"Türkiye’de çalışma koşulları insan onuruna yaraşır ücret sağlamıyor"

"Belirlenen asgari ücretin ve genel olarak Türkiye’de çalışma koşullarının insan onuruna yaraşır ücret sağladığından söz etmek olanaklı değildir."

Röportaj: Akın Güçlü

Türkiye’de emekçiler derin bir sömürü ve yoksullukla karşı karşıya. Bir yandan işçi sınıfının kazanımları budanırken, bir yandan da ekonomik krizin faturası emekçi sınıflara çıkartılmış durumda.

Biz de asgari ücret tartışmalarını, ekonomik krizin emekçilere yansımasını, Çalışma ve Toplum Dergisi Genel Yayın Yönetmeni, Hukukçu Murat Özveri ile konuştuk.

Mevcut asgari ücret, ekonomik kriz ve artan enflasyon ile birlikte düşünüldüğünde, bir emekçi için insanca bir yaşam mümkün mü?

Ücret işçi ve ailesinin temel geçim kaynağıdır. İnsanca yaşamanın ölçütleri ise Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı. Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Haklar Sözleşmesi gibi Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde belirlenmiştir. Örneğin, İnsan Hakları Beyannamesinin 23/3. maddesinde çalışmanın karşılığının ne olması gerektiği gösterilmiştir. Öncelikle çalışma karşılığı elde edilen ücret adil olmalıdır. Herkes çalışmanın karşılığında, sadece kendisi için değil, kendisi ve ailesiyle birlikte insan onuruna yakışır bir yaşam sürdürecek gelir elde edebilmelidir.

Çalışmanın çalışan açısından amacı gelir elde etmektir. (Gözden Geçirilmiş) Avrupa Sosyal Şartı (GGASŞ) II/4. maddesinde çalışma karşılığı elde edilen geliri, “adil bir ücret hakkı” olarak adlandırmıştır. Adil bir ücret hakkından söz edebilmek için akit taraflar, çalışanların kendileri ve aileleriyle birlikte iyi bir yaşam düzeyi sağlayacak ücret almalarını sağlayacaklardır. Bu ücret belirlenmiş çalışma saatleri karşılığı ödenen ücrettir. Ayrıca, fazla çalışma yapıldığında fazla çalışmaların karşılığı olarak işçilere, çalışanlara zamlı ücret alma hakkı tanınacaktır. Şart’ın 4. maddesi kadın ve erkek çalışanlar arasında eşit işe eşit ücret ilkesine aykırı davranılmasını da adil ücret kavramına aykırı bulmuştur. Şartın 4. maddesine göre, akit taraflar “erkekler ile kadınların eşit işe eşit ücret hakkına sahip olduklarını” tanımayı taahhüt etmişlerdir.

Uluslararası sözleşmelerin çalışma hakkına yaklaşımında, ortak paydayı, işçinin yeteneklerine uygun bir işte, kendisi ve ailesiyle birlikte insan onuruna yakışır bir gelirle sağlığının koruma altında olduğu koşullarda çalışması oluşturmaktadır. Çalışma hakkının bu şekilde tanımlanmasıyla yetinilmemiş, işçinin çalışma hakkının işlevli kılınması için, işçinin iş kaybı, gelir kaybı risklerine karşı korunma altına alınarak, örgütlenme hakkının, sosyal güvenlik hakkının güvence altına alındığı bir sistemde korunması öngörülmüştür. Hiçbir uluslararası belgede, işçinin işgücü piyasasında bireysel yeteneklerini geliştirip kendisini vaz geçilmez bir marka haline getirebildiği oranda, kendi korumasını iş, gelir, sosyal güvenlik sağlayarak yaratması anlayışı kabul görmemiştir.

ILO tarafından 2008 yılında kabul edilen Adil Bir Küreselleşme İçin Sosyal Adalet Bildirgesi ile de uygun iş dört temel ilkeyle uyumlu çalışma hakkı tanınması esasına dayanmaktadır. Bu dört temel ilke şu şekilde sıralanmıştır:
“ Özgürce seçilmiş ve üretken bir istihdam,

Çalışmaya ilişkin hakların uygulanması,

Çalışanın ve aile üyelerinin sosyal koruma kapsamında bulunması,

Sosyal diyalog ve toplu temsile ilişkin hakların tanınması.”

Dolayısıyla ILO açısından Uygun iş, sendikal hakların korunmuş olduğu, yeterli bir gelir getiren ve yeterli düzeyde sosyal koruma sağlayan üretken iştir.

Diğer yandan Anayasaya uygun çalışma hakkından söz edebilmek için çalışanlar şu haklara sahip olmuş olmalıdır:
a) İşini özgürce seçebilmelidir.
b) Bu işi adaletli ve elverişli koşullarda yapmalıdır.
c) Yaptığı iş karşılığında hiçbir ayrımcılığa uğramadan eşit işe eşit ücret alabilmelidir.
d) Aldığı ücretin kendisini ve ailesinin insan onuruna yakışır bir yaşam düzeyi sağlayacak miktarda olması güvence altına almış olmalıdır.

Hukuken bağlayıcı olan ve kısaca özetlediğimiz bu hukuki kaynaklar ölçü olarak alındığında belirlenen asgari ücretin ve genel olarak Türkiye’de çalışma koşullarının insan onuruna yaraşır ücret sağladığından söz etmek olanaklı değildir.

Asgari ücret toplumun yarısından fazlasını içine alan bir ücret konumuna geldi?

Asgari ücretle çalışanların toplam çalışanlar içerisinde yüzde %1-2 bandını aşması, doğrudan çalışan yoksulluğunun işaretidir. Asgari ücretin ortalama ücret halinde gelmesi çalışan yoksulluğunun korkutucu boyutlara geldiğini göstermektedir.

Asgari ücretin alım gücü her geçen gün azalıyor, bunun nedeni sırf AKP iktidarının ekonomi politikaları mı?

Türkiye 14 Ocak 1980 kararlarıyla o güne kadar sürdürdüğü ekonomi politikalarından köklü bir şekilde dönmüştür. O güne kadar uygulanan ve genel olarak ithal ikameci model olarak adlandırılan ekonomi politikaları terk edilmiştir. İhracata dayalı ekonomi olarak adlandırılan yeni modelin mantığına göre Türkiye küresel piyasalara açılacak, bunun için iç tüketim kısılacak ve maliyet düşürülecektir. Küresel piyasalarda rekabet ise ucuz işçilik üzerinden sürdürülecektir. 1980’den beri gelen tüm iktidarlar ufak tefek farklıklarda olsa bu politikayı sürdürmüşlerdir. Ak Parti iktidarı ise tek parti iktidarı olmanın sayısal çoğunluğunun ve başkanlık modelinin getirdiği avantajlardan yararlanarak bu politikaları daha katı ve istikrarlı bir biçimde uygulayan iktidar olarak belirginleşmiştir.

Ekonomik krizin emekçilere yansımasını değerlendirebilir misiniz?

Her ekonomik kriz, çıkış nedeni, sonuçları ve krizin bedelini ödeme açısından sınıfsaldır. Yani krizin nedeni sermaye birikim sürecindeki tıkanmalardır. Dolayısıyla sermayenin krizidir. Üstelik yapısaldır. Kapitalizmde krizler sermaye birikim sürecinin doğasından kaynaklanan bir durumdur. Kriz olmadan kapitalizm ekonomik bir formasyon olarak var olamaz. Krizin bedelini ise krizi yöneten sermaye grupları kendileri dışında kalan sermaye ve işçi sınıfına ödetirler. Özellikle işçi sınıfı ve diğer emekçi katmanlarının örgütsüz olduğu koşullarda krizin bedeli istisnasız bu sınıflara ödetilir. Her kriz sonrası sermaye merkezileşirken çalışanlar yoksullaşır. Kriz sermaye sınıfına kaynak aktarmanın meşru, doğal bir yolu olarak gösterilerek toplumsal rıza üretilir.

Son olarak, sendikal mücadelede, Türkiye işçi sınıfı bugün hangi noktada?

Türkiye’de 12 Eylül 1980 darbesiyle sendikal hareket, ucuz işçiliğin sürdürülmesine engel olmayacak şekilde yasaklarla biçimlendirilmiştir. Yasakçı, hakları şeklen tanıyan etkili kullanılmasına izin vermeyen bir sendikal hareket yasalarla şekillendirilmiştir. Yasaklarla çevrilmiş sendikal hareket kendi içerisinde aşırı merkezileşmiş, ufak tefek istisnalar olsa da sendikalar oligarşik bir yapıya doğru evrimleşmiştir. Sendikalarla sınıf arasında kopukluklar oluşmuş, sendika içi demokrasi işlemez hale gelmiştir. Bu yasakları kalıcı şekilde kırıp gerçek anlamda özgür toplu pazarlık düzeni var edecek bir sendikal hareket ise henüz daha doğmamıştır. Dolayısıyla işçi sınıfının gelinen bu aşamada sendika toplu sözleşme ve grev hakkını yeniden kazanma sorunu önünde durmaktadır.