Rusya'nın İstanbul Başkonsolosluğu'ndan "Ukrayna krizi" bülteni: ABD, hegemonya kurma arzusundan hiç vazgeçmedi

"Soğuk Savaş'ın sona ermesinden ve Varşova Paktı Örgütü’nün dağılmasından bu yana ABD, dünyada ve özellikle Avrupa'da hegemonya kurma arzusundan hiç vazgeçmemiştir."

Rusya'nın İstanbul Başkonsolosluğu'ndan

Rusya Federasyonu İstanbul Başkonsolosluğu, Rusya-Ukrayna savaşının birinci yıldönümü dolayısıyla bir bülten yayımladı. Bülteninin hazırlanmasına ilişkin “Bu bülten, Türk toplumunun özel harekatın öncesinde meydana gelen ve harekatın başlatılmasına neden olan gelişmelere ve Batı medyalarında yeterince yer verilmeyen ama konuyu bilmeyenlere güncel durumun tarafsız gidişatını anlatan detaylara dikkatini çekmek amacıyla hazırlanmıştır.” denilerek son bir yıla ilişkin şu değerlendirmeler yer aldı:

ÖZEL ASKERİ HAREKATININ BAŞLATILMASINA YOL AÇAN ÖNKOŞULLAR

Ukrayna’da «Rusya Karşıtı» Projesi şu anda Ukrayna’da yer alan gelişmeler, ABD ve yardakçılarının Rusya Federasyonu’na karşı küresel bir «hibrit savaşı»’nın açtırılmasına yıllarca yaptıkları hazırlıkların sonucu olmuştur. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden ve Varşova Paktı Örgütü’nün dağılmasından bu yana ABD, Dünyada ve özellikle Avrupa’da hegemonya kurma arzusundan hiç vazgeçmemiştir. NATO, üstlendiği tüm yükümlülüklere aykırı olarak, Rusya Federasyonu’nun sınırlarına yaklaşarak Doğu’ya doğru genişlemesini sürdürdü. 1991 yılında NATO’nun bünyesinde sadece 16 ülke varken, şimdi bu ülkelerin sayısı 30’u bulmuştur. Rusya Federasyonu durumun daha fazla ‘bozulmaması’ için sonuna kadar çaba harcamıştır. Aralık 2021’de Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin, güvenlik garantileri konusunda yeni önerilerini ileri sürmüştür: Moskova, Rusya ile ABD ve Rusya ile NATO arasında birer anlaşma taslaklarını hazırlayıp ABD ve NATO yetkililerine incelenmek üzere sunmuştur. Söz konusu anlaşma taslakları üç temel noktayı içeriyordu: NATO’nun ileride genişlemesinin engellenmesi, Rusya sınırlarında saldırı silah sistemlerinin yerleştirilmesinden vazgeçilmesi ve NATO’nun Avrupa’daki askeri kapasitesinin ve altyapısının 1997 yılında imzalanan Rusya-NATO Kurucu Senedi’nde yazılı duruma geri çekilmesi. Maalesef, bu çağrılar duyulmamış kalmıştır. Tam aksine, Batılı ülkeler herhangi bir ülkenin ve özellikle Ukrayna’nın NATO’ya girme hakkına sahip olduklarını beyan etmişlerdir. Batı ülkeleri, İstanbul’da 1999’da imzalanmış olan Avrupa Güvenlik Şartı dahil olmak üzere uluslararası anlaşmalarda yazıldığı ve bizzat kendilerinin de altına imza koymuş oldukları tüm temel ilkeleri göz ardı etmişlerdir. Her şeyden önce, herhangi bir ülkenin kendi güvenliğini sağlamasının başkalarının güvenliği pahasına kabul edilemezliği söz konusudur. Başka bir deyişle, güvenliğin sağlanmasının yollarını seçerken diğer devletlere tehdit 3 oluşturmamalıdır. Ukrayna’nın NATO’ya girmesi ise Rusya’nın güvenliğine karşı doğrudan bir tehdittir. Sadece ABD değil, aynı zamanda AGİT de gerginliğin tırmanışınıın ortadan kaldırılmasında fırsat tepmeye tercih etmiştir. Söz konusu teşkilat, Ukrayna’daki krizin çözümüne ulaşmak için Şubat 2015’te kararlaştırılan ve aynı ay BM Güvenlik Konseyi kararıyla oybirliğiyle onaylanan Minsk anlaşmalarını uygulamayı başarmış olsaydı, gerginliğin giderilmesine katkıda bulunabilirdi. BM Güvenlik Konseyi onaylı olan ve uluslararası hukuk hükmündeki Minsk anlaşmaları; Donbass’ta ateşkes yapılmasını, ağır silahların bölgeden uzaklaştırılmasını, yabancı silahlı grupların Ukrayna’dan çekilmesini, Ukrayna’da anayasal reformların gerçekleştirilmesini ve Donetsk ile Lugansk bölgelerinin belirli kısımlarının özel statüsüne ilişkin mevzuatın kabul edilmesini öngörüyordu. 2015’te Minsk Anlaşmalarının garantörlüğünü yapmış olan eski Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in «Hiç kimsenin Minsk Anlaşmalarını yerine getirmeye niyeti yoktu» şeklindeki itirafı, Batı’nın sinizminin ve iki yüzlüğünün göstergesidir. Aslında, Minsk Anlaşmaları kasıtlı olarak sabote edildi ve Batılı ülkeler ve onlardan beslenen Ukrayna yetkilileri tarafından Kiev rejiminin Rusya Federasyonu’na karşı savaşa hazırlanması için aktif olarak kullanılmıştır. Batılı temsilciler, Ukrayna’nın yasal yönetimine bir yıl önce kendi verdikleri garantilerini bizzat ihlal etmişlerdir. Bunun sonucunda 2014 yılında Kiev’de bir darbe gerçekleştirilmiştir ve açıkça Nazi karakteri taşıyan bir rejim iktidara gelmiştir. Oyun, «Azov», «Aydar» gibi milliyetçi taburları ve diğer neonaziler kurumları üzerine kurulmuştur. Şimdi ise bu kurumların, Batı’da daha önce aşırılıkçı ve terörist olarak listelendiğine dair tüm bilgileri özenle yok etmeye çalışıyorlar. Ukrayna’da tam ölçekli bir «Rusya Karşıtı” projesi uygulanmaya başlanmıştır. 4 Ukrayna Devlet Dili Yasasının uygulanması çerçevesinde Rus dili, bütün Ukrayna eğitim kurumları, toplumsal yaşamın tüm alanlarından çıkarılıyordu. Rus asıllı ve Rusça konuşan nüfusun hakları ihlal ediliyordu ve Rusya Federasyonu ile anlaşmaya varma arzusunu bir şekilde göstermeye çalışan tüm kamusal figürler tutuklanıyordu. Nihayet Ukrayna yetkilileri “Rus dilinin düşmanca propagandanın bir unsuru olarak ortadan kaldırılması gerektiğine» ilişkin açıklamalarda bulunmaya başladılar. Vladimir Zelensky’nin kendisi Ukrayna’nın Rus asıllı ve Rusça konuşan nüfusuna karşı saldırıların ön saflarında önderlik almıştır. Onun sadece Donbass’ta yaşayan ve kendilerini Rus hissedenlere yönelik, «Çocuklarınızın iyiliği için Rusya’da kendinize bir yer arayın, çünkü sizin için burada mutluluk olamayacak» tavsiyesi bile çok ifade etmektedir.

UKRAYNA’DA ASKERİ HAZIRLIKLAR

2021 yılının Mart ayında Ukrayna yetkililerince Yeni Savunma Stratejisi kabul edilmiştir. Tamamen Rusya ile çatışmaya adanmış olan bu belge, yabancı ülkelerin çatışmasına çekmesini ana amacı olarak öngörmekteydi. Ukrayna’nın kendi nükleer silahlarını yaratması ihtiyacına dair iddialar yayılmaya başlanmıştır. Zira o zaman Kiev gerçekten Sovyet nükleer teknolojisine ve bu tür silahların her türlü sevkiyat araçlarına sahipti. ABD liderliğinde NATO Ukrayna’nın militarizasyonunda belirleyici bir rol oynamıştır. 2014 ‘ten itibaren sadece ABD bu hedefe silah ve teçhizat sevkiyatları, uzmanlar eğitimi dahil olarak milyarlarca dolar harcamıştır. Ukrayna’nın silahlı kuvvetlerinin ve istihbarat servislerinin faaliyetleri yabancı danışmanlar tarafından yönetilmiştir. NATO ülkeleri tatbikatlar bahanesini kullanarak Ukrayna topraklarında askeri birliklerini sürekli olarak tutuyordu. Söz konusu tatbikatların kendileri ise açık bir Rusya karşıtı yönelime sahiptiler. Sadece 2021 yılında yapılan tatbikatlarda 23 binden fazla asker ve binden fazla askeri araç kullanılmıştır. 5 Askeri birliklerin sevkiyatının en kısa zamanda sağlanabilmesi için ABD yardımı ile birkaç Ukrayna havaalanı modernize edilmiştir. Ukrayna’nın hava sahası Rusya’nın topraklarını gözlemlemesinde kullanılan ABD stratejik ve istihbarat uçaklarının ve insansız hava araçlarının uçuşlarına açılmıştır. Ukrayna’nın Oçakov kentinde ABD tarafından inşa edilen Deniz Operasyonları Merkezi, Karadeniz kıyısındaki Rusya Karadeniz filosuna ve altyapısına karşı yüksek hassasiyetli silahların kullanılması dahil olmak üzere NATO gemilerinin eylemlerinin sağlanmasına imkan veriyordu. Ukrayna topraklarındaki laboratuvarlarda Amerika Birleşik Devletleri tarafından askeri biyolojik program çerçevesinde yürütülen biyolojik araştırmaların yapılması ispatlanmıştır. Ukraynalı silahlı çeteler 8 yıldır Donbass’ın yerleşim yerlerine düzenli olarak ateş açıyorlardı. Ukrayna askerleri Donbass’taki sözde terörle mücadele operasyonunda savaş tecrübesini kazanıyorlardı. Ukrayna’nın büyük ordular grubu zırhlı birlikleri, füzeler, toplar ve çok namlulu roketatar sistemlerini sürekli olarak kullanıyordu. Sivillerin öldürülmesi ve sivil altyapının tahrip edilmesi devam ediyordu. 2014’te Ukrayna’da Batı’nın desteklediği darbeyi desteklemeyen ve saldırgan milliyetçiliğe ve Neonazizm’e karşı çıkan yaklaşık 4 milyon Donbass vatandaşı soykırıma maruz kalıyordu, ancak Batı bu konuda sessiz kalmıştır.

DONETSK HALK CUMHURİYETİ VE LUGANSK HALK CUMHURİYETİ’NİN RUSYA FEDERASYONU TARAFINDAN TANINMASI. ÖZEL ASKERİ HAREKATIN BAŞLATILMASI

21 Şubat 2022 tarihinde Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin, «Donetsk Halk Cumhuriyeti’nin tanınması üzerine» ve «Lugansk Halk Cumhuriyeti’nin tanınması üzerine» kararnameler imzalamıştır. Rusya Federasyonu halk cumhuriyetleri ile arasında dostluk ve karşılıklı yardım anlaşmaları imzalanmıştır. 24 Şubat 2022 tarihinde Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Lugansk Halk Cumhuriyeti Yönetimlerinin Rusya Federasyonu Başkanından yardım istemesine 6 binaen, özel askeri harekatın başlatılmasına karar verilmiştir. Bu karar, Birleşmiş Milletler Antlaşması’mn nın 7. bölümünün 51. maddesi gereğince sekiz yıldır Kiev rejimi tarafından zorbalık ve soykırıma maruz kalan insanların korunması amacıyla alınmıştır. Aslında, Batı ve Kiev rejimi Rusya Federasyonu’nun ulusal güvenliğini sağlamasına başka tek bir çare bile bırakmamışlardır. Rusya Federasyonu’nun yaptığı hareketler, yaratılan tehditlerinden kendini koruma ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla yapılmıştır. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in belirttiği gibi, özel askeri harekatın amaçları ‘uydurulmuş’ ve ‘sebepsiz yere’ belirlenmiş değil ve Rusya Federasyonu’nun güvenliğinin köklü ve meşru çıkarlarıyla, onun Dünyadaki pozisyonu ile ve her şeyden önce yakın çevresindeki konumu ile uyuşmaktadırlar. Ukrayna’da, Rusya Federasyonu topraklarıyla sınırı olan diğer bölgelerde olduğu gibi, Rusya Federasyonu’na doğrudan tehdit oluşturan askeri bir altyapı bulunamaz, aynı şekilde Rus asıllı ve Rusça konuşan insanlara karşı ayrımcılık ve zulüm uygulanamaz. Bu insanlar kaderlerinin iradesiyle Ukrayna devletinin vatandaşı oldular, ancak dillerini, kültürlerini ve geleneklerini korumak, çocuklarını kendi geleneklerinde yetiştirmek istiyorlar. Bu gibi istekler de, Rus ve diğer ulusal azınlıkların dillerini özgürce kullanması ve korunmasının garantilendiği Ukrayna Anayasasına uygun bulunuyorlardı.

ULUSLARARASI HUKUK AÇISINDAN RUSYA FEDERASYONU’NUN HAREKETLERİ

Birleşmiş Milletler Antlaşmasına göre, devletlerin egemen eşitliği, halkların kendi kaderini tayin etme ilkesi ve devletin toprak bütünlüğü ilkesi temel ilkelerdir. Bilindiği gibi, halkların kendi kaderini tayin etme ve devletlerin toprak bütünlüğü ilkeleri arasındaki öncelik sorunu BM’nin tam kurulmasından itibaren kurumun gündeminde önemli yer almıştır. 1970 yılında uzmanların bu konuyla ilgili uzun süren tartışmalarının sonucunda BM Antlaşması Doğrultusunda Devletler Arasında Dostça İlişkiler ve İşbirliğine İlişkin Uluslararası Hukuk 7 İlkeleri Konusundaki Bildirge hazırlamıştır. Bu belgeye göre, her devlet, hükümetleri halkların kendi kaderini tayin etme ilkesine saygı duyan ve topraklarında yaşayan tüm halkların çıkarlarını temsil eden devletlere karşı toprak bütünlüğü ilkesine saygı göstermek zorundadır. BM Antlaşmasına göre herkes, hükümetleri ülkelerinin tüm nüfusunu temsil eden devletlerin toprak bütünlüğüne saygı göstermekle yükümlüdür. Kiev rejimi Ukrayna’nın tüm nüfusunu temsil ediyor muydu? 2014’te Ukrayna’da meşru hükümete karşı darbe yapılmıştır. İktidara gelen darbeciler, Rus asıllı insanları ülke topraklarından kovacaklarını söylediler. Kırım ve Ukrayna’nın doğu bölgelerinin sakinleri, kanlı bir darbeyle yasadışı olarak iktidarı ele geçirenlere itaat etmeyeceklerini söylediklerinde, onlara karşı savaş açmışlardır. Darbeciler kendi vatandaşlarına karşı savaşmaya başladılar. Bunun göze çarpan örneği Odessa’da 2 Mayıs 2014 tarihinde yaşanmış olan trajedi olmuştur. O gün Odessa Sendikalar Evinde Ukrayna’nın federalleşmesinin destekçileri ve Rusça konuşan nüfusun haklarının savunucuları olan 48 kişi Ukraynalı Naziler tarafından canlı canlı yakılmıştır. Bu vahşi suçun kanıtları mevcuttur, ancak Kiev rejimi, Batılı ülkelerin ve insan hakları örgütlerinin sessizliği eşliğinde, tam aksine katliam sırasında yakılanlara karşı ceza davaları açmıştır. Bu tür trajedilerden sonra Ukrayna’da iktidara gelenler, o zaman mevcut olan sınırlar dahilinde Ukrayna’nın tüm nüfusunun çıkarlarını temsil eden bir hükümet olarak sayılabilir miydi? Ukrayna Cumhurbaşkanı olduktan sonra Donbass sakinleri hakkında «Onları bitireceğiz ve bizim çocuklarımız okullara ve anaokullarına giderken, onların çocukları ise bodrumlarda yaşayacaklar» şeklinde sözleri sarf edebilen Poroshenko’nun yönetimi böyle bir hükümet olarak kabul edilebilir mi? Ukrayna’nın bir sonraki cumhurbaşkanı Vladimir Zelensky de Rus düşmanı söylemleri devam ettirdi. Yukarıda daha önce belirtildiği üzere, Zelenskiy, Donbass’ta yaşayanlar ve kendilerini ‘Rus’ hissedenlerin ‘burada mutlu 8 olamayacaklarını’ söyledi ve ‘çocuklarının iyiliği için kendilerine Rusya’da bir yer bulmalarını’ tavsiye etti. Donetsk Halk Cumhuriyeti, Lugansk Halk Cumhuriyeti, Zaporozhye ve Kherson bölgeleri dahil olmak üzere dört bölge 2022 yılının Eylül ayında yapılan referandumların sonuçlarına göre Rusya Federasyonu’na katılmışlardır ve bu konuda herhangi bir soru ortaya çıkmamalıdır.

MASKELER DÜŞTÜ: ABD VE NATO’NUN ÇATIŞMAYA MÜDAHALESİ

Şu anda NATO’nun Ukrayna çatışmasına katılımından hiç kimse şüphe duymuyor. Batı, Ukrayna Silahlı Kuvvetlerine mühimmat ve silah tedariki ile başlayıp, son dönemde yüksek hassasiyetli füzeler, topçu saldırı silahları ve tanklar da dahil ağır silahları tedarik etmektedir. Hatta Batı tipi uçakların tedariki konusu aktif olarak tartışılmaktadır. Uzmanların değerlendirmelerine göre, NATO’nun yardımı sadece ekipman tedarikiyle sınırlanmamaktadır. Karmaşık ve ayrı bir uzmanlık gerektiren Batı kaynaklı askeri teçhizatın kullanımı uzun eğitim sürecini gerektirdiği için büyük bir olasılıkla NATO ülkelerinden onları kullanabilen askeri ekipler de Ukrayna’ya gelmekteler. NATO’nun çatışmaya katılmadığı, yalnızca silah tedarik ettiği tezi savunulamaz. Almanya Dışişleri Bakanı gibi Batılı temsilcilerin kendileri, Rusya’ya karşı zaten «birlikte savaştıklarını» açıkça ifade etmiş durumdalar. Hırvatistan Cumhurbaşkanı Zoran Milanoviç, «ABD ve NATO’nun Ukrayna üzerinden Rusya’ya karşı bir vekalet savaşı yürüttüğünü» söyledi. Columbia Üniversitesi profesörü Jan Bremmer, yayınladığı makalesinde, «NATO’nun Rusya ile doğrudan değil, Ukrayna üzerinden sıcak savaşta bulunduğu» gerçeğini teyit etmektedir. ABD, Napolyon’nun Rusya İmparatorluğuna karşı neredeyse tüm Avrupa’yı seferber ettiği ve Hitlerin Avrupa ülkelerinin çoğunluğunu zapt ederek tüm güçlerini Sovyet Birliği’ne karşı attığı gibi ABD de şuanda neredeyse tüm NATO ve AB üyeleri olan Avrupa devletlerinden koalisyon kurarak Ukrayna aracılığıyla 9 vekaleten Rusya’ya karşı savaşmaktadır. Asıl amaçları da aynı kalmıştıtr – «Rus meselesini» tamamen çözmektir. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’e göre, savaşın sonucu Rusya’nın on yıllarca kendi ekonomisini yeniden inşa edemeyeceği bir yenilgi olmalıdır. Bütün bu ifadeler ırkçılık değilse, nazizm değilse, «Rus meselesini» çözme girişimi değilse, ne olabilir? Avrupa Birliği’nin, Amerikan diktatörlüğüne tamamen itaat ettiği açık olarak görülmektedir. Birkaç yıl devam eden bu sürecin zirve noktası, NATO ve Avrupa Birliği arasında Ortak İş Birliği Bildirgesi’nin imzalanmasıyla, 10 Ocak 2023 tarihi olmuştur. Bu belgede NATO ve AB’nin «Bir milyar vatandaşımızın yararına tüm gereken siyasi, ekonomik ve askeri araçları kullanacağı» açıkça belirtilmektedir. Başka bir deyişle, Batı dünyasının “ALTIN milyarının” uğruna, gezegenin geri kalan nüfusunun çıkarlarını feda etmenin gereğinden bahsedilmektedir. Avrupa’nın baş diplomatı olan Joseph Borrel de aynı şekilde bu konuda son derece çarpıcı ve ayrımcı ifadeler kullanmış: «Avrupa bir bahçedir, Dünya’nın geri kalanı ise bu bahçeyi istila edebilecek vahşi bir ormandır» demiştir. Geriye sadece bir soru kalıyor… Avrupa ülkeleri ABD tarafından çatışmaya çekildiklerini ne ölçüde fark ediyorlar? Açıkça bellidir ki, ABD savunma sanayi kompleksi Amerikan silahlarının Avrupa’ya tedariklerinden doğrudan yararını sağlamaktadır. NATO çerçevesinde, ittifakın her üyesinin GSYİH’nin yüzde 2’sini ABD’nin de tedarik etmeye hazır olduğu silahları satın almak için harcama yükümlülüğü bulunmaktadır. Washington ayrıca Avrupa ekonomisini zayıflattığından yararlanmaktadır. Avrupa ülkelerini Rus enerji kaynaklarına erişim imkanından mahrum etmeye çalışması bunun yöntemlerinden birisidir. Yakın geçmişte Pulitzer ödüllü Amerikalı araştırmacı gazeteci Seymur Hersh’in yaptığı ve 26 Eylül 2022 tarihinde Baltık Denizinde döşenmiş «Kuzey Akım» ve «Kuzey Akım-2» boru hatlarına suç saldırısının ABD ve Norveç yardakçıları tarafından işlendiğini ispatlarının verildiği araştırmanın sonuçları yayımlanmıştır. Rusya Federasyonu Başbakanı Mikhail Mişustin olayla ilgili, İsveç ve Danimarka’nın hükümetlerine mevcut olayın tartışılması için irtibat kişiyi 10 tayin etme talebini içeren mektupları göndermiştir. Saldırının yapıldığı bölgelerden sorumlu olan ne İsveç ne de Danimarka hükümetleri, Eylül 2022’den bu yana Rusya Hükümetine cevap vermişlerdir. Ayrıca Rusya Parlamentosu’nun alt kanadı olan Devlet Duma’sı, ABD’nin işlediği bu suça yönelik olarak derhal uluslararası soruşturmanın başlatılması için BM’ye başvuruda bulunmuştur.

MÜZAKERELER MÜMKÜN MÜ?

Özel askerî harekat başladıktan sonra Rusya, Ukrayna’nın müzakereler çağrısına olumlu yanıt vermiştir. Hatta müzakerelerin birkaç turu, tarafların karşılıklı çözümleri aramaya hazır olduklarını göstermiştir. Rusya tarafı Kiev’in önerdiği anlaşma taslağını geliştirmiştir. Ancak Batılı patronlar, Kiev’in Rusya ile diyalog kurmasını men ettiler, çünkü Ukrayna’ya müzakerelere daha güçlü pozisyonlardan başlaması için daha fazla silah verilmesi gerektiğini saymışlardır. NATO Genel Sekreteri J. Stoltenberg «Barış için tek yol – Ukrayna’nın silahlandırılmasıdır» diye açıkça belirtmiştir. Şu an Kiev rejiminin diyaloğa hazır olmadığı aşikardır. Ukrayna Rusya Federasyonu yönetimiyle müzakere etmesini kanunen yasaklamıştır. Barış formülü olarak farklı fikirleri ileri süren Vladimir Zelensky, Rusya’nın kendi toprakları olan Donbass, Kırım, Zaporozhye ve Kherson bölgelerinden geri çekilmesine, tazminat ödemesine ve «Uluslararası mahkemelere suçlu olarak» teslim olmaya mecbur kalacağına ve bunları da Batı’nın yardımıyla gerçekleştirebileceğine dair hayaller kuruyor. Elbette, bu koşullar altında Rusya’nın müzakere etmeyeceği açıktır. Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin diplomatik anlaşmaya ulaşma tekliflerini Rusya’nın hiç bir zaman reddetmediğini defalarca tekrarlamıştır. Rus tarafı mevcut gerçekleri dikkate alan müzakerelerle ilgili ciddi önerilere açık ve bunları görüşmeye daima hazırdır. Maalesef, Kiev ve onun Batılı patronları buna hazır görünmemektedir. Açıkça nazi ve ırkçı olan Kiev rejiminin egemenliğinin altında yaşamak istemeyen vatandaşların kaderinin yanısıra beraber Ukrayna topraklarında uzun zaman boyunca yaratılan sayısız tehdide maruz kalmış olan tüm Rusya 11 Federasyonu’nun güvenliğinin sağlama meselesi müzakerelerin önemli koşulu olmaktadır. Batı ile müzakerelere gelince… Batı’yla sadece Ukrayna meselesinin tartışılmasının yeterli olmayacağına dikkat etmelidir. Batı’nın Ukrayna’yı, AvrupaAtlantik’te yıllardır mevcut olan ve güvenliğin bölünmezliği ilkelerine dayanan ve tüm sorunların diyalog ve işbirliği yoluyla çözülmesi güvenlik sistemini yok etmek için kullandığı herkesçe malümdur. Batı’nın, bugüne kadar adı geçen idealleri gerçekleştiren bir kurum olarak bilinen AGİT’i, şu anda Avrupa Konseyi’ni neredeyse «gömdüğü» gibi yoğun bir şekilde «gömmeye» çalıştığı görünmektedir. Rusya, Batılı temsilcilerin önce imzaladıkları belgeleri sonra yerine getirmeyi reddettikleri durumunun meydana gelmesine artık izin vermeyeceğini beyan etmiştir. Böyle NATO-Rusya Konseyi Deklarasyonu, AGİT’in İstanbul Deklarasyonu, 2010 yılında Astana zirvesinde kabul edilen AGİT’in Bildirgesi, Şubat 2014’te Almanya, Fransa ve Polonya tarafından garanti edilen Ukrayna’da krizin çözümüne ilişkin anlaşma, sadece Almanya ve Fransa tarafından değil, aynı zamanda BM Güvenlik Konseyi tarafından oybirliğiyle onaylanan Minsk Anlaşmaları da akıbete uğramış bulunmaktadır.