Cumhuriyet’i yeni bir yüzyıla taşımak üzerine

Ülkemizin bugünkü durumu 100 yıl öncenin koşullarıyla aynı değildir. 100 yıllık kapitalist Türkiye yol almıştır ve bugün AKP gericiliğine ve rejime karşı verilecek mücadele aynı zamanda sermaye sınıfına verilecek mücadeleyle iç içe geçmiştir.

Bugünkü rejimi bir cumhuriyet olarak görmek mümkün mü? Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adıyla AKP tarafından gündeme getirilen rejim ile 1923 yılında kurulan Cumhuriyet arasında nasıl bir ilişki ya da farklılık bulunuyor? Daha tarihsel bir gözle bu soruların yanıtları aramak, bugün ülkemizin geleceğini nasıl inşa edilmeli sorusunun da yanıtlarına bir çerçeve sunacaktır.

Padişahlık ve hilafete karşı kurulan cumhuriyeti belirleyen bir diğer olgu ise işgal günlerinde kurulmasıydı. İngiliz, Fransız, İtalyan emperyalizminin doğrudan işgal siyasetine bir de Amerikan mandacılığına karşı verilen yanıt eklenmişti. Milli burjuvazi yaratma hedefiyle kapitalist yolu seçen Cumhuriyet, bugün tam da bu nedenle emperyalizme bağımlı hale geldi. Buradan bir değerlendirme yapılırsa, bu durum bir geriye gidiştir.

Geriye gidişin bir diğer iki boyutu ise son 20 yıla damga vuran AKP döneminde yaşandı. Padişahlık ve hilafete karşı kurulan Cumhuriyet, AKP iktidarıyla birlikte yaşanan gerici dönüşümle genetik mutasyona uğratılmıştır. Bugün başkanlık rejimi, padişahlık dönemine yakın meşruti yönetimi daha çok çağrıştırıyor. Meclis’in tasdik kurumuna indirgenerek sembolik hale gelmesi, tek adam yönetimi bu çağrıştırmanın en genel hali. Gerici dönüşümle birlikte laikliğin tasfiyesi ve İslamcı dış siyaset, hilafet günlerine yakın bir çerçeveye sahip. 20 yıldır yaşanan süreç, ülkemiz açısından bir başka geriye gidiş sürecidir.

Cumhuriyet, bir devrimci süreci ifade ediyorsa, son 20 yıl devrim karşıtlığına denk gelmektedir. 1923 Cumhuriyeti, AKP’nin 20 yıllık iktidarıyla birlikte adım adım tasfiye edilmiş, Cumhuriyet’in temel nitelikleri ortadan kaldırılmış ve genleriyle oynanarak modifiye bir rejim inşa edilmiştir. Bu rejimin 1923 Cumhuriyet’i ile tarihsel süreklilik açısından bir ilişkisi elbette vardır ancak nitelik açısından bir reddiye anlamına geldiği açık olmalıdır. Cumhuriyet’in kuruluş paradigmaları yerine yeni bir paradigma konulmak istenmiş, fakat bu da başarısız olmuştur. AKP eliyle kurulan rejimin temel niteliği burjuvazinin gerici çıplak diktatörlüğünden başka bir şey değildir.

Devrimleri iki boyutu ile tarihsel ve sınıfsal boyutlarıyla değerlendirmek mümkün. Tarihsel olarak Cumhuriyet, ilerici bir hamledir. Sınıfsal olarak ise sosyalist bir kuruluş değildir. 1917 Bolşevik Devrimi’nin dünya ölçeğinde yaratmış olduğu iklimde doğarak sol bir çıkıştır, ancak 1923 Cumhuriyeti’nin Türkiye’nin bir burjuva devrimine denk geldiğini saptamak gerek. Bugün Cumhuriyet ya da Kemalizm konusunda Türkiye solunda yaşanan kafa karışıklığının temelinde bu diyalektik ilişkinin sağlıklı kurulamaması bulunmaktadır. Ancak tarihsel olarak yaşanan burjuva devriminin niteliği ile bunun tarihsel ilerlemenin “doğal bir sonucu” olarak görmek arasında diyalektik bir bakışı ortaya koymak gerek.

Bugünkü gerçeklik, sınıfsal boyutuyla Cumhuriyetin bizzat iktidarın burjuva karakteri dolayısıyla bir karşı-devrim süreci yaşamış olmasıdır. Doğaldır ki, bu gerici dönüşüm Cumhuriyet’in bütün kazanımlarını tasfiye etmiş, tarihsel olarak “ilerleme” Cumhuriyet’in gerisine düşen bir durum yaratmıştır. Bugün yaşadığımız 20 yıllık süreç, karşı-devrim süreci olarak değerlendirilebilir. Belki de daha doğru bir deyimle devrim karşıtları sonunda galip gelmiştir.

Ülkenin ilerici birikiminin, Cumhuriyetçi ve yurtsever toplumsal kesimlerin bugün doğrudan sola neden açık olduklarını yanıtı da burada saklı. Bugün AKP eliyle kurulan rejime duyulan tepkinin özünde kapitalist sömürü düzeninin yaratmış olduğu eşitsizlik -her alanda- ve Cumhuriyet kazanımlarının tek tek ortadan kaldırılması bulunmaktadır. Buradan çıkarsanması gereken sonuç açıktır: Türkiye’nin devrimi, Cumhuriyet kazanımlarını kapsayarak, Cumhuriyet’i yeniden kuracak ancak 1923’ün tarihsel koşullarının ötesinde, 100 yıl sonra yeni bir cumhuriyet inşa etmekle tanımlanabilecek bir tarihsel görevle karşı karşıyadır. Bu Türkiye devriminin özgünlüğüdür!

Bugün ülkenin sosyalistleri bu açıdan ikili bir görevle karşı karşıyadır. Bir yandan Cumhuriyet’in kazanımlarını geleceğe taşımak, diğer yandan devrim karşıtlarına, kapitalizme ve sermaye sınıfına karşı mücadele. Ülkemizin bugünkü durumu 100 yıl öncenin koşullarıyla aynı değildir. 100 yıllık kapitalist Türkiye yol almıştır ve bugün AKP gericiliğine ve rejime karşı verilecek mücadele aynı zamanda sermaye sınıfına verilecek mücadeleyle iç içe geçmiştir.

Düzen siyasetinde herkes vizyon ve yüzyıl kavramlarını kullanıyor. AKP, “Türkiye Yüzyılı” kavramını bilinçli kullanmaktadır ve burada 100 yıl önceki Cumhuriyet’e yer yoktur. Onlara göre artık yeni Türkiye bulunuyor. CHP tarafından ise kullanılan “İkinci Yüzyıl” kavramı ise geçmişe atıf yaparken, yayınladıkları vizyon belgesi 100 yıllık sürekliliği değil 20 yıllık kopuşun sürekliliğini temsil etmektedir. AKP’nin “Türkiye Yüzyılı” vizyonu herkes için açıktır. CHP tarafından gündeme getirilen vizyon belgesinin ise ülkenin ilerici, yurtsever ve cumhuriyetçi kesimleri açısından bir Truva atı rolü gördüğünü açıkça ifade etmek gerekiyor. Bugünkü seçim tartışmalarına yakından bakıldığında “iyileştirilmiş cumhurbaşkanlığı sistemi” ile “güçlendirilmiş parlamenter rejim” karşıtlığı üzerine oturtulan bir kayıkçı dövüşü olduğu görülecektir. NATO, ABD ve Avrupa Birliği’ne dönük yaklaşımda, emperyalist tekellerle iktisadi ilişkilerde ve laiklik konusunda bugün CHP’nin temsil ettiği çizgi ile AKP’nin temsil ettiği çizgi arasında Çin Seddi bulunmamaktadır. CHP’nin kurduğu Millet İttifakı adındaki sağ cephenin misyonu ve vizyonu, AKP eliyle kurulan “ikinci Cumhuriyet’in” yerleşmesine hizmet etmek dışında bir anlama sahip değildir.

Bugün 20 yıllık AKP iktidarının son bulması için sıkışan seçimler bir şeydir. Ancak seçim sonrası ülkede siyasi kartların yeniden dağılacağını görmek gerekiyor. 20 yıllık AKP iktidarına yönelik toplumsal tepki ve “bıkkınlık”ın Millet İttifakı’na yönelik bir objektif mahkûmiyet yaratması bugünün politik iklimidir. Ancak seçimlere sıkışan bu politik iklimin, yarın nasıl bir politik zemin yaratacağı şimdiden tartışılmalıdır. Bu tartışma nasıl bir Türkiye tartışmasıdır.

Ülkenin temel iktisadi, siyasi ve toplumsal sorunlarının nasıl çözüleceği, emperyalist dünya siyasetine ve ekonomisine bağımlı kapitalizmde bu sorunların kökten çözümünün yolunun ne olacağı bugünkü asli tartışma başlığıdır. Seçimlerin bir referandum özelliği kazanması bu açıdan bir yandan karşı-devrimle hesaplaşma ama diğer yandan kurtulmak adına burjuvazinin restorasyoncu kanadına sarılmak çelişkisini de beraberinde getirmektedir.

Çelişkinin çözümü bellidir.

Devrimler iki boyutuyla değerlendirilmeli dedik. Bugün tarihsel olarak Türkiye’nin bütün köklü sorunlarına dönük radikal bir yaklaşım ortaya konmak zorundadır. Fasit bir daire gibi kendi içine kapanacak bir kapitalist yoldan ülkenin kurtuluşu mümkün olmayacaktır. Bugün gericiliği, işbirlikçiliği ve emek düşmanlığını temsil eden sermaye sınıfından bir ilerleme aynı şekilde beklenemez.

Çünkü ülkenin temel sorunları, ülkenin ezici çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfının ve emekçi sınıfların doğrudan çıkarlarıyla ilgili olduğu net bir şekilde tespit edilmelidir. Yağmaya, ranta, yoksulluğa, işbirlikçiliğe, gericiliğe, mafyaya, sömürüye hayır diyorsak bugünkü düzenle hesaplaşmak gerekiyor. Bugün yeni bir cumhuriyet mücadelesinin adı konmak zorundadır!

Ülkenin kurtuluşu ile emekçilerin kurtuluşu bir ve aynı şeydir. Bugün Cumhuriyet’in kuruluşunu referans alarak dillendirilen yeni bir yüzyıl tarifi yapılacaksa, bu emekçilerin yüzyılı ve yeni bir cumhuriyet ile birlikte düşünülmelidir. Onlar sermayenin, kapitalizminin, emperyalist tekellerle uyumun programını “yeni yüzyıl” vizyonu ile sunuyorlar, oysa bugün emekçilerin yüz yılını örgütlemek gerek!

Türkiye’nin yeni yüzyılı, emekçilerin yüz yılı olacak ve yeni bir Cumhuriyet şiarıyla örülecek. Yeni bir yüzyıl ise emekçilerin omuzlarında yükselecek.

Bugün laiklik, emek, bağımsızlık taleplerini taşıyacak başka bir sınıf var mıdır?