Halkın devlet yönetimine katılımı üzerine

Halkın devlet yönetimine katılımı üzerine

04-01-2023 09:41

20 yıllık AKP iktidarının yaratmış olduğu tahribattan kurtulmak kuşkusuz ki önemlidir ve sosyalistler bu değişime engel olmayacaklardır.

 Berkay Çelen

 Geçtiğimiz haftalarda Millet İttifakı tarafından oluşturulan anayasa taslağı kamuoyu ile paylaşıldı. Taslak, birçok yönüyle değerlendirme ihtiyacı taşıyor. Özetlemek gerekirse; seçim barajının %3’e düşeceğini, hazineden yardım almak için ise %1’lik bir oy oranının yeterli olacağını söylüyor Altılı Masa.

Anayasa taslağını biraz detaylı incelediğimizde ise, önerilen modelin yarı başkanlık sistemine karşılık geldiğini, en büyük vaadi “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” olan Millet İttifakı’nın bu vaadini tam olarak yerine getirmediğini görüyoruz.

Peki, sosyalistler bu tartışmanın neresinde? Hangi yönetim sistemi ülkede devrimci dinamikleri güçlendirebilir? Ya da halk nasıl bir iktidarda kendini devletin bir parçası olarak görür? Sorulması gereken temel sorular bunlardır. Bu konuda, sözü Lenin’e bırakmak, tarihten gereken dersleri çıkarmak gerekir:

“Ülkemizde, bugünkü koşullarda halihazırda gerçekleşen olgu, işçi, asker, köylü vekilleri ile diğer vekiller Sovyetlerinin Tüm-Rusya Kurucu Meclisi’ndeki halk temsilcileri ya da Sovyetler Konseyi biçiminde birleşmesi ve bir cumhuriyet oluşturmasıdır. Bu olgu, ülkedeki milyonların girişimi sonucunda, kendileri için ve kendi yollarından demokrasiyi yaratmalarıyla gerçekleşiyor. Milyonlarca emekçi, Kadet profesörlerinin parlamenter burjuva cumhuriyetine yönelik yasa tasarılarını beklemeden; bilgiçlik taslayanların ve Bay Plehanov ya da Kautsky gibi küçük burjuva “sosyal demokrasi”sinin sıradan kölelerinin Marksist devlet öğretisini çarpıtmaktan vazgeçmelerini beklemeden, bu işi gerçekleştiriyor.” (1)

Hali hazırda ülkemiz seçim sath-ı mailine girmiş olup yapılan büyük propagandaya göre ülkemiz artık ikiye bölünmüş durumdadır: Erdoğan ve karşıtları. İlkeler bir kenara bırakılmış, Cumhuriyet ve devrimler unutulmuş durumdadır. NATO’culukla AB’ciliğin, sağcılıkla daha az sağcılığın yarıştığı, AKP’nin alternatifinin AKP’nin eski başbakan ve bakanlarının, MHP’nin alternatifinin MHP’nin eski yöneticilerinin olduğu bir düzlemde emekçi halkımız unutulmuş durumdadır. Halkın büyük umut beslediği muhalefet ise iktidarı türban üzerinden sıkıştırmaya çalışmaktadır!

Ne yazık ki, sosyalistler de bu tiyatronun içine çekilmeye çalışılmakta ve bu girişim bazı özneler açısından da başarıya ulaşmış durumdadır. Oysaki, halkın olmadığı bu senaryoda tek yapılan, yukarıda Lenin’in söylediği gibi, beklemekten ibaret kalmaktadır.

“Parlamenter burjuva cumhuriyet, kitlelerin bağımsız politik yaşamını, kitlelerin devletin demokratik işleyişinin aşağıdan yukarıya örgütlenmesine katılımını engelleyip boğuntuya getirir. Sovyetler için ise, bunun tersi geçerlidir.” (2)

Bugün de durum tam olarak budur. Halk bir bütün olarak unutulmuş, en doğal ve yaşamsal talepler dahi seçim sonrasına havale edilmiştir. Halk, geleceğine dair söz sahibi olamamaktadır ve sahte umutların peşine sürüklenmektedir.

“Evet, toparlarsak, kapitalist toplumda güdükleştirilmiş, çarpıtılmış ve yalnızca zenginler, yalnızca bir azınlık için geçerli olan sahte bir demokrasinin bulunduğunu söyledik. Proletarya diktatörlüğü, kapitalizmden komünizme geçiş dönemi ise, azınlığın, yani sömürenlerin zorunlu olarak baskı altına alınmasının yanında, ilk kez halk için, azınlık değil çoğunluk için bir demokrasi yaratacaktır. Gerçekten eksiksiz bir demokrasi ne ölçüde eksiksiz olursa, o ölçüde gereksizleşecek ve kendi başına ortadan çekilip gidecektir.” (3)

Birbirinden farklı zamanlarda yazılmış olan bu notları bir bütün halinde okumak mümkün. Lenin’in yukarıda belirtilen sözlerini bu şekilde değerlendirmeli ve günümüzdeki anayasa ve rejim tartışmalarını bu şekilde yorumlamak gerekmektedir.

20 yıllık AKP iktidarının yaratmış olduğu tahribattan kurtulmak kuşkusuz ki önemlidir ve sosyalistler bu değişime engel olmayacaklardır. Ancak, giden kadar gelenin de kim olduğu sorusunu sormak gerekmektedir. Laiklikten, anti-emperyalizmden, ülkedeki kapitalist düzenden, patronlardan, tarikat ve cemaatlerden ve hatta rejimden yana aralarında bir fark olmayan iki adet ittifak arasında sosyalistler seçim yapmak zorunda değildir. Aksi takdirde en devrimci söylemlerle başlayan yolculuk, Saraçhane’de bir otobüsün üzerinde sonlanabilir! Sözü, yine Lenin’e bırakmak gerekirse:

“Her şeye karar verecek olan, iktidarı hangi sınıfın elinde tuttuğudur.” (4)

Yapılması gereken, burjuva rejiminin nasıl bir restorasyon geçireceğini değil emekçilerin iktidarının nasıl kurulacağını tartışmak olmalıdır. Çünkü bugün emekçi halkın talepleri ile sosyalistlerin söylemleri birbiri ile örtüşmektedir. O nedenle, çocuklarımızın tarikat ve cemaat yurtlarında istismara maruz kalmaması için, emekçilerin gerçekten insanca bir yaşama kavuşabilmesi için yapılması gereken mücadeleyi yükseltmektir. Son sözü bir kez daha Lenin’e bırakmak gerekirse;

“Halkın çoğunluğu bizim yanımızdadır. Tüm dünyadaki çalışanlar ve ezilenlerin çoğunluğu da bizim yanımızdadır. Davamız, adalet davasıdır. Zaferimiz güvence altındadır.” (5)

 Alıntılar, Lenin’in Halkın Devlet Yönetimine Katılımı Üzerine kitabından alınmıştır. NK Yayınları tarafından basılan kitap Metin Çulhaoğlu tarafından Türkçeye çevrilmiştir.

1: Devrimimizden Yeni Tip Bir Devlet Doğuyor bölümü, sf.14

2: a.g.e, sf.15

3: a.g.e, Marksist Devlet Teorisi ve Proletaryanın Devrimdeki Görevleri bölümü, sf.22

4: a.g.e, Devrimin Temel Sorunlardan Biri bölümü, sf.35

5: a.g.e, Yurttaşlarımıza başlıklı bölüm, sf.55