Bir yoksulluk toplantısının ardından

Yoksulluk ülkenin genel ekonomik düzeyi ve uygulanan ekonomik sistemle bağlantılı organik oluşumdur. Hal böyle olunca, organik oluşumun mutlak engellenebilmesi oluşumun genetik dokusunun değiştirilmesiyle, böylesi değişimin henüz yaşanmadığı durumda sorunun kısmen hafifletilmesi ise sisteme karşı şiddetli bir kalkış olasılığının sermaye cephesinde yankılanması ile olanaklıdır.

Geçtiğimiz hafta sonunda bir grup dostun yoksulluk konusundaki paneline, dört konuşmacıdan biri olarak katıldım. Gerek panel konuşmaları gerek panelistlere yöneltilen sorular ve yanıtlar fevkalde zengin, ufuk açıcı ve ilerisi için umut vadeder nitelikte idi. Bugün söz konusu paneli bahane ederek sadece yoksulluk üzerine değil, ondan da öte, tartışma yöntemi üzerinde birkaç şey söylemek istiyorum.

Hemen başlangıçta söylemem gereken bence önemli bir mesele, her tartışmada tartışılan konunun görüntüsel algılanması ile yetinilip, görüntünün arka planı ile ilgili nedensellik sorgulaması yapılmamasıdır. Arka plan ile ilgili nedensellik sorgulamasının yapılmaması konunun algılanmasını perdeleyip, anlaşılmasını ve etkili çözüm üretilmesini güçleştirir, hatta çoğu durumda olanaksızlaştırır.

Şimdi, bu başlangıç ifadeyi aklımızda tutarak yoksulluk sorununa gelelim. Panelde yoksulluk olgusunun farklı ölçütlere göre tanımı ve tasnifi yapıldı. Sonra da yoksulluğun önlenmesi için alınabilecek önlemler gündeme getirildi ve hararetli tartışmalara girildi. Birincisi, yoksulluğun genel yoksulluk ya da derin yoksulluk, hatta panelde yapılmamakla birlikte teori düzeyinde yapıldığı üzere, göreli yoksulluk ve mutlak yoksulluk gibi tanımlamalar mücadele stratejisi açısından yanlıştır ve analizi saptırıcı niteliktedir. Yoksulluğun böylesi çeşitli tanımlamalarla şekillendirilmesi yoksulluğa düşünce kalıplarında salt nicelik kazandırmakla kalmaz, nitelik dahi kazandırır. Diğer bir deyişle, yoksulluğu sistemin yongası olarak görüp ortadan kaldırmaya çalışmak yerine, tanımlamak ve sınıflandırmak ona bir şahsiyet kazandır, zımnî olarak meşrulaştırır ve bilinç düzeyinde netleştirir. İkincisi, yoksulluğun tanımlama ve tartışma düzeyine taşınmasında konunun gelir dağılımı ve sistem mekanizmaları ile ilişkisinin kurulmaması, oluşumun sistemin işleyişi ile bağlantılı değil, rastlantısal oluştuğu gibi bir algılama yaratarak, çözümün kolay sağlanabileceği görüntüsüne yol açar. Böylesi düşünülebilen kolay çözümler arasında kamunun bu konuda daha cömert olması, hatta belediyelerin daha aktif rol alması gibi öneriler gündeme gelebilir. Nitekim panelde de vergi konularından eğitimin güçlendirilmesine, yargının bağımsızlaştırılmasından medyanın özgürleştirilmesine kadar hemen tüm alanlar taranarak düzgün bir sisteme ve işleyişe geçilmesi önerisi ile olayın çözülebileceği gibi bir genel görüş havası belirdi.

Tartışma ve panellerde makul gözüken yüzeysel yaklaşımlar yapılıp konunun fevkalde uygun bir zeminde etkili tartışılıp, çözüm önerilerinin geliştirildiği görüşü hakim olduğunda genellikle farklı görüşler algılanamaz olur, hatta mantıksal olarak engellenir. Bu durumu şöyle bir soru ile aşabiliriz: Eğer sayılan tüm önlemlerin alınmasıyla yoksulluk ortadan kalkacak idi ise, neden söz konusu önlemler alınmadı da yoksulluk sürgit devam ediyor? Bu sorunun yanıtı, bu kez de ortaya atılan önlemlerin niçin alınamadığını soru olarak gündeme taşır. Görülüyor ki, ortaya attığımız yoksulluk sorununun çözümünü nedensellik ilişkisi bağlamında ararken, bu yaklaşım bizi geri planda çok derin ve farklı alanlara taşımaktadır. Bu sistemde sorgulama yol gösterici olabilir, ancak giderek açılan bir soru tayfında karşımıza çıkan sorgulama kümesinin yanıtını almamız olanaksızdır.

Yoksulluğu çözmek için geliştirdiğimiz aletlerin uygulanabilir olduğu halde, siyasi basiretsizlik ya da öngörüsüzlük nedeni ile uygulanmadığını, güçlü bir iktidarın gerekli uygulamaları devreye sokarak yoksulluğu çözebileceğini düşünmek hayal değilse bile, iyi niyet ya da saflık olarak görülebilir. Bunun sebebi, yoksulluk gibi, yoksulluğu giderecek önlemler de sistemle bağlantılı ve sistemin doğal sonucu olmasıdır. Söz konusu önlemler uygulanamadığı için yoksulluk oluşmamakta, sistemin sömürücü ve paylaşıma izin vermeyen yapısıyla ilgili olarak yoksulluk oluşmaktadır. Onun için toplumun giderek küçülen kesimi varsıllaşırken, giderek büyüyen kesimi de yoksullaşmaktadır. Toplantıda bir izleyicinin çok zarif şekilde belirttiği gibi, “zenginleri doyuramadığımız için, yoksulluk artıyor”. Yoksulluk sistemin sonucu oluştuğu gibi, yoksulluğu önleyici olarak ileri sürülen aletler de sistemin aletleridir. Hal böyle iken, sistemin işleyişi sonucu oluşan yoksulluğu, bizzat sistemin aletlerini kullanarak ortadan kaldırmak olanaklı olabilir mi? Olamaz, çünkü böyle bir durum sistemin işleyiş mantığına ve tutarlılığına terstir. Bazı durumlarda, sermayenin izni dâhilinde kısmî ve geçici önlemler alınabilir. Bunun bir sebebi, piyasada satın alma gücü oluşturarak piyasaları genişletip, sömürüyü sürdürmek ve sermaye birikimini artırmak, ikinci sebebi de sistemi yumuşatıp yoksulların bilincini çelerek sisteme meşruiyet kazandırmak ve sosyal kalkışları önlemektir. Sistem kapitalin sistemidir; devlet de, en uç tanımıyla, kapitalin hâkimiyeti ve denetimindedir.

Sistem, koruma mekanizması olarak, tartışmacıları sistem sonucunun sistem aletleri ile giderilebileceği zehabına sürükleyerek, yoksulluğu sistemin sonucu olarak değil de, politikacıların yanlış karar ve icraatlarının sonucu olarak topluma yansıtarak sistemin aklanmasına çalışır. Bu mekanizma, sistemin kendini korumada ve tutarlılığını sağlamada kullandığı inanılmaz güçlü ve etkili bir süreçtir; etkili bir ideolojidir. Söz konusu eleştiriler eleştiri yapanı da dinleyeni de mutlu ederek, demokratik eleştiri yapılmış ve sorunun çözülebileceği yollar saptanmış olduğu intibaı uyandırır. Benzer olay sosyal demokrasi ya da sosyal devlet politikalarında da geçerlidir. Sistemi algılamaya ve eleştirmeye yeltenenler ana konuya (sistemin DNA’sını oluşturan alan) sokulmadan, eleştiri görüntüsü altında çevre halkada gezindirilir ve, tabir caizse, sistemin gazını alınır.

Yoksulluk bir yandan sıkışan ekonomik kaynakların, diğer yandan da sömürünün, yani sermayenin doymak bilmez kaynak çekişinin sonucudur. Yoksullar sistem için zaruridir. Ülkemizde sıkça gördüğümüz “şehit evleri” manzarası ya da bazı kirli işlerin yapılması yoksulların kaderidir. Birey yoksul oldukça çok daha düşük ücrete en kirli işleri yapmaya razı olabilir. Çöp toplama ya da ülkemizde görüldüğü üzere, kâğıt toplayıcıları yoksulluk içinde, fakat toplumdan soyutlanmış olarak geçimlerini sürdürürler.  Bu tür kirli işler makinelerle de yapılıyor olabilir. Fakat, makineler maliyetlidir. Aynı katma değeri fakir daha ucuza yaparsa, sistem insanları sömürerek yoksulluk yaratır ve pahalı makine yerine ucuz yoksulu kullanır. Sermayenin mantığı budur. Bazı Batı toplumlarında iş bulma kurumları belirli süre işsizlik sonrasında iş bulamayan insanlara ödemeyi keserken, insanlara fuhuş ve insan ticaretini de görülebilecek işler olarak sunabilmiştir.

Yoksulluğun finansmanının dinsel ya da geleneksel anlayışlarla ailelere ya da sadaka kurumuna bırakılması da yine sermayeye oluşacak yükün sömürülmüş insanların üzerine atılması mekanizmasıdır. Yoksulun kamu bütçesinden finansmanı sermaye ve sair güçlü kesimlerin bütçeden alabilecekleri payı kıstığı için devletler yoksulluğun finansmanını yük olarak görürler. Pandemi olayında yaşlıların yoğun ölümü kamusal sigorta ödentilerimin azalmış olduğu şeklinde olumlu yorumlandığı çevreler görüldü. Aile büyüklerine bakmakla yükümlülüğün bir tür geleneksel terbiye sistemine bağlanması da devlet sistemlerinin gelişmediği geçmiş dönemlerin nafaka vb gibi dinsel anlayışlarına bağlanması da yine sermaye sisteminin yükten kaçınma hilesinden başka bir şey değildir.

Yoksulluk ülkenin genel ekonomik düzeyi ve uygulanan ekonomik sistemle bağlantılı organik oluşumdur. Hal böyle olunca, organik oluşumun mutlak engellenebilmesi oluşumun genetik dokusunun değiştirilmesiyle, böylesi değişimin henüz yaşanmadığı durumda sorunun kısmen hafifletilmesi ise sisteme karşı şiddetli bir kalkış olasılığının sermaye cephesinde yankılanması ile olanaklıdır. Ondan dolayıdır ki, başta giderek yoksullaşan emekçiler olmak üzere, yoksulluk yaygınlaştıkça giderek büyüyen halk kesimlerinin siyasi kararlarını bugünkü durumlarından çok yakın zamanda sürüklenecekleri daha vahim duruma göre vermeleri gerekmektedir. Bu süreç siyasi kararı, siyasi karar siyasi bilinci, siyasi bilinç ise siyasi örgütlenmeyi zorunlu kılar.