Farkındalık

Halkın ve toplumun geleceği ne AKP’nin ne de altılı masaların elindedir. Halkımızın geleceği sadece ve sadece halkımızın idraki ve bilincindedir.

Seçim tünelinde ilerleyen Türkiye iki önemli tehlike ile karşı karşıya olduğunun farkında olmalıdır. Emperyalizmden beslenen iki tehlike iki çıkışı da tutmuştur. Emperyalist, halkımızın hangi tercihinin nasıl etkisizleştirileceğini/kullanılacağını hesaplamakla meşgul iken, toplumumuz hangi çıkışın kendisi için daha demokratik olduğunun hesabını yapmaktadır. Üzülerek görüyorum ki, bu durumu en iyi idrak eden siyasi müptezeller, kazanç kapısına çevirdikleri siyaseti vitrinlerine koydukları iğreti görüntülerle sürdürmeye çalışırken toplumun gözünü boyamada birbiri ile yarış içindeler.

Bu seçim Türkiye ekonomisi ve siyaseti için bir dönüşüm aşaması olacaktır, olmalıdır da. Önce şu ağızlarda pelesenk olan “dönüşüm” sözcüğü üzerinde biraz duralım. Dostlar, hepimiz ortaokul eğitimimizde hocanın fiziksel değişimle kimyasal değişim arasındaki farkı anlatırken, örnek olarak kullandığı bir kibrit çöpünün macerasını hatırlarız. Hocamız, bahtı kara kibrit çöpünü kırmayı fiziksel olay, yakmayı ise kimyasal olay olarak anlatırdı. Bu örnekle hocanın anlatmak istediği şu idi, fiziksel olay özde ve yapıda değil şekilde değişimi, kimyasal olay ise yapı ile birlikte özde değişimi ifade eder. İfadeleri biraz daha teknikleştirirsek, değişimden çok farklı anlam ifade eden dönüşüm için metamorfoz (başkalaşım) kavramı karşımıza çıkar. Netleşmemiz için “neoliberalizmde dönüşüm” ifadesine kısaca bakalım. Dostlar, sistem kapitalizm ise (ki öyle!) o zaman devletin görevlerini sistem bağlamında ele almak durumundayız. Neoliberalizm, ekonomi bağlamında soyut kapitalist devlet olgusunu en somut hali ile karşımıza çıkarmış bulunmaktadır. Yeni hali ile devlet, sadece piyasa kurallarını koyup, işleyişini sağlayacak, onun dışında tüm oluşumlar piyasa süreci çerçevesinde cereyan edecektir. Sosyal devlet yapılanmasından neoliberal devlet yapılanmasına geçiş, bazı nedenlerle sosyal politikalarla soslanmış devletin en somut şekliyle geri gelmesi halidir. Yani, neoliberalizmde devlet yapılanmasının özü değişmemekte, hatta sermayeye daha fazla destek olarak tam da özünü ortaya çıkarmaktadır. Kısacası, neoliberal aşama sistem için olmadığı gibi, devlet yapılanması için de bir öz değişimini ifade etmez, yani devlet yapısının özü değişmemektedir, çünkü sistem aynıdır. Kırılan kibrit çöpü misali! Buna karşın kapitalist sistemden sosyalist sisteme geçişte devletin özü ve işlevleri farklılaşır. İşte bu aşama dönüşümdür. Yakılan kibrit çöpü misali! Toplumsal değişimleri vulgar sosyolog bakışı ile salt üst-yapı düzeyinde algılayanlar, belki haklı olarak dönüşüm kavramını kullanabilirler. Fakat meseleyi alt-yapı ilişkiler bağlamında ele alan iktisatçılar veya akademik sosyal bilimciler süreci dönüşüm olarak değil, değişim olarak görür.

Sanırım bir konuyu açıklamaya çalışırken, önümüzdeki seçimlere de nasıl bakmamız gerektiği konusunu epey açmış oldum. Hemen amacımı açıklamam gerekirse demem o ki, sistem ve devlet yapılanmasında özde ya da hiç değilse felsefede ciddi değişimler yaşanmadan, işler biraz değişir görüntüde topluma yansırken, Türkiye daha fazla kapitalist kara deliğin merkezine çekilebilir. Hiç unutmayalım lütfen, 2000 IMF programı (ki, Cumhuriyet tarihinde en sadık uygulanan IMF programı olmuştur!) ile AKP’nin örtüşmesi hiç de rastlantı değildir. Aynı şekilde, AKP’nin ilk parlak dönemleri ile sonlara doğru yaşanan felaket de hiç rastlantı olmayıp, biri diğerinin doğal sonucudur. Her iki olayda da hem içsel ilişkiler, hem de iki dönem arasındaki bağlantılar büyük projenin hiç rastlantı olmayan çok doğal sonuçlarıdır. Bu dönemde tek-adam yönetimi de hiç rastlantı değildir. Bu projeyi kodifiye edenler, uygulayanlar ve “yetmez, ama evet” aymazları, bilerek ya da eblehliklerinden dolayı bilmeyerek, olayın tam da ortasındadırlar. O nedenle, bugün Türkiye’nin iki şah damarını tutan dinci ve milliyetçi görüş siyasileri, metamorfoz olmuş, yani özleri değiştirilmiş halleri ile emperyalizmin hizmetkârlardır. Evet, dini ve muhafazakâr cepheyi temsil edenlere dikkat ediniz, lütfen. Her iki cephede de yer alanlar şekilsel ve tabela görüntüsünden öteye gidememektedirler, çünkü emperyalistin güç birine ılımlı sıfatını takarak, diğerine de salt tabela görüntüsü ile yetinmeyi öğreterek her ikisini de etkisizleştirip emre amade konuma çekmiştir. Örneğin, laiklik ilkesini dahi bir tarafa koyarak, kutsallık bağlamında tartıştığımızda, böylesi adaletsizliğin, yağmanın ve talanın gerekçesini hangi dinsel öğreti emreder ki? Milliyetçiliğe döndüğümüzde de, hangi samimi milliyetçi böylesi kamusal malvarlıkların savrulurcasına yok değerine ona buna dağıtılarak, ulusuna hizmetle görevli devlet aygıtının ekonomi alanında kolunu kanadını kırmasına izin verir ki? Fakat bu iki ana damar üzerine birer tabela partisi koymak emperyalistin işidir, bir koşulla ki, dindarlık, dinciliğe dönüşmüş, milliyetçiliğin ise içi boşaltılmış olarak.

14 Mayıs 1950 çok partili sisteme geçiş idi, doğrudur. Çünkü bir parti ulusalcılığı, halkçılığı ve kalkınmayı temsil ediyorken, Demokrat Parti emperyalizme yanaşmayı ve piyasacılığı temsil ediyor idi. Peki, AKP’nin 14 Mayıs 1950’ye öykünmesini nereye koyacağız? Osmanlı öykünmeciliğinin yerini acaba 14 Mayıs 1950 öykünmeciliği mi aldı! Peki, AKP 14 Mayıs 1950 tarihinden tam sekiz yıl sonra (bir devlet için sekiz yıl çok kısa bir süredir) moratoryuma (ülkenin iflası) gitmesine mi öykünmekte, yoksa bizzat kendi dönemi sonunda tüm halkımızı perişan eden, hatta torunlarımızı da taahhüt altına alan adeta savaş tazminatı misali ödentilerle mi övünmektedir?

Halkımız görmeli ki, kapitalizmin merkezine doğru her hareket önce adalelerimizi ısıtır, toplumda yapay gevşeme ve mutluluk yaratır, fakat akıbetin merkezkaç dinamiği ile çevreye, her sefer biraz daha uzağa olmak üzere savrulmasını da beraberinde getirir. İşte dersimiz burada başlıyor. Değişimin sahte parıltılarına kanmadan, hiç değilse, dönüşüm yoluna girilmesi üzerinde kafa yorulmalıdır. Ekonomik ve siyasal dönüşüm, üretim ilişkileri üzerinde yükselen toplumsal doku olgunlaşmadan güçtür, olanaksızdır, fakat kahraman emekçilerimizle bu yola yönelmek mümkündür ve gereklidir. Hani bir söz vardır ya: “dosta güven, düşmana korku salmak!” İşte, dönüşüm yoluna girmek halkımıza güven verecek, emperyaliste ve onun içteki siyasi ve ekonomik ajanlarına ise şiddetle korku salacaktır. Şimdilik bu kadarlık korku dahi herkesin biraz da olsa yerli yerinde edeple oturmasını sağlayabilir.

Halkın ve toplumun geleceği ne AKP’nin ne de altılı masaların elindedir. Halkımızın geleceği sadece ve sadece halkımızın idraki ve bilincindedir. Bu denli deneyim halkımıza emperyalisti de, emperyalistin iç siyasi uzantılarını da, ülke ekonomisi üzerinde çöreklenen ekonomi teorisyen ve uygulamacılarını da çok iyi göstermiş ve öğretmiş bulunmaktadır. Halkımızın, toplumun değerlerini ve toplumun gençlerinin geleceğini çok iyi düşünerek en isabetli kararını vereceği konusunda en ufak bir kuşkum yoktur. Çünkü artık farkındalık aşaması çoktan aşılmış, uygulama aşamasına geçilmiştir. Artık herkes aklını başına alarak hesabını iyi yapmakta, bunun karşısında yer alan müptezeller ise ya seyahat planını, ya da yargıda hesap verme programını ona göre yapmalıdırlar.

Haydi halkım; bir zamanlar en masum eylemlerde dahi doğal hakkını kullanan göstericileri işaret ederek, emniyet güçlerine verilen “süpürün” komutu, şimdi sizin dilinizde gerçek ifadesini bulacaktır.