süslemekte ve gizlemektedir.

Yeşilleri öncelikle 1960’ların sonu ve 1970’lerin başındaki barış ve ekolojik hareketlerin mirasçıları olarak tarif etmek mümkün. Yeşiller hareketinin/partilerinin temelde Avrupa merkezli/kaynaklı olduklarını baştan belirtmeliyiz.

Başlangıçta Batı Avrupa’daki yeşil partiler ekolojik bir yönelim sergiliyor özellikle nükleer santralleri reddediyorlar, bireyciliği, kendi kaderini tayin hakkını, kadın haklarını ve tek taraflı silahsızlanmayı savunuyorlar. Yeşil partiler siyasi tarz (en önemlisi hiyerarşik olmayan bir parti yapısı ve alışılmışın dışında protesto davranışları) ve seçim profilleri açısından birbirine benzer özellikler taşıyor. Seçmenleri genç ve yüksek eğitimli, yeni orta sınıfa mensup ve/veya öğrencilerden müteşekkildir. Parti liderliği de çarpıcı biçimde benzer sosyolojik özellikler sergiliyor.[1]

YEŞİLLERİN ORTAYA ÇIKIŞI

Avrupa’da ​​Yeşiller hareketi kendilerini modern endüstriyel toplumun kapsamlı dönüşümüne hasretmiş radikal öğrenciler, feministler, ekolojistler, barış aktivistleri ve Yeni Solcular tarafından yönetilen parlamento dışı hareketlerin bir karışımı olarak başlıyor. Yeşil seçmenlerin büyük çoğunluğu hem örgütsel hem de politik olarak farklı evrimlere sahip olsalar da siyasi olarak “Sol’la kendilerini özdeşleştiriyor ve Avrupalı Yeşiller genellikle “sol”, “merkez-sol” ama daha ziyade “Yeni Sol” olarak tasavvur ediyorlar.

Yeşiller hareketi düşüncesinin esinlendiği “ideolojik” mahfil marjinal ve ütopik bir entelektüel akım olarak Yeni Sol’dur. SBKP’nin 24-25 Şubat 1956’daki XX. Kongresinde hain Kruşçev’in Stalin’i suçlayan ve onu çevreleyen ‘kişilik kültü’nü kınadığı, yalan, iftira ve çarpıtmalarla dolu konuşması Yeni Sol’un çıkışını tetikledi ve Yeni Sol Vietnam Savaşı, Üçüncü Dünya kurtuluş mücadeleleri, kadın özgürlüğü, eğitim, ekoloji ve popüler kültür gibi konuları içerecek şekilde genişledi.

“Eski Solu” (Marksizm-Leninizm) eleştiren Yeni Sol, siyasi sürecin yerel kontrolünü, siyasi ve sosyal kurumlara erişilebilirliği ve katılımcı demokrasiyi önerdi. Fikirleri, 60’lı yıllarda fışkıran çeşitli toplumsal hareketlere (feministler, eşcinseller, etnik ve dinsel gruplar, bölgesel özerklik savunucuları vb.) olduğu kadar, komünizm uygulamalarından ve komünist partilerin politikasından düş kırıklığına uğramış olanlara da çekici geliyordu.[2]

Komünist parti için örgütlü işçi sınıfı, emek hareketi yeni toplumun yaratılmasında benzersiz bir tarihsel role sahiptir. “Yeni Sol”un tek yeni ideolojik özelliği bu temel varsayımın örtük ya da açık reddidir. Yeni Sol’un en temel özelliği Marksizm’in devrimci çekirdeğinden kopuşudur.

YEŞİLLER HAREKETİ/PARTİLERİ NİŞ PARTİ PARTİLER Mİ?

Yeşil siyaset her ne denli “yeni bir siyaset yapma” biçimini savunduğunu iddia etse de özünde çelişkili sosyal teorilerin amorf bir yapıya sahip olduğu açıktır. Son zamanlarda çeşitli akademisyenler, Yeşiller hareketi/partileri siyasal olarak Niş parti olarak tanımlıyorlar (baskın ekonomik sol-sağ ayrımıyla örtüşmeyen sınırlı sayıda yeni konuyu vurgulayan parti tarifi). Niş partilerin ana akım partilerden (merkez sağ-sol) ayırt edilmesi gerektiğini, özellikle de iki parti türünün programları, davranışları ve stratejileri ile farklılık gösterdiğini ileri sürmüşlerdir. Buna göre: “(…)niş partinin mevcut tanımları tamamen farklıdır. Onlar üç kritere göre tanımlanır: (1) niş partiler siyasetin geleneksel sınıf temelli yönelimini reddeder, (2) niş partiler tarafından ortaya atılan meseleler sadece yeni değildir, aynı zamanda çoğu zaman mevcut sol-sağ siyasi bölünme çizgileriyle örtüşmez...[3]

FİKİR BABALARININ ANTİSOVYETİK VE ANTİKOMÜNİST

Yeşiller hareketinin fikir babalarının antisovyetik ve antikomünist olduklarına dair iki örnek vermek gerekiyor. Andre Gorz’a göre “Sosyalizm terimi, artık hiçbir verili toplumsal düzeni ya da kısa veya uzun vadede gerçekleşecek toplum modelini belirtmemektedir. (…) Sovyet sistemiyle birlikte, aynı zamanda, kurucu büyükler tarafından tanımlanan ve kısmen dinsel bir iman biçimi altında çeşitli şekillerde ortaya çıkmaya devam eden “otantik” sosyalizm (ya da komünizm) kavramı da çöktü. (…) Sovyet sistemi, kendi aralarında görece bir özerklikle hareket etmeye muktedir olan ve kurumlara bölünmüş olmadığından politik-yönetsel kararların ne reel ekonomik koşullara, ne de hissedilen ihtiyaçlara uymasına olanak tanıyordu.”[4] Yine 1970’lerden itibaren, tüm dünyada gelişmekte olan Yeşil hareketin önemli bir sesi olmuş Murray Bookchin’den örnek verelim: “Doğu Avrupa ve Rusya’da yanlış biçimde sosyalizm ya da komünizm olarak adlandırılan devlet kapitalizminin en az Avrupa-Amerika “serbest teşebbüs” kapitalizmi kadar anti-ekolojik ve çevreye zararlı olması bizi hiç şaşırtmamalıdır. “Sovyet” ya da Stalinist rejim dediğimiz şey, Komünist slogancıların 1930’lardan beri körü körüne bağlandıkları gibi, ağırlıklı olarak tarıma dayalı, “Batıyı yakalamak”ta kararlı bir ülkede sermaye birikiminin vahşi bir biçiminden başka bir şey değildir.”[5]

MARKSİST ANALİZ: EKOLOJİK SORUNLARIN ANLAŞILMASINA ANLAMLI BİR KATKI

Marksizm ve ekoloji tartışmasına girmeyeceğiz. Kimi eleştirmenler, Marx’ın çalışmalarında endüstri ve teknolojiye aşırı bir güvenin olduğunu ve bunların doğal dünyayı nasıl bozup tükettiklerini dikkate almadığını söylüyorlar. Bu söylemin tamamıyla “bilimsel” şarlatanlık olduğunu Engels’ten okuyabiliriz; Engels, Anti-Dühring’in ikinci baskısının önsözünde “Alman idealist felsefesinden bilinçli diyalektiği, onu, doğanın ve tarihin anlayışı ile bütünleştirmek üzere kurtaran, hemen hemen yalnızca Marx ve ben olduk” diyordu.  Dahası var, Marksizm’in doğaya bakışı bambaşkadır: “Doğa dışında bulunan bir kişi gibi, doğaya egemen değilizdir; tersine, etimiz, kanımız ve beynimizle ondan bir parçayızdır, onun tam ortasında, onun üzerinde kurduğumuz bütün egemenlik, başka bütün yaratıklardan önce onun yasalarını tanıma ve doğru olarak uygulayabilme üstünlüğüne sahip olmamızdan öte gitmez. Ve aslında her geçen gün bu yasaları daha doğru anlamayı öğreniyor, doğanın geleneksel akışına yaptığımız müdahalelerin yakın ve uzak etkilerinin farkına varıyoruz.”[6]

Marksizm’de, doğa ile metabolik ilişki insanın hayatta kalması ve refahı için esastır. Emek, bu metabolik ilişkinin özüdür merkezidir. Çünkü emek, “doğanın büyük atölyesi” tarafından hayatta kalmamız ve faydamız için üretilen “hammaddeleri” yeniden şekillendirdiğimiz süreçtir. Ama araya mülkiyetin ve paranın girmesiyle sahne değişir: “Para, İsrail’in kıskanç tanrısıdır, önünde başka hiçbir tanrı varlığını sürdüremez. Para insanın tüm tanrılarını aşağılar ve onları metalara çevirir. Para her şeyin evrensel, kendinde oluşmuş değeridir. Bu yüzden de tüm dünyayı, hem insan dünyasını hem doğayı özgül değerinden yoksunlaştırır.”[7]

Marksizm’e göre ekolojik sorunun kökenleri çok daha derinlerde, insanın doğaya yabancılaşmasında yatmaktadır. İnsanın kendine ve doğaya yabancılaşmasının aşılmasını hızlandıracak biricik şey yine tarihte çok kereler görüldüğü gibi sınıf mücadeleleri tarihidir. Burjuva bir toplumda insanın kendine ve doğaya yabancılaşmasının aşılması hiçbir surette olası değildir.

Marksizm tek bir bilim tanır, o da tarih bilimidir. İnsan tarihe iki açıdan bakabilir ve tarihi doğa tarihi ve insanlık tarihi olarak ikiye bölebilir. Ancak, bu iki yan birbirinden ayrılamaz. İnsanlar var olduğu sürece, doğa tarihi ve insanlık tarihi karşılıklı olarak birbirini koşullayacaktır.[8]

Yeşil Sol düşüncenin/hareketlerin romantik coşkunluğuyla, ağdalı söz dağarcıklarıyla aslında tarih yazmayacağını daha ziyade siyasi tarihte bir sapma, siyasi toplumdaki radikal “enerjilerin” daha geniş alana salındığı kısacık bir an olarak hatırlarda kalacağı bilinmelidir.

Çevresel felaketleri, küresel ısınmayı ve bunun çok sayıda ve giderek daha belirgin hale gelen sonuçlarını bilmeyen, görmezden gelen tek bir komünist gösteremezsiniz. Kimyasal katkı maddeleri içeren yiyecekler, su kıtlığı veya kirli su kaynakları, çölleşme, ormanların azalması, iklim değişikliği veya yağmur ormanlarının ve biyolojik çeşitliliğin kaybı vs. vs. kapitalizmin sonuçlarıdır.

Çevreyle ilgili krizi çözmek mi istiyorsunuz? İşe kapitalist üretim sistemini yıkarak, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesiyle başlayacaksınız. Doğayla uyumlu bir üretim süreci mi istiyorsunuz?  Yabancılaştırıcı, sömürücü sosyal ve maddi koşulları değiştirerek, yani sosyalist devrimle çözeceksiniz.

Fazla mı indirgemeciyiz?

[1] Gayil Tashir, The Political Ideology of Green Parties From the Politics of Nature to Redefining the Nature of Politics (Palgrave Macmillan, 2002).

[2] David Harvey, Postmodernliğin Durumu, çev. Sungur Savran (İstanbul: Metis, 1997).

[3] Tomas Meyer ve Bernhard Miller Miller, “The niche party concept and its measurement”, Party Politics 21(2) (2015). https://sci-hub.se/10.1177/1354068812472582

[4] Andre Gorz, Kapitalizm, Sosyalizm, Ekoloji Yönelim Bozuklukları/Arayışlar (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1993).

[5] Murray Bookchin, Ekolojik Bir Topluma Doğru, çev. Abdullah Yılmaz (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1996).

[6] Friedrich Engels, Doğanın Diyalektiği, çev. Arif Gelen (Ankara: Sol Yayınları, 1979).

[7] Karl Marx, Yahudi Sorunu, çev. Türkçe Çeviri Sol Yayınları Yayın Kurulu (Ankara: Sol Yayınları, 1997).

[8] Karl Marx ve Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, çev. Tonguç Koç ve Olcay Kılavuz (İstanbul: Evrensel Basım Yayın, 2013).