İkinci yüzyılın zor seçimleri

Deprem, büyük bir kriz olarak salt yeraltı fay hatlarını değil, aynı zamanda yer üstü sosyal ve siyasal fay hatlarını da açığa çıkarmıştır. Ekonomik sistemleri ve siyasi icraatı anlama ve değerlemede krizlerin çok önemli işlevleri vardır.

Ne mutlu ki, Cumhuriyet birinci yüzyılını kapatıyor ve ikinci yüzyılına giriyoruz. Altı yüz yıllık imparatorluğun çağdaş bir demokratik devlet yapısına dönüşmesi ve çağdaşlaşmayı hızlandırıcı reformların hızla yaşama geçirilmesi kadar, bu geçişin iç ve dış âlemde anlatılması da hiç kolay olmamıştır. Dış dünyada bu değişimin anlatılmasının güçlüğü anlaşılır bir durudur. Çünkü çözülen bir imparatorluğa aç kurtlar gibi saldıran emperyalistlerin ülkeden kovulması, emperyalistlerin esareti altındaki sömürgelere umut ve ışık olurken, emperyalistlere de korku salmıştır.

Birinci yüzyılda fazla bir başarı sağlanamadan ikinci yüzyıla girilirken, biri devlet yönetimi düzeyinde politik yapılanma, diğeri ise son yaşanan depremin de etkisiyle derinleşen ekonomik krizi aşma çabaları olarak, birbiri ile ilintili iki sorunla karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz. Yaşanan ve giderek derinleşen söz konusu meseleler, ilgili ortamlarda enine boyuna tartışılmadan, merkezileşmiş yönetimde merkeze bağımlı muhtar görüntülü üniversitelerde ya da benzeri tartışma ortamlarında dahi gündeme taşınmadan toplum katmanlarında sessiz çığlık olarak yaşanmaktadır. Bu meseleye karınca kaderince neşter vurmaya çalışan İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mezunları Cemiyeti güncel konuları tartışmak üzere,  27 ve 28 Şubat günlerinde, İktisatçılar Haftası başlığı altında  “Cumhuriyet’in 100. Yılında Türkiye’nin Seçimi” konulu iki günlük paneller dizisi tertiplemiştir. Yaşanan kronik ekonomik sıkıntılar ve deprem felaketinin ülke ekonomisi ve toplumsal yapıya yıktığı yükün oluşturduğu konular toplantıda iki gün boyunca enine boyuna tartışılmıştır.

Hemen her panelde çeşitli yönleriyle gündeme gelmiş olan deprem felaketi, tüm ikazlara rağmen adeta göz göre göre gerçekleşmiştir. Hükümetin hiçbir önlem almadan deprem sonucunu “kader” olarak nitelemesi, felaket bölgesine yardım ekiplerinin anında gönderilememesi, özel destek gruplarına gerekli yardım ve desteğin verilmemesi, hatta yurt dışından gelen destek gruplarına gerekli lojistik yardım sağlanmaması çok ciddi eleştiri konusu olmuştur. Panellerde, bu konuların yanında, deprem sonrası yaralılara sağlık, yaşamda yalnız kalanlara özellikle de küçük yaşta insanlara sosyal destek konularının çok geniş kapsamlı politikalarla sonuca ulaştırılabileceği tartışıldı. Ekonomik olarak da inşaat, tarımsal üretimin desteklenmesi, bölgesel üretimin ayağa kaldırılması, tedarik zincirinin yeniden kurulması gibi meselelerin çok ciddi boyutta parasal ve sosyal desteği gerektirdiği gündeme getirildi.

Toplantının asıl konusu olan, seçime giderken ekonominin durumu tartışmaların yöneldiğimizde, tartışmaların bel kemiğini izlenen neoliberal politikaların ekonomiyi sürüklediği içinden çıkılmaz kriz oluşturdu. Kamu açığı ve cari açığın yanında, 430 milyar doları aşan dış borç stoku meselesi ve depremin yaralarının sarılmasının şimdilik hesaplanabilen yüksek meblağı da iktisatçıları derin derin düşündürür oldu.

Ekonominin içinden çıkılması güç sorunları, içte bozulan gelir dağılımı ve derinleşen yoksulluk, dışta ise yüksek dış borç ve ödeme taahhütlerine bağlı alt-yapı yatırım maliyetlerinden oluşmaktadır. Panellerde, yirmi yıllık iktidarları boyunca, bol dış kaynak durumunda gerekli tedbirleri almamış ve yatırımları yapmamış, acil deprem önlemlerine kulaklarını tıkamış olan hükümet eleştiri odağına yerleştirildi. Bu bağlamda, sosyal konut yapımına değil de bir bölümü ile de olsa lüks konuta yönelen TOKİ politikasının hiçbir mantığa oturmadığı, saptanan bölgelerde rant oluşturmaya yönelik hareketlenmelerden ibaret olduğu da önemli bir eleştiri kaynağı idi.

Kapitalist hükümet sistemlerinin sermaye yanlı oldukları genel gerçeğinin en iyi örneğini, temel hak olan konut konusunu ticarileştiren, deprem sonrası enkaz kaldırma işlemlerini dahi ticarileştiren, ekonomik sıkıntılara rağmen yönetişim uygulamaları ile toplumun geleceğini dahi ipotek altına alan mega proje mantığına yönelişiyle AKP iktidarı vermiştir. Deprem, büyük bir kriz olarak salt yeraltı fay hatlarını değil, aynı zamanda yer üstü sosyal ve siyasal fay hatlarını da açığa çıkarmıştır. Ekonomik sistemleri ve siyasi icraatı anlama ve değerlemede krizlerin çok önemli işlevleri vardır. Tüm yaşanmışlıkların psikolojik ve ekonomik bakımdan topluma çok büyük yük yıkmış olmasına rağmen, düşünülür ki, hiç değilse, toplumun perdeli gözü açılır da siyasi kadronun anlık yönlendirici politikalarına tav olmayıp, toplumu anlamlı politikalarla yönetmeye aday siyasilere yetki verir.

Şöyle bir düşünelim, lütfen! Depremde yaşamını kaybeden vatandaşlar hiç değilse içtiği sigara dolayısıyla vergi ödemedi mi? Evet, ödedi! Peki, o verginin bir kısmı yaşamında hiç geçmediği ve artık geçme olanağı da olmayan köprü ve alt-geçitlerin finansmanında kullanılmadı mı? Evet, kullanıldı! Peki, bu olayı nasıl açıklamalıyız? Birinci kapitalist krizin Birinci Paylaşım Savaşıyla, ikinci kapitalist krizin ise İkinci Paylaşım Savaşıyla sönümlendirildiği geçerli olursa, üçüncü kapitalist kriz sonrasında ne görünürde bir paylaşım savaşı yaşandı, ne de sistemi kurtaracak bir teori geliştirildi. Bu nedenle kriz belirli bir derinlikte salınarak seyretmektedir. Bu meseleyi neoliberalizm bağlamında küreselleşme ve finansallaşma süreçleri ile ele alıp, önce tanımlamalarıyla yereli yerine oturtmalıyız. Şöyle ki, sermaye hareketlenmesi üzerinden geliştirilmiş küresellşeme kavramı özünde merkez sermayenin örtülü silahıdır. Küresellşeme silahı ile yürütülen mücadeleyi ekonomik değerlerin hareketliliği üzerinden nitelersek günümüzde yaşananın küreselleşme değil, merkezileşme olduğu kanaatine varırız. Küresellşeme ve merkezileşme kavramlarını bir araya getirdiğimizde karşımıza ekonomik araçlarla örtülü yürütülen ekonomik savaş çıkar. Şöyle ki, merkez sermayenin hedefi kaynak yaratmak ve merkeze çekmektir. Merkezde yoğunlaşan teknoloji üretimi, ajanlarıyla çevrede üretime ve katma değere dönüştürülerek, finansal sürelerle merkeze kaydırılır. Böylece, çevre mutlak ilerleme fakat nisbi yoksullaşma yaşarken, merkez mutlak ve nisbi varsıllaşma yaşar. Şu halde, günümüzde para ile her şeyin satın alınabileceği anlayışıyla, sermaye ajanlarının küreselleşerek çevrede katma değer yaratıp, yaratılan katma değerin büyük bölümünü finansal ajanlarla merkeze çekmesi örtülü bir ekonomik savaştır. İşte, depremde ödediği vergilerle hiç kullanmadığı alt-yapı tesislerini finanse eden depremzedeler ve bundan böyle edecek olan tüm halkımız ekonomik silahlarla sürdürülen üçüncü paylaşım savaşının tazminatını ödemektedir.

Bu konuyu gelecek sefere biraz daha detaylandırarak işlemek ve tüm toplumun hızla uyanması dileklerimle..