Seçim günü ne yazılır?

Bireyin seçmek istediği birilerinin olmadığı ama kesin olarak seçilmesini istemediği bir aday varsa negatif oy kullanabilmeli bence. Ya da neden tek oy? Yani neden seçmen oyunu iki aday arasında paylaştıramaz ki? Şaka gibi duruyor ama değil. Daha önce pek karşılaşılmayan seçenekler böyle bir duygu yaratır.

Seçim günü başka bir konuda yazmanın, hele bilim/akademi yazmanın çok anlamı var mı bilemiyorum. Seçimlere en ilgisiz olanların bile başka bir şey konuştuğu yok. Örneğin ben. Geceyi televizyon karşısında geçireceğim kesin gibi.

Seçim işini gerçekten anlamıyorum. Eğer seçim bir yarışsa sportmence olması gerekir; yani herkesin hiç olmazsa yarışın başında koşulları eşit olmalıdır. Ama öyle değil ki; en basit örneği hazine yardımı. Sadece daha önce belirli bir oy oranını aşabilmiş partilere veriliyor. Belirlenen miktar yerel seçimlerin olduğu yıl iki, genel seçimlerin olduğu yıl üç katına çıkartılıyor. Seçim kararının ilan edilmesiyle AKP’ye 1,3 milyar, CHP’ye 695,9 milyon, HDP’ye 359,7 milyon, MHP’ye 341 milyon, İYİ Parti’ye ise 306,1 milyon lira ek hazine yardımı kesinleşti. (1) Rakamlar böyleyken neyin seçimi yapılıyor acaba? Kamu olanaklarının kullanılması konusuna girmiyorum bile; bu öyle bir avantaj sağlar ki, kimi zaman hazine yardımından bile önemli hale gelebilir.

Bunlar yetmiyormuş gibi bir de baraj sorunu var. ‘İstikrar’ bahanesiyle temsiliyeti engellemenin ciddiye alınacak bir tarafı yokken, kalkıp yüzde onluk barajı yüzde yediye düşürmek büyük bir işmiş gibi sunuluyor. Daha demokratı yüzde üç vaat ediyor! Bırakın yüzde üçü, yüzde yarım barajın bile mantığı yok. Aslında var, baraj koymak kazanabilecek aday sayısını kısıtlamanın en basit yolu. Şimdi de barajı aşmak için ittifak diye bir şey çıkarttılar ki partiler arasındaki farklılığı kaldırmanın yöntemini de buldular.

Hadi genel barajı kaldırdınız, nispi temsilin doğası gereği il veya uygulanan sisteme göre seçim çevresinde kendiliğinden olan bir baraj var. Zaten D’hont sistemi kendi başına eşitsizliği artıran bir yöntem. Aslına bakarsanız Türkiye’de sadece 1965 seçimlerinde uygulanan ‘milli bakiye sistemi’ de adil değil. Evet, diğer yaygın kullanılanlardan daha eşitlikçi ama seçim çevrelerinin varlığı ve D’hont, zaten işin başında bir eşitsizlik getiriyor. Ayrıca, hiç anlamam neden milletvekilleri coğrafi temelli bir yöntemle seçilir? Seçilenler ülkenin değil de tek bir ilin mi temsilcisi? Öyleyse her seçimde başka bir bölgeden seçilenlere ne demeli? Hani muhtar, belediye başkanı gibi işinin coğrafi sınırları olanlar için tamam da, milletvekilleri için neden bu temelde seçim yapılır? O zaman alternatiflerini düşünmek gerekir. Örneğin yaş grubu temelli seçim olamaz mı? Yani örneğin 20-30 yaş, 30-40 yaş aralıklarının oyu için birileri aday olsa ve ülkede yaş gruplarının ayrı sandıklarda verdikleri oylarla milletvekilleri belirlense? Ya da seçmenler gelir gruplarına göre oy kullansa? Asla coğrafi temelli seçimden daha mantıksız değiller ama kontrolu ve dolayısıyla oy yönlendirmesi daha güç bu sistemlerde.

Sonra neden sadece pozitif oy kullanmak zorundayız? Bireyin seçmek istediği birilerinin olmadığı ama kesin olarak seçilmesini istemediği bir aday varsa negatif oy kullanabilmeli bence. Ya da neden tek oy? Yani neden seçmen oyunu iki aday arasında paylaştıramaz ki?
Şaka gibi duruyor ama değil. Daha önce pek karşılaşılmayan seçenekler böyle bir duygu yaratır. Yıllar önce okuduğum iki kitabı (Bahar Üste’nin doktora tezinden Türkiye’de Seçim Sistemi Arayışları ile İlhan Tekeli ve Raşit Gökçeli’nin 1973 ve 1975 Seçimleri. Seçim Coğrafyası Üzerine Bir Deneme) tekrar gözden geçirdim. Bence tüm çaba önce eşitsiz, sonra kontrol edilebilir bir seçim sistemiyle hepimizi oyalamaya yönelik. Oyalama deyince, emin olun bundan sonraki ilk seçim de Türkiye tarihinin en önemli seçimi olarak ilan edilecek. 1960’lı yılların sonundan beri yapılan seçimleri düşünüyorum; hep aynı nakarat. Elimizde tek bir oy var, onu da ‘boşa gider’ diye kendi yönlendirmeleriyle kullanmamızı istiyorlar.

Anlayamadığım bir nokta da bir yandan seçimlerin kandırmaca olduğunu bilen ve söyleyen partilerin, hiçbirini atlamadan, işi gücü bırakıp her seçime girmeleri. Boşa harcanan emek ve para olduğunu düşünüyorum. Üstelik yazının başında verdiğim rakamlarla seçime giren partilerin yanında yapılan propagandanın hiçbir etkisi olmadığı açıkken…
Şimdi diyeceksiniz ki, ‘anladık sistemlerin hiçbiri adil değil ama nasıl olmalı?’ Evet, bir fikrim var ama bilim/akademi sütunu bunu tartışmak için uygun bir yer değil. Belki başka bir ortamda.

Artık konuyu akademiye bağlayıp, yazıyı bitireyim. Diyorum ki, ülke çapında seçimler bu denli eşitsizken üniversitedeki seçimlerden ne beklenebilir? Öyle bir kadrolaştılar ki, eski seçim sistemine dönülse bile seçimler sonucu isimleri YÖK’e yollanacak olan altı adayın tümünün tarikatçı olacağı kesin olan çok sayıda üniversite var. Ayrıca öğretim üyelerinin altı kişiyi seçtiği, YÖK’ün bunu üçe indirdiği ve cumhurbaşkanının bu üç kişiden birini atadığı sistemi savunmanın bir anlamı var mı?

Sorular böyle uzar gider ama ben yine bir soruyla bitireyim: Üniversitede seçimler doğrudan, tek dereceli olsa bile öğretim görevlilerinin (üyeleri değil), okutmanların, araştırma görevlilerinin, lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin, memur ve işçi tüm çalışanların katılamadığı bir seçim savunulabilir mi? Belki sadece ‘şimdi olandan daha iyi’ yani ehven-i şer diyerek. Başımız ne geliyorsa zaten bu ehven-i şer’lerden geliyor ya.

(1)https://www.haberturk.com/2023te-siyasi-partiler-ne-kadar-hazine-yardimi-alacak-3530327-ekonomi