Son Etap: Toplama kampında direnç ve kadın dayanışması

Marta  kalabalığın önünde idam sehpasına çıkar. Arkasından birisi, ellerinin bağını çözmesi için bıçak verir. Marta’nın ipi çözmesiyle “Beni asamayacaksınız” demesi bir olur. Gökyüzünü uçak sesleri doldurur, Naziler sağa sola kaçışırlar; ölümden dönen Marta heyecandan yoldaşlarının kollarında baygınlık geçirirken“ Bir daha Auschwitz’i yaşatmayın” der, onlar da “yaşatmayacağız” diye söz verirken film sona erer.

Tülin Tankut

Wanda Jakubowska‘nın anısına

Nazi dönemine ait toplama kamplarında geçen ticari amaçlı  piyasa filmlerinde , konu zenginliği nedeniyle çok çeşitli kadın tiplemeleri canlandırılır : Liderinin emirlerini tereddütsüz yerine getiren silik Nazi gözetmenler ;  kollarına Nazilerce vurulmuş damgalarıyla , bireysellikleri yok edilerek bir numaraya   indirgenmiş, ayakta durmakta bile zorlanan Yahudi mahkumlar  ; en acısı da  yine kendilerinden biri olan denetleyicileri ; pek ender  Nazilere karşı casus olarak kullanılanlar ; savaş sonrası  Nazi subaylarıyla ilişki yaşadığı için saçları kırpılıp sokaklarda dolaştırılarak cezalandırılanlar.  Bu filmlerde hiçbir kadın  etkin varlıklar olarak gösterilmezler.  Kadınların görünmezliğine karşılık, Nazi subaylarının mahkumlara yaşattıkları cehennem hayatı  (“sert gerçekçilik” hayranları düşünüldüğü için mi?!) ; köpeklerini sevme, piyano çalma, özenle hazırlanmış  sofralarda  ellerinde içki kadehleriyle keyif çatma, beyaz eldivenlerini giyip bir parmak  işaretiyle  gaz odalarında “olay başlasın” emrini verme, kısacası Naziliği , görsel ve işitsel efektleri kullanarak, özüne dokunmadan şekle indirgeyerek sunma çabaları öne çıkar.

Siyah- beyaz, 1948 Polonya yapımı Son Etap ise, diğerlerinden her yönüyle farklı bir film. ( Bugün bile dijital ortamlarda kendine yer bulması , filme  kayıtsız kalınamayacağının işareti) Filmin Polonyalı senaristi ve yönetmeni; eğitim yaşamını Leningrad’da sürdüren ve  o dönemde edindiği devrimci fikirlerinden hiç kopmayan Wanda Jakubowska. Genç kadın İkinci Paylaşım Savaşı sırasında Nazi işgalcilerle  savaşan direnişçilere katılır . 1942’de  yakalanır. Yahudi değildir, komünist olduğu için Auschwitz- Birkenau toplama kampına gönderilir. Savaş bittikten sonra, 1948’de  kampa dönüp belleğinde kalmış taze anılardan ve  kendi deneyimlerinden  yararlanarak komünist mahkumların, kamp koşullarında bile  binlercesine  umut ışığı olacak direnişinin ve kadın dayanışmasının, sinema sanatından ödün vermeden  filmini yapar. Dünyanın ilk kadın yönetmeni olarak sinema tarihine adını yazdıran  ve çalışmalarını daha sonra da sürdüren Jakubowska, ileri yaşlarında bile röportajlarında “Ben iflah olmaz bir komünistim “ demekten vazgeçmeyecektir.

Çekimleri gerçek kampta gerçekleştirilen film başlamadan önce, ekranda  bir alt yazı geçer: “Bu film, gerçek olaylara dayanmaktadır ve Auschwitz- Birkenau toplama kampı gerçeklerinin sadece küçük bir bölümünü yansıtmaktadır. İşgal altındaki  tüm Avrupa ülkeleri kayıplar vermiştir, bu kampta 4 milyondan fazla kadın , erkek ve çocuk  öldürülmüştür.”

Film, hatırlatma babında , sokaklarda Nazilerin Yahudileri yakalayıp kamyonlara doldurma sahnesiyle başlar. Arkadan  kamptaki bir barakada doğurmak üzere olan genç bir kadınla çevresini sarmış  olan mahkum arkadaşlarının görüntüleri gelir. Bebeğin babası kamptaki bir Nazi subayıdır; daha önce de bir kadına tecavüz etmiş, bebek doğduktan sonra kadını ölüme göndermiştir. Mahkumlar bu kez yetkililere,  “ doğumda öldü” deme kararı alarak anneyi kadın mahkumlardan oluşmuş hastane grubunda saklarlar.  Blok lideri Eliza’ya doğumu  bildirirler. Eliza, odasında  Yahudi bir mahkuma çizmelerini çıkarttırmaktadır. Dengesiz,  zalim, ağzı bozuk bir kadındır ve  zaafları vardır. Mesaisi bitince,  kadehi elinde demlenirken Çingene olduğu için kampa düşen kıza  çalgı çaldırıp şarkı söylettirdiğini herkes  bilir. Bununla tehdit edilince mahkumların bazı isteklerine boyun eğmek  zorunda kalır.

Yeni mahkumlar gelmektedir; kadın,erkek,çocuk, 2500 Yahudi mahkum. Erkek Nazi subayı onlara korkmamalarını söyler. “ Genç ve sağlığı yerinde olanları, çocuk ve yaşlıları ayrı bir kampa göndereceğiz” der. Aile üyeleri birbirlerinden ayrılır. Her birinin belgeleri,  değerli eşyaları, mücevherleri ellerinden alınır. Sevkiyatlar sırasında  kadın mahkumlardan oluşmuş bir orkestranın  onları marşlar çalarak karşılaması adet olmuştur. Nazi subayı mahkumların arasından Almanca bilen  Marta adlı Yahudi kızı kendine çevirmen olarak seçer. Marta’nın diğerleri gibi saçları kesilmez, tek tip giysi değil,  sivil giysi giyer; sol koluna numara da vurulmaz. Ancak Marta bu ayrıcalıklara kanacak biri değildir; aklı fırınlarda yakılmakta olan kampa birlikte geldikleri arkadaşlarındadır.

Mahkum hastanesinin  başhekimi  Eugenia ,  Nazi subayına tifüs vakalarının arttığını rapor eder ama adam umursamaz. Eugenia’nın Polonyalı  Yahudi değil, komünistlikten içeri alındığını da  bilir,  o yüzden  kötü davranır ona. Birkaç mahkum yeni doğmuş,  son derece sağlıklı bebeği adama gösterir, kamp koşullarında bile sağlıklı çocuk yetiştirilebileceğini kanıtlamak isterler . Adam, “bundan ileride  ya moron ya da suçlu çıkar”der ve bebeği revire götürür. Kendi oğlunu gözünü kırpmadan  iğne yaparak öldürür.

Komünist kadınlardan biri, barakada çevrelerine toplanan diğer mahkumlara,  yoldaş Stalin’in savaşın gidişatı hakkında bilgilendiren, mahkumların umudunu  diri tutan yeni  mektubunu okumaktadır. Nazi işgali altındaki Polonya’da kamptaki devrimci kadınlar,  direnişçilerle haberleşme halindedir. Son derece dinamik, korkusuz, zorluklara direnen, kendi iradeleriyle hareket edebilen kadınlardır onlar. Başkaldırıları, direnişleri ve eylemleriyle kendilerini yeniden yaratmaktadırlar. Faaliyetleri diğerlerini de etkilemekte, morallerini güçlendirmekte, böylece örgütlenmeyi kolaylaştırmaktadır. Aralarında Nazi rejiminin  muhalif siyasi mahkumları , dışarıyla bağlantıyı sağlayan direnişçiler vardır. Erkek direnişçilerle sıkı sık fikir alış verişinde bulunup savaşın seyrini izlerler. (1)

Kadın Nazi yöneticileri, yoksul ailelerden gelen genç kızlardır; tümü birer sadist Nazi askerine dönüşmüştür; adeta  yalnızca kendisinden beklenen tepkiyi gösterebilen bir robot gibi. Totaliter rejimlerde adet olduğu üzere tek tipleştirme esastır. Bireyin gerçeklikten koparılıp baskı altına alındıktan sonraki davranışlarıysa ibretliktir. Bu yüzden belli ki Nazi subayları bile düşünme yoksunu kalabalıklardan seçilmektedir. Kadınıyla erkeğiyle tüm Nazi yandaşları faşizmin kendilerine sağladığı statünün tadını çıkarırken kadınlar, üst rütbeli erkeklerin karşısında pısarlar;  hemcinsleriniyse kıskanırlar.  Bir partide dans ederlerken birisi, kendisinden daha üst mevkide olan kadın için partnerine ,“ Ben de güzelim, ben de onun gibi gözetmen olmak istiyorum” diye yılışır.

Auschwitz- Birkenau , hem toplama hem de çalışma kampı olarak faaliyet göstermektedir. Mahkum kadınlar, bedenlerinin kaldıramayacağı ,  en ağır işlerde çalıştırılırlar; duvar örerler, kocaman metal kazanları bile ite kaka gideceği yere götürürler.  Buna karşılık kalabalık barakalarda kalmakta, sıkış tepiş , ranzalarda yatmaktadırlar. Yiyecek bulmak öylesine zordur ki, bir kadın gaz odasına gönderilirken ekmeğini arkadaşına verir. Dayanışmanın böylesi !  Ama her şeye karşın  morallerini bozmamaya çabalarlar, çalışırken şarkı söylerler. Yine bir gün moralleri yerindeyken gözetmen, koroda sesi en çok çıkan genç kadını ,hırsından “Arsız Polonyalılar” diyerek tabancasını çıkarıp  öldürür. Mahkumların umutlarına sarılmaları, uçak sesleri duyunca sevinmeleri, yetkilileri çileden çıkarmaktadır. (Yeni grupların kadınlar orkestrasının marşlarıyla karşılanmasıysa (!) , aile bireylerinin ayrılması sırasında  panik çıkmaması için alınmış bir önlemi getiriyor akla. )

Polonyalı başhekim  Eugenia, Leningrat’ta eğitim görmüştür. Çalışkandır, günde yedi yüz hastaya bakar ama  bundan hiç gocunmaz. Hastalar arasında Fransız, Polonyalı, farklı  ülkelerden gelmiş mahkumlar vardır; tümüne eşit davranır. İlaç yokluğu bazen onu  çaresizlik içinde bırakır . Bir seferinde yardımcısı, elde kalan tek iğneyi, bilincini yitirmiş bir genç kıza yapması gerekirken, “kalbim zayıf, üç çocuğum var” diyen kadını kıramayıp ona yapmıştır. Yardımcısını  sertçe uyarır. Ölen genç kızın kardeşiyse, kampta yaratılan dayanışmacı atmosferin etkisiyle  bundan şikayetçi olmaz. Öte yandan mahkum sevkiyatı sürmekte,” ayıklama” faslının ardından bazıları yine  “meçhule giden” kamyonlara doldurulurken kampta bırakılanlara, uzaktan krematoryumlardan yükselen  dumanları,  acı içinde seyretmek kalmaktadır. Fransız mahkumlar milliyetçi marşlar söyler; Yahudiler ortak dualarını yapar, Polonyalılar direniş ruhunu canlı tutmaya çabalar. Hele günlerden bir gün, Almanların Stalingrat’ta yenildikleri  haberini alınca şarkılarla, danslarla zaferi kutlarlar, öldürülmek pahasına.

Çevirmen Marta, “Size telefon var” diyerek Nazi komutanı oyalarken, diğerleri cepheden haber almak için hastaneye gizliden giren, gazete ve  ilaç getiren erkek mahkumla görüşürler. Yoldaşları,  ayrılırken örgütlenmeyi genişletmeleri önerisinde bulunur.

Arda arda sevkiyat, hiç durmaz… Manzara korkunç: Canlı kalanlarından toplanan giysi, gözlük, saat, ayakkabı, oyuncak, çocuk eşyaları mezarlığı… 351.000 kadın mahkum; çizgili, tek tip giysileri, kesilmiş saçlarını örten yemenileriyle ölüm kalım savaşı vermekteler… Acıya dayanamayan, kampı çevreleyen elektrik akımı verilmiş dikenli tellere atıyor kendini. Nazi yöneticilerse dinlenme odasında, eğlencede. Biri, başını okşadığı oğlan çocuğu için” SS subayı olacak” der, bir başkası Führer sayesinde harika bir hayatımız var” diyerek kıkırdar. Erkek görev arkadaşı sırıtır : “Sevkiyat sayesinde.” (2)  O sırada radyodan “ Gaz odalarında, krimatoryumlarda öldürülen insanlar… Bu ay Auschwitz’de  235.000 insan öldürüldü, ” anonsu duyulur. Nazi komutan öfkelenir, görevli kadına çıkışır: “Burada danslı partiler düzenliyorsun ama kampta ne olduğundan habersizsin.” Uluslar arası bir heyetin kampı kontrole geleceğini duyunca kadın emirler yağdırır  mahkumlara: “ Alt ranzada yatan hastalara çarşaf, havlu, kıyafet verin .” Aklını yitirmiş yaşlıca bir mahkum, “ İngiltere Kralı bizi ziyarete gelecek” diye sevinir.

Heyet, teftiş için hazırlanmış olan hastaneyi gezer. Heyet başkanı sivildir. Ona refakat eden  Nazi komutan kampı över: “ Cephedeki askerlerden daha iyi durumdalar” der. Hastane başhekimi Eugenia ise, adam dönüp “Suçlarınızın bir parçası olmak istemiyorum” diyerek tüm gerçekleri söyler ve  “Komünist olduğum için burada tutuluyorum” diye ekler.  Komutan  kadını,  akli dengesi bozuk olduğu gerekçesiyle heyetten uzaklaştırır. Sonrası? Eugenia sorguya çekilirken konuşmaz. Arkadan bir işkence görüntüsü: Gramofonda hareketli bir parça çalıyor. Komutan ve arkadaşı, kollarından asılmış kadının çektiği eziyeti zevkle seyrediyorlar.  Kızgın demir çubukların hazırlanışıyla sahne sonlanır.

Kampa bu kez savaş esiri üniformalı kadın askerler getirilir. Grubun sözcüsü, uluslar arası anlaşmalara göre , savaş esirlerinin kampta ayrı bir yerde tutulmaları gerektiğini söyler. Erkek gözetmen ,” Kadınlar için savaş esiri kampı yok” der, “akıllı ol” diye de gözdağı verir. Çevirmen Marta grupla hemen anlaşır. Onlara iyi giysiler verilmesini sağlar, saçlarının kesilmesini önler. Devrimciler yeni gelenlerle taze bir güç kazanmışlardır. Hastane işleri de  başhekim  Eugenia hayattaymış gibi, aynı düzen içinde sürdürülmektedir.  Son sevkiyatta gelenler arasından seçilen yeni başhekim Lalunia , mahkumlar üzerinde iyi bir izlenim bırakmamıştır.  “Yahudi değilim” sözü de hoş karşılanmamıştır.  Nazilerle uzlaşanlarsa, Launia ile hemen kaynaşırlar; onu dinlenme odasına götürürler. İçkilerini içerek, onun getirdiği parfüm, sigara, şeker, ilaç, giysi v.b. hediyeleri paylaşırlar.  Bir ara savaş konuşulur; Almanlaıla İngilizlerin anlaşıp Ruslarla savaşacağından söz edilir. İçlerinden biri, ” Bolşeviklerin kazanmasındansa burada on yıl yatmaya razıyım” der.

Kamptaki devrimci kadınlar  çok aktiftir. Savaş esiri kadın subayların birikiminden de yararlanırlar ve   mücadeleyi hızlandırmak  için hazırlık planı yaparlar. Önce sivil yaşamda çok zengin bir eczacının eşi olarak lüks içindeki  yaşamıyla  övünen  Launia’yı  zaaflarından vururlar.  Kartlarla fal bakan kız, sözde onun da  falına bakar : “ Zengin olacaksın. Ama siyah saçlı yakışıklıya dikkat et, tamam mı?”  Başka biri çevresinde toplananlara  şarkı söyler. Böylece el birliğiyle kadını oyalarken beyin takımı da işbölümü yapar. Erkek kampıyla iletişim kurulacak,  SS hakkında bilgi toplanacaktır. Bloklardaki mahkumlara haber verilerek, tüm  mahkumların katılımı sağlanacaktır. Her şey hesaplanmıştır. Falcı kız bile fal karşılığı mahkumlardan ufak tefek mal toplarken Almanların yenildikleri haberlerini duyurur.

Bu arada Lavunia  doktor olmadığını itiraf eder.  Zaten hakkındaki ” ilaç vermiyor, hasta bakmıyor” , şikayetleri ayyuka çıkmıştır. Eşyaları aranırken sakladığı  mücevherler  ve bir kağıt parçası çıkar ortaya.  Gözetmen kağıdı okur;   “hastanede bir hain var” diyerek, Lavunia’nın sırlarını ortaya döken ,  “ komünist” diye aşağıladığı mahkum Anna’nın  yüzünü kırbaçlar; infazı için    erkek gözetmene teslim ettikten sonra kamp yönetiminin toplantısına katılır. Toplantıda başkan, “ Auschwitz’i  imha etme planımız onaylandı” der. O sırada çevirmen Marta ve gizlice yanına gelen direnişçilerden erkek mahkum aralarında konuşmaktadırlar. Plana göre, beş gün içinde kamptaki herkes ölecektir. Altı gün sonra kampta hiçbir şey kalmayacaktır. Bu yüzden Nazilere ait belgelerin derhal kaçırılması gerekmektedir.

Marta ve yoldaşı Nazi kılığına girerek kamptan kaçarlar. Buluşma kulübesinde belgeleri,  imha planının kopyasını,  onlarını beklemekte olan direnişçiye verirler. Alt katta direnişçiler radyo istasyonu kurmuşlardır. Radyodan imha planı açıklanır. Almanlar bunu duyunca paniğe kapılırlar. Üst düzey yetkili “kampı aptallar yönetiyor” diyerek yetkiliyi haşlar. Aslında kampta her şey kitabına uydurulmaktadır. Ancak görevliler, robotlaştıklarından sık sık arıza çıkarmakta ve herkes birbirini aptallıkla itham etmektedir. Onların bu durumundan devrimciler ustalıkla yararlanmaktadır. Nitekim, plan deşifre olunca kadın gözetmen” hastanedeki bütün Yahudi mahkumların dışarıda toplanmasını emreder. Sorumlu  mahkum, hastane doktoru  Nazi subayını , “emir yetkisi sizde değil mi?” diye kışkırtır. Adam şişinir. Emri tanımaz, böylelikle Yahudi mahkumlar infaz edilmekten kurtulurlar.

Marta ve yoldaşı kampa geri döndüklerinde gözetmenleri yalan söyleyerek ikna edemezler ve sorguya çekilirler. Erkek hemen infaza götürülür, Marta ise kamptan kaçtığı için ibret olsun diye herkesin gözü önünde açık alanda asılacaktır. Ancak Nazilerin sonu yaklaşmaktadır. Barakalardaki mahkumlar, Kızıl Ordu uçaklarının , ardından da kamptan yükselen  alarm seslerini duydukça sevince boğulmaktadır.

Marta  kalabalığın önünde idam sehpasına çıkar. Arkasından birisi, ellerinin bağını çözmesi için bıçak verir. Marta’nın ipi çözmesiyle “Beni asamayacaksınız” demesi bir olur. Gökyüzünü uçak sesleri doldurur, Naziler sağa sola kaçışırlar; ölümden dönen Marta heyecandan yoldaşlarının kollarında baygınlık geçirirken“ Bir daha Auschwitz’i yaşatmayın” der, onlar da “yaşatmayacağız” diye söz verirken film sona erer.

DİPNOT:

1)  Bu kadınların devrimci kimlikleriyle,  kamptaki gayrı insani koşullar karşısında dik durabilmeleri , gelecek kuşaklar (bugün de) için örnek oluşturacak başarılı deneyimlerini miras bırakmaları rastlantısal değildir. Yetiştikleri ortam, çevre, aldıkları eğitim göz önünde bulundurulduğunda, onların durumu , dönemin kapitalist ülkelerindeki kadınlara nazaran daha iyiydi. Örnek vermek gerekirse; Çarlık Rusya’sında kadınların yüzde 85’i okuma yazma bilmiyordu. Sovyet rejiminde annelik toplumsal bir görev olarak görülüyordu. Kadına yasal kürtaj hakkı tanıyan ilk  ülke SSCB idi. (Bu ve benzeri kazanımları göz ardı ederek zorunluluktan kaynaklanan bazı kısıtlamaları tartışmaya açmak ve farklı değerlendirmeler yapmak  isteyen kesimler olacaktır. Bu yazı bir film yazısıdır, dolayısıyla filme  odaklandı.   Ancak filmin izleyici üzerindeki bir etkisi de dönem hakkındaki  kitapların  okunması için izleyicinin  merak duygusunu kışkırtması, kanımca. ) Diğer Doğu ülkelerinde olduğu gibi, Polonya Halk Cumhuriyeti’nde  de  kadın lehine kazanımlar artırılıyordu. Üstelik kadınlar bir yandan da Katolik Kilisesi’yle ideolojik mücadeleyi sürdürüyorlardı.

Nazi rejimi sosyo-ekonomik, teknolojik, siyasi , kültürel, psikolojik, çeşitli boyutlarıyla incelenmesi gereken karmaşık bir olgudur. Faşizme gelince: Sermayenin , devletin olanaklarını kullanarak silah gücüyle yönetimi ele geçirmesi olarak tanımlanmaktadır. Yanıtı merak edilen soru şudur: Alman düşünce geleneği nasıl olmuştur da Nazizm’i yaratmıştır? Kabaca diyebiliriz ki, Almanya birinci Paylaşım Savaşı’nda yenik düşmüştür. Bu bunalımı atlamaya çalışırken çeşitli kurtuluş reçeteleri öne sürülüyordu. Faşizmin Alman halkına çekici gelmesinde Hitler faşizminin halkın özlemlerini kullanarak sinsi planlar yapmasının rolü vardı. Hitler 1933’te çoğunluğun desteğiyle, seçimle iktidara geldi. Nazizmin Alman ırkının saflığı iddiasıyla kendini meşrulaştırmasına en çok üniversite çevrelerinden tepki gelmesi (biyoloji bölümüden) beklenirdi. Ancak o dönemde kafatası çalışmaları da bilimsel çalışmalar içinde yer alıyordu. Naziler sarsılmaz bir düzen hedeflediler. Ari ırktan oluşmuş, kusursuz bir devlet yaratma adına insanın yaratıcı potansiyelini yok sayarak onu sürü haline getirmeyi planladılar. Bireysel iradenin kullanılmasına izin vermezlerdi, aslolan iktidardaki siyasi iradeydi. Bağımsız düşünme etkinliğini ortadan kaldırmak için Nazi yönetimi, öncelikle hukuk sistemine el attı. Kontrol;  baskı ve şiddet yoluyla sağlanıyor, politik şiddet meşrulaştırılıyordu. Her şey yasalara uygundu. Birey, rejimle karşı karşıya kaldığında seçeceği  iki yol vardı; ya boyun eğmek ya da baş kaldırmak. Yargı, üniversiteler, bilim, sanat v.b. kurumlar bağımsızlıklarını yitirdiler. Hitler’in çevresinde iktidardan payını alan bilim ve sanat insanları durumdan yakınmıyordu. Naziler bilimi, sanatı, müziği, sporu propaganda aracı olarak kullanıyordu. Alman halkını tek yumruk haline getirerek diğer halklar için insan haklarını tanımıyorlardı. Bunlar bir izleyici olarak okuma deneyimlerimizden ve filmin sunduklarından damıttığımız bilgiler… Filmde, Nazilerin Yahudiliği ötekileştirmeyi sınıfsal iktidarları  açısından yararlı bulduklarının somut örnekleri de veriliyor. Sevkiyat sayesinde mahkumların değerli olan- altın dişten mücevhere kadar – her şeye el koyuyorlar. Çırılçıplak kalan insanlar artık “hiç kimse”dir; hukuk sisteminin dışında bırakılmıştır.

Filmlerde pek rastlanmayan olgulardan biri de şudur: Dünya ticaretine yön veren ve varlığını günümüze kadar sürdüren birçok marka, Nazi rejimine finansal destek sağlayarak Nazilerin suç ortağı olmuştur. Çelik ve mühimmat üreticisi Siemens, Krupp; Ford ve BMW gibi otomobil üreticileri ; Volswagen, Porsshe, Coca Cola, Fanta, Bayer (Asprin’yle ünlü) vd. için erişime açık kaynaklarda haklarında her türden bilgi bulunabilmektedir.