Seçim sonuçları üzerine

Mücadele, sandık ve seçimlere sıkıştırılarak olmaz. 5 yılda bir sandık başına gidip oy vererek, bu düzenden, gericilikten, çürümeden kurtulmanın mümkün olmadığı, örgütlü toplumsal/siyasal mücadelenin zorunluluğu daha fazla anlatılmalı, anlaşılmalıdır.

Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri geride kaldı. Seçim öncesi siyaset yerine aritmetik hesaplarla strateji çizen düzen muhalefetinin başarısızlığı ortada. Bu siyasal aklın yani aritmetik siyasetin soldaki uzantısı olarak değerlendireceğimiz “aritmetik solculuğun” da bu başarısızlıktaki payı ortada. Seçim öncesi aritmetik hesaplarla siyaset yapılamayacağını söylerken bugün de seçimlere yönelik bir analizin de benzer bir biçimde sayı/rakam ölçümleriyle değil doğrudan siyasal saiklerle ele alınması gerektiği açık.

Öncelikle seçimlerin doğrudan demokrasi ile eşleştirilmesi tam bir burjuva sınıf aldatmacasıdır. Her türlü hilenin, şaibenin döndüğü, baskının ve zorun devreye sokulduğu, toplu oyların kullanıldığı, sandık güvenliğinin alınamadığı, sahte seçmen listelerinin bulunduğu bir “adaletsizlikten” demokrasi beklemek büyük bir saflıktır. Ancak bugünkü politik tabloyu buradan yola çıkarak değerlendirmenin sınırları bulunuyor. Bu bir olgudur ve doğrudan burjuvazinin her zaman işlediği suçlardan birisidir. 5 yılda bir sandık başına giderek verilecek oylarla ülkenin kurtuluşunu ummanın bir kez daha yanılsama olduğu görülmüştür. Kurtuluşun örgütlü bir toplumsal/siyasal mücadele verilmeden “olmayacağı” gerçeği bir kez daha vurgulanmalı, küçük burjuva bireysel tepki ve tavırlarla sosyal medya solculuğunun sınırları ortaya konmalıdır.

Düzen muhalefetinin gerek parlamento gerekse cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybetmesini, düzenin bir başka kanadı olan AKP-MHP kanadının zaferi olarak görülmesi de aynı şekilde yanıltıcıdır. Seçim sonuçları Cumhur İttifakı açısından zafer değil, tersinden düzenin krizinin derinleşmesi anlamı gelmiştir. Burjuva sınıfının kanatları arasına sıkıştırılan seçim, düzenin siyasi ve ekonomik krizlerini aşacak bir zemin yaratamayacaktı, yaratmamıştır da. Her iki kanat da sermayenin programına sahipti ve seçim sonrası bunun emeğe dönük saldırı programı anlamına geleceği açıktı. Seçim sonrası beklenmesi gereken en temel nokta budur. Sığınmacılar gündemi, dış politikadaki sıkışma, emperyalizme bağımlılık, Kürt sorunu, ekonomik kriz orta yerde durmaktadır.

Türkiye’de düzen siyaseti çok öncesinden itibaren görüldüğü üzere seçimlere Cumhur ve Millet İttifakları üzerinden kutuplaşma ikliminde girmiştir. Düzenin iki kanadının, gerici faşist iktidar bloğu (Cumhur İttifakı) ile düzenin restorasyoncu kanatlarının (Millet İttifakı) karşı karşıya geldiği bu ortamda tüm emekçiler iki sağ oluşumun arasına sıkıştırılmıştır. Başta işçi sınıfı ve emekçiler olmak üzere bu düzenle derdi olan tüm toplumsal kesimlerin taleplerinin, özelde düzen muhalefetinin yarattığı sahte umutlara meze edilerek oluşturulan büyük kandırmaca seçim sonucuyla birlikte ortaya çıkmıştır.

Millet İttifakı’nın Türkiye’de siyasetin sağ bir eksende yeniden yapılanması konusunda oynadığı rol önemli bir olgu olarak kaydedilmelidir. Seçimin birinci turundaki başarısızlık da hesaba katılırsa, şu ana kadar atılan adımların bir kısmı Cumhur İttifakı’na can simidi olmuştur. “Sağa karşı sağ” stratejisi sağdan parça koparmaya değil sağın tahkimatına yol açmıştır. Küçük bir örnek vermek gerekirse, Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme adı altında türban konusundaki çıkışı şimdi seçimler sonrasında AKP’nin elinde büyük bir silaha dönüşmüştür. Çünkü 14 Mayıs sonrasındaki Meclis kompozisyonuna bakmak gerekirse AKP, MHP, YRP, DEVA, Gelecek, Demokrat Parti, Saadet Partisi ve İyi Parti’nin toplam milletvekili sayıları 400’ü geçmektedir. Bu tabloda AKP iktidarı kimi başlıklarda pürüzsüz adım atma kabiliyetine sahip olabilecektir. NATO’nun genişlemesi örneğinde olduğu gibi CHP’nin verdiği destek ve HDP ve TİP’in zımni onayı gibi başlıklar da hesaba katıldığı zaman bu durum çok daha boyutlu hale gelmektedir. Önümüzdeki dönem Meclis’te “muhaliflerin” etkisiz eleman haline dönüşmesi işten bile değildir.

Düzen muhalefetinin bir diğer kanadı olan Emek ve Özgürlük ittifakı ise liberalizmin siyasal odağı olarak seçimlerde reformist hattın temsilcisi pozisyonunda yer almıştır. Her ne kadar yukarıda bahsettiğimiz tablonun dışında görülse bile özü itibariyle genel anlamda Emek ve Özgürlük İttifakı, özelde ise YSP ve TİP, son tahlilde Millet İttifakı’nın dışarıdan destekçisi, ittifak unsuru durumunda kalmışlar, bizzat Millet İttifakı’nın rüzgarını arkalarına alarak seçimlere girmişlerdir. CHP tarafından kurulan “Aritmetik siyaset” ve bu siyasetin soldaki bileşenleri olarak işlev gören YSP ve TİP de bu tablonun paydaşları olarak değerlendirilmek durumundadır. Özellikle TİP’in, liberal akıl tarafından kurulan ve CHP tarafından yaşama geçirilen aritmetik siyasetin soldaki ayağı olarak “parlatılması” yaratılan sahte umutlara çarpıcı bir örnektir. CHP, sağın önünü açmış, sol ise CHP’yi desteklemiştir. Buradan sağın geriletileceği gibi bir taktik, solculuk diye pazarlanmış ancak sonuç sağın tahkimatından başka bir şey olmamıştır.

TKH başta olmak üzere seçimlere giren sosyalist solun devrimci kanadı, bu koşullarda başta AKP iktidarı olmak üzere düzen siyasetini doğrudan karşısına almış, Millet İttifakı’nın sağ çizgisine karşı sözünü söylemiş, yetmez ama evetçilere bağrını açan Emek ve Özgürlük İttifakı’nda cisimleşen liberal reformist hattın eleştirisinden sakınmamıştır. Düzen muhalefeti çizgisine indirgenmiş bir mücadelenin değil, Türkiye’deki alternatif devrimci siyasi kuvvetin şekillenmesi mücadelesinin önemi bir kez daha seçim sonuçlarıyla birlikte ortaya çıkmıştır. Böylesi bir dönemde, bir dizi sol yapının tersine Millet İttifakı’nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na açıktan destek ve oy çağrısı yapmasının neye yaradığı ise masaya yatırılmalıdır. Meselenin Türkiye’de devrimcilerin ve komünistlerin Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinden düzenin kanatlarından bir tanesine eklemlenmesinin “zorunlu olmadığı” seçimin birinci turu birlikte ortaya çıkmıştı. Çünkü solun gücü tablonun sola doğru eğilmesini sağlamadığı gibi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun solun oylarıyla Cumhurbaşkanı seçilmesi gibi bir durum da ortaya çıkmamıştır. Ancak ortadaki durumun CHP’nin sağa karşı sağ açılımına soldan payanda olmak dışında bir anlamı olmamış, geriye kalan ise devrimci bir sosyalist odağın bir seçenek haline getirilememesi olmuştur. Yeni yetmez ama evet katarına ne yazık ki Türkiye solu da katılmıştır. İşin pratik sonucu ise, Türkiye’de komünistlerin bir bölümünün siciline ikinci yetmez ama evetçilik olarak niteleyebileceğimiz Kılıçdaroğlu destekçiliğinin işlemesidir. Seçim öncesinin CHP destekçilerinin, bugün seçim sonuçları üzerinden CHP eleştirisinin ve “CHP sussun” demesinin tutarsızlığı ortadadır.

Bu bağlamda, Sosyalist Güç Birliği’nin (SGB) kuruluş esaslarına uygun bir pozisyonda olmadığını ve seviyesinin altında kaldığını tespit etmek durumundayız. SGB’nin Cumhurbaşkanlığı seçimleri tartışmasına kilitlenmesi birinci yanlış olmuştur. İkinci yanlış ise SGB’nin doğrudan toplumsal örgütlenmeyi hedefleyen bir pratiği merkeze koymamasıdır. Bir diğer başlık ise, SGB’nin parlamento seçimlerinde Türkiye’nin belli noktaları için önerilen “Bağımsız sosyalist, devrimci aday” çıkarması ve barajdan kurtularak gerçek bir siyasal mücadeleyi yükseltme çağrısının karşılıksız kalmasıdır. Oysaki, biçimi ne olursa olsun SGB’nin 14 Mayıs parlamento seçimlerinde çok daha güçlü bir şekilde pozisyon alması ve düzenin kanatlarını bir bütün olarak karşıya alarak devrimci bir seçeneğin zeminini döşemesi sağlanabilirdi. O yüzden böylesi bir dönemde SGB’nin “gerçek sol” bir güç olarak öne çıkması tüm bileşenleri daha fazla güçlendiren bir durum yaratabilirdi. Ancak bu yapılamamıştır.

Bütün bu analizlerin ötesinde Türkiye sosyalist hareketinin daha fazla gündeme alması gereken önemli nokta ise bize göre şudur: Toplumsal ve siyasal dinamiklerin, mevcut düzen muhalefetinin “sandık siyasetiyle” değişmediği ortadadır. Özellikle işçi sınıfının ağırlıklı olarak toplandığı işçi havzalarındaki siyasi yönelimin sosyalistler açısından dikkatlice analiz edilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu açıdan işçi sınıfının ana damarlarının bugün düzen karşıtı bir politik düzleme geçmediği, verili düzen muhalefetinin de açtığı alanın tersinden böylesi bir durumu beslediği açık olmalıdır. Bu anlamıyla sol siyasette düzen muhalefetinin arkasına geçerek ya da oluşturduğu rüzgârı “arkasına” alarak tepki siyasetinin temsilciliğine soyunmak son kertede küçük burjuva siyasetin temsilciliğinden başka bir şey değildir. AKP karşıtı tepkinin örgütlenmesi üzerine oturan ve özelde YSP ile CHP’nin bıraktığı boşluğa oynayan TİP’in aldığı oy CHP seçmenin ağırlıklı olarak bulunduğu orta sınıf tepkisinden alınmış oylardır. Ancak bu durum, ülkenin sağcılaşmasına bir bariyer değil tersinden “tepkinin dışavurumu” dışında bir anlama gelmemektedir.

Sosyalistler, seçim değerlendirmesinde toplumsal ve siyasal dinamiklerin nasıl şekillendiğini analiz etmek ve aynı zamanda bugünkü kapitalist sistemin kriz dinamiklerini saptamak zorundadır. Yukarıda ifade ettiğimiz “yeni dönemi” analiz ederken asli olarak bu noktaya bakılmalıdır. Öncelikle söylenmesi gereken ana noktalardan birisi, AKP eliyle kurulan “ikinci Cumhuriyet rejiminin” yerleşme sorunsalının bu seçimlerle birlikte çözülmesinin ve “müesses düzen”in kendi kurumsallaşmasını tamamlanmasının beklenmesidir. Bunun daha gerici bir siyasal düzlem yaratacağı açık olmalıdır. Seçimlerde kilit parti haline gelen “faşist odağın” bugün düzen siyasetinde oynadığı rol, düzenin bu tahkimatını daha da kolaylaştıracaktır. Ancak bütün bu gelişmelerin temel kırılma noktası kapitalist sistemin kendi kriz dinamikleridir. Bugün ülkenin karşı karşıya kaldığı başta ekonomik sorunların çözümü mutlak bir biçimde “kemer sıkma” siyasetiyle aşılabileceğinden önümüzdeki dönem emeğe dönük yeni saldırıların artacağını söylemek abartı sayılmamalıdır. Bununla birlikte, verili düzen siyasetinin, düzenin krizlerini aşacak bir politik ve ekonomik programa ve niteliğe sahip olmaması gerçeği yaşanan tablonun düzen ve özelde iktidar bloku açısından bir pirus zaferine karşılık gelmektedir.

Seçimlerin ikinci turu sonrasında Tayyip Erdoğan’ın galibiyeti ile birlikte başta CHP olmak üzere Millet İttifakı’nda taraflaşmalar, kopuşlar ya da dağılmalar olması beklenebilir. Burjuva siyasetinin, doğası gereği bunların yaşanması olasılıklar dahilindedir. Dolayısıyla Millet İttifakı’nın zemini kırılganlaşmıştır. Ancak bu durum Millet İttifakı’nın Türkiye’nin en sağ bileşimli Meclisi’nin oluşmasına payanda olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Normalde esamisi okunmayacak noktaya gelen AKP fazlası sağ siyaset, Millet İttifakı aracılığı ile onar tane milletvekili alarak Meclis’e dönmüş durumda. Bunun karşısında ise Hizbullahçıların ve Yeniden Refah Partisi’nin Meclis’te yer alması gibi bir gerçek bulunuyor. Üzerine bir de Cengiz Çandar ve Sezai Temelli gibi yetmez ama evetçi liberallerin Emek ve Özgürlük İttifakı eliyle milletvekili seçilmesini eklemek gerekmektedir. Bu tablo tam da düzenin kanatlarının arasında oluşan siyasal düzlemin ülkeyi nereye taşıyabileceğinin önemli bir göstergesi olarak okunmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. Yılında böylesi bir Meclis’in şekillenmesi ise daha büyük bir garabet olarak karşımızdadır. O açıdan meselenin Kemal Kılıçdaroğlu’na destek ya da Millet İttifakı ile kurulan soyut ittifaklar olmadığı ortaya çıkmış ve solun güçlü bir çıkış yapmasının zorunluluğu bir kere daha görünür olmuştur.

Son olarak Türkiye devrimcilerinin bildiği bir ezberi yeniden yazmak gerekiyor. Mücadele, sandık ve seçimlere sıkıştırılarak olmaz. 5 yılda bir sandık başına gidip oy vererek, bu düzenden, gericilikten, çürümeden kurtulmanın mümkün olmadığı, örgütlü toplumsal/siyasal mücadelenin zorunluluğu daha fazla anlatılmalı, anlaşılmalıdır.

Düzen muhalefeti, düzen solu ve özelde CHP’nin kuyruğuna takılan bir siyaset anlayışının devrimci bir siyaset üretmesinin mümkün olmadığı gibi buradan solcu bir düzlemin oluşamayacağı bir kez daha görülmüştür. İhtiyaç bellidir: İşçi sınıfının devrimci siyasetinin örgütlenmesi gerekmektedir. Meclis’te milletvekili hesapları yapanların, Meclis’te solcu muhalefet tezleri yanılsamadan başka bir şey değildir.