Bilimsel komünizm insanlığın kurtuluşunun tek yoludur

Bir bütün olarak Marksizm-Leninizm gibi, bilimsel komünizm teorisi de yoktan var olmadı. Daha önceki aşamaların komünist fikirlerini, insanlığın en iyi beyinlerinin yüzyıllardır hayat verdiği fikirleri miras almıştır. Bu nedenle, eski komünist düşüncenin tarihini en azından kısaca ele almak ve ütopyadan bilime gelişimini takip etmek de önem arz eder.

Bilimsel komünizm insanlığın kurtuluşunun tek yoludur

Ali Kınalı

İnsanlığın kurtuluşunun tek gerçekçi yolu bilimsel komünizmdir, çünkü karakteristik nesnel yasaları ve iç çelişkileri nedeniyle kapitalizmin yok olmaya mahkûm olduğunu belirlemiş tek toplumsal bilimdir.

Komünizmin ileri hedefleri etrafında insanlığın örgütlü dayanışması ve mücadeleye katılması, onun kurtuluşunun tek gerçekçi yolunu açacaktır.

Komünizm bilimi, Alman yazar ve filozof Karl Marx (1818-1883) ve Friedrich Engels (1820 -1895) ’in ortak çalışması ve devamında Rus devrimci Vladimir İlyiç Lenin (1870-1924) tarafından büyük katkılar konmuş ve bir dizi başka ilerici düşünürün emeğiyle geliştirilmiş toplumsal bilimin adıdır.

Bugün gezegenimiz bütün insanlığa ekonomik bağlamda eşit şartlarda yaşamaya yetecek imkanları sunacak biçimde ilerleme kaydetmiştir. Doğa üzerinde büyük güç elde edilmiştir. Üretimi geliştirici bilimsel ve teknik başarılar öylesine bir ileri aşamaya ulaştı ki, artık bütün toplumların yaşamına yeterli olacak boyutta maddesel ihtiyaçların tümünü sunmanın imkânı mevcuttur. Ama gerçek durum nasıldır, neden halen sınıfsal ayrım üzerine kurulu bir dünyada yaşıyoruz?

Çağımız dünya toplumlarının çok önemli bir kısmı okuma yazma bilgisinden yoksundur, ekonomik eşitsizlik, azlık çokluk ayrımı üzerine sosyal eşitsizlik, bölgesel ayrıcalıklar, dengesiz gelişme ile bir arada savaşlar, sömürgeci amaçlar için ülkeleri işgal çabaları, açlık, yokluk ve köleleştirme çabaları neden var, kimdir bunların sebebi?

Araştırmalara göre insanlığın 800 milyonu halen daha okuma ve yazma yeteneğinden yoksun, bunların %16’sını on beş yaş grubundakiler oluşturuyor, tabi bu yüzdeli orantıyı sadece rakamsal değil, ciddi biçimde toplumsal etkileri bakımından düşündüğümüzde geniş olumsuzlukları olduğunu görüyoruz. En başta insanlığın önemli ve üstelik genç bir bölümünün sosyal, ekonomik ve kültürel bağlamda ilerici olanaklardan yoksun ve toplumsal gelişmeye bilinçli katkı sunacak biçimde yaşamını sürdüremediğini anlayabiliyoruz. Dolayısıyla sorunun sadece bölgesel ve özgül alana ilişkin değil, bilakis tüm insanlığın geleceğini etkileyen bir sorun olarak karşımıza çıktığını görmekteyiz.

Sadece ülkelerin resmi kayıtlarında alınan verilere bakıldığında, çalışabilir nüfusun 200 milyonu işsiz, bu sayıyı dört kişilik bir aileyi esas alarak çarptığınızda dünyada 800 milyon insanın hiçbir gelire sahip olmadan, şansa yaşıyor olduğunu çok basit bir hesapla anlayabiliyorsunuz. Durumu toplumsal anlamda ve toplumların geleceğine etkileri bakımından ele aldığımızda, insanlığa sadece istikrarsızlığın pençesinde, toplumsal sorumsuzluk, anarşizm içinde bir yaşamın reva görülmüş olduğunu daha iyi anlıyoruz.

Bu eşitsizliği, belirsizliği ve anarşistçe toplumsallaşmayı insanlığa reva görmüş olan sistem kapitalizmdir. Öğrenim ve çalışma haklarından mahrumiyetin ekonomik-sosyal yaşamın temelini oluşturan faktörler olduğu tartışmasız. Fakat duruma bağımlı ülkeler ekseninde bakıldığında daha da vahim bir tablo çıkıyor karşımıza. Özellikle ekonomik kaynakları emperyalist güçlerin elinde har vurulup harman savrulan az gelişmiş yada gelişmemiş bağımlı ülkelerin sadece sömürünün ve toplumsal yaşamın bu somut olumsuz yanıyla değil, aynı zamanda bütün geleceklerinin hiçbir kayda değer gelişmeye elvermeyecek biçimde ipotek altına alınmış olmasıyla da köreltilmiş olduklarını görüyoruz. Çünkü farklı derinlikte sömürgeleştirilmiş bu ülkelerin, teknik ilerlemenin uzayı bile fethetmeye hazırlandığı çağımızda, insanlığın ileri toplumlarına hiçbir biçimde yetişemeyecek ve bu çağda toplumsal yaşam itibariyle hiçbir gelecekleri olmayan bir bağımlılık, çöküş, istikrarsızlık ve umutsuzluk deryası içinde var olmaya devam edecekleri anlaşılabiliyor. Toplumsal ilerlemeye elverişli araçların emperyalist anakaralarda ve özellikle tekellerin elinde, özel patent ve mülk bağlamında depolanmış olması nedeniyle, dünyanın okuma yazma yeteneğinden yoksun nüfusunun 98% i toplumsal literatürde U (underdeveloped) simgesiyle belirtilen, gelişmemiş ya da az gelişmiş 3. Dünya ülkelerinde olduğu belirlenmiştir. Neden peki, kim istiyor, kim yapıyor, kimlerin çıkarları için yaratılıyor bu çok boyutlu toplumsal eşitsizlik?

Ayrıca BM’in 2020 yılı hesaplamalarına göre kapitalist ülkelerde yaklaşık 811 milyon insan açlıkla baş başa, sokakta ya da kilise yardımlarıyla yaşamakta. Kimin hakkı var buna, bu değer verilmiyor oluşun, insan yerine dahi konmuyor oluşun sorumlusu kim? İnsan kanının küresel sermayenin ve işbirlikçilerinin, emperyalist silah tekellerinin dünya yüzeyindeki ablukası, köleleştirici çıkarları için anlamsız savaşlarda oluk oluk dökülüyor oluşunun, insanlığın adeta değirmen misali düzen çarkları arasında, hiçbir saygı dahi görmeksizin öğütülüyor oluşunun sorumlusu kim?

Kim bir karabulutun gökyüzüne yükselerek insan yüzünün kararmasına yol açacak biçimde geleceği karartıp, kaygıya sokan kimyasal silahlanmanın sebebi, kim toplu katliam silahlarının, atom silahlarının daha da geliştirilmesini tetikleyen ve durmadan insanlığın tümüne ait gökyüzünün fethi ve parsellenmesine çalışan, dünyayı kutuplaşmaya ve bu amaçla savaşların içine sürüklemeye çalışan kim? Ve kim insanlığın tümüne ait ekonomik ve doğal büyük kaynakları acımasızca ve vahşi amaçlar uğruna kimyasal savaşların hazırlanmasında kullanmakta?

 Doğanın ve özgürce gelişmesinin en harika becerilerini edinmiş, en harika canlısı olan, o en üstün yaratıcılık örneklerini sergilemiş insanlığın kolektif bilinç içinde gelişmesini engelleyen ve ekonomik, sosyal, kültürel baskı altında tutarak, kendi özel çıkarları için kölelere dönüştürmeye, bunun için bağımsız düşüncesine prangalar vurmaya çalışan kim?

Çocukların çağın gereklerine uygun eğitim görme hakkını, iyi ve gelişmeye faydalı ortamlarda büyümeleri hakkını gasp edip geleceklerini köreltenler kimler ve bunu ne için yapıyorlar? Bu çağda halen kadınların sadece sömürülen, kullanılan malzeme olarak görülmesine çalışan, toplumsal eşitsizliğin sınıfsal sebeplerini gizlemeye ve yerine eşitsizliği egemen kılmak için, düşünce çarpıtmasını kullanan idealist – feodal anlamda mitolojik ezberleri empoze etmeye çalışanlar kimler ve kime hizmet ediyor bütün bunlar?

İnsanlığın özgürce gelişmesi yerine, onu kontrol edilen kölelere çevirerek sömüren, egemen sermaye sınıfı ve düzen aparatı kapitalizmdir.Toplumların sosyal, ekonomik, kültürel eşitsizlik içinde ve en başta kendi insanca varoluşuna itibar etmeyecek biçimde bencilleşmesine sebep, toplumsal sorumluluk almaktan uzaklaşacak kadar bireyselleşmesine sebep, mevcut sistemdir. İnsanını kendi varlığına karşı bile isyan ettirecek kadar yaşamdan bıktıran, barbarlık sistemi kapitalizmdir!

Kapitalizmden kurtuluş olmadan insanlığın gerçek kurtuluşu ve özgürlüğü elde edilemez!

 İnsanlığın geleceğine yön verebilecek olan, iki toplumsal sistemden biridir: Ya çürümüş ve yok edilmesi kaçınılmaz olan kapitalizm, ya da insanlığın enerjik biçimde eşitlikçi temelde ve bilimsel komünizm ilkeleri doğrultusunda ilerlemesinin toplumsal sistemi olan devrimci sosyalizm!

Sınıfsız komünist sisteme dönüşüm ancak sosyalizmden, devrimci toplumsal yoldan olacağından, öncelikle sosyalizm için savaşmak gerektiği ve işçi sınıfı diktatörlüğünün güvencesi altında, Marksist-Leninist devrimci yoldan komünizme geçiş sağlanabileceği Komünist Manifesto’dan itibaren belirlenmiş bir bilimsel devrimci diyalektik yasallıktır. Öncelikle kapitalist sınıf içindeki ezilen, sömürülen tüm toplumsal güçlerle birlikte ve işçi sınıfı öncülüğünde sosyalizmi kurmaya çalışmak objektif anlamda insanlığın birincil devrimci ödevidir!

Bu yolda dünya Marksist-Leninist güçleri zengin deneyime sahiptir. Artık 1715’in hümanist sosyalizm fikirlerinin, ya da 1848’in tecrübe edilmemiş komünizm düşünce döneminin veya 1871 Paris komün denemesinin devrinde değiliz. Sosyalizm artık sadece çocukluk dönemlerini geride bırakıp, emperyalizme meydan okumuş ve insanlığa umut olarak, gelecek iyi bir dünyanın kazanılacağını ispatlamış bir canlı tarihten ibaret de değil artık. Bilimsel komünizmin dünyayı değiştirecek maddi bilim olduğu ve insanlığı ileriye taşıyacak tek ve gerçekçi toplumsal bilim olduğu hakikati tüm tarihin güçlü tanıklığında belirlenmiştir ve yine bilimsel komünizmin emperyalist kapitalist sistemin teknik kurmaylığına karşı komünistlerin kuşanmış olduğu çağımızın tartışmasız en güçlü silahı olduğu tartışmasızdır.

Sosyalizmin dünyanın üçte birine hâkim edildiği, 72 yıl boyunca emperyalizme rakip olmuş ve çok ileri bilim ve deneyleri insanlığa armağan etmiş bir dönemin olağanüstü zengin kazanımlarıyla artık varız. SSCB’nin emperyalizme karşı bir denge ve dünyayı bilimsel komünizm yolunda değiştirmenin etki gücü olarak var olduğu dönemler dünyada yaşamın insanlık için daha anlamlı ve daha itibarlı olduğu bir dönem olarak pratiğimizde yer etmişti. Sosyalizm bir sistem olarak büyük deneyimlerin yanında, sosyalizm-komünizmin dünyaya hâkim edileceği ileri dönemlere kadar, farklı ve ideolojik çıkar gruplarının içinde yer aldığı kapitalist sistemle mücadele içinde yaşanabileceğinin deneyimlerini geliştirerek uygulamış en gerçekçi ve bilimsel sistem olduğunu da gösterip ispatladı. Marksizm-Leninizm’in çizdiği diyalektik yasallık çerçevesinde, sınıflı toplumsal sistemde insanlığın mücadele deneyimlerini geliştirmenin yanında, yığınların hareket ve kazanımlar etrafında sınıfsal bilince ve sosyalist-devrimci dünya görüşüne kazandırılacağının ileri derece pratiğini de geliştirmiş oldu.

72 yıllık existansı ile bir arada, sosyalizm dünyada barışın güvencesi ve barışın sağlanması gayretlerinin garantörü oldu. Dünya barışı ve güvenliğinin garantisi olan SSCB ve Varşova Paktı çözüldükten sonra, emperyalist güçler gemi daha da azıya aldılar, küresel dengeler değişti, vahşi kapitalizm daha görünür olarak ortaya çıktı. İşbirlikçi ve pragmatik Gorbaçov’a ve yönetimine verdikleri taahhütleri bile tutmadılar. NATO’yu Almanya sınırından ileri büyütmeyecekleri ve silahlandırmayı durduracakları sözünün tersine, NATO’yu Rusya Federasyonu’nun yanı başındaki ülkelerin sınırlarından içeri taşıyarak, üye ülkelerin sayısını genişletmiş olduklarıyla kalmadılar, silahlanmayı daha da üst seviyeye çıkardılar. Amaç dünyada savaşlarını körükleyecek sömürge edinme politikalarına daha da hız vermekti. Ulusal bağımsızlıkları ile tanınan ülkeleri düşman ilan ederek saldırdılar ve buraları talan edecek biçimde insanlığa savaş açtılar. Amaç sadece emperyalist tekellerin mali sermayesinin daha artması, bir avuç tekelin daha çok kazanması ve bu uğurda insanlığın köleleştirmesiydi.

1980 yılı ortalarından itibaren Gorbaçov yönetimiyle sosyalist ülkelerde yol verilen özelleştirmenin sosyalist ülkelerin halkları üzerinde yaratacağı “ileriyi karamsar ve güvenilmez görecek” psikolojiyi oluşturmak dünya tekellerinin başlıca amacı oldu. Bu başlangıçla bir arada 1990’lı döneme gelindiğinde sosyalist ülkelerde fark edilir derecede oportünizm baş gösterdi. Sosyalist toplum insanının önemli oranda işsizliğe maruz bırakılmış olduğu görüldü. Emperyalist sistem uzmanları ve komprador güçler olan küresel tekeller durumdan memnundu ve sömürücü amaçları için iştahları daha kabarmış biçimde cesaretlendikleri görüldü. Aynı anda emperyalist merkezlerce sosyalizmin sistem durağanlığı içine girmiş oluşunun başarıldığı algılandı ve “sosyalizm çöküyor” diye propaganda edilmeye başlandı. Bütün sosyalist ülke halklarında panik baş göstermiş olduğu bu ortamda dünya komünist ve işçi sınıfı güçleri arasında da oportünizmin güç kazanması sağlandı.

Halbuki sosyalizmin özel sermaye ile iç içe hale getirilip “yeni dünya düzeni” ve “Glasnost-Perestroyka” adına karma model yaratılmaya çalışılan bu Gorbaçov döneminde bile Sovyetler Birliği ekonomisi % 3 oranında büyüme kaydetmişti. Bu artışla Amerika’ya göre sadece binde beş oranında bir düşük büyüme kaydedilmişti. Oysa günümüzde kapitalizmin en gelişmiş ülkeleri bile ortalama yüzde 1 büyüme elde edilebilmekteyken dünyaya hala meydan okuyabilmekte ve emperyalist güç olmayı sürdürebilmektedirler. Günümüzün zengin kapitalist ülkeleri dahil, tekellerin egemenliğindeki dünyanın en geniş bölgelerinde ILO’nun rakamlarına göre 250 milyon işsiz var ve halen 900 milyon insan açlık sınırı altında yaşıyor. Oysa SSCB’de toplumun sadece binde biri (o da özel rahatsızlıkları sebebiyle) işsizdi. Kıyaslamak bile mümkün değil, kapitalizm yaşatmaz, öldürür!

1992’den itibaren neoliberalizm (her türlü imkân ve araç kullanılarak küresel emperyalist sermayenin bütün dünyada hakim kılınmasının adıdır) küresel yayılmanın ekonomik ve sosyal sömürü aracı edilip, dayatıldı. (Neoliberalizm ekonomi temelli olarak gelişen siyasal bir ideolojidir. Neoliberalizmin ortaya çıkışı dünyada 1970’li yıllarda yaşanmıştır. Keynesçi ekonomik modelin yıkılması ile 1970’li yıllarda dünyada uygulama alanı bulmuştur. 1970’li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere dünyada  ekonomik anlamda içinden çıkılmaz bir kapitalist kriz ortamı karşımıza çıkmaktadır. Neoliberal düşünce, devletin piyasaya olan müdahalesini minumum düzeye indirmeyi hedeflerken, deregülasyon (kuralsızlık) teorisi ile de özel sermayeye her türlü imkanın sağlanmasını hedeflemektedir. Dünyada neoliberalizm ideolojisinin uygulanmasını sağlayan liderler; Birleşik Krallık muhafazakâr Başbakanı Margaret Thatcher, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Ronald Reagan, Çin Halk Cumhuriyeti lideri ve ekonomik reformların gerisindeki isim Deng Xiaoping ve Amerikan Merkez Bankası Başkanı Paul Volcker’dir).

Özellikle SSCB’nin çözülüşünden itibaren sosyalist güçlerde büyük oranda sarsıntı ve yaşandı. İdeolojik savrulmalara ve güç kaymalarına neden olan bu durum yeniden örgütlenmeyi ve bilimsel, teorik çabaların yoğunlaştırılmasını gerekli hale getirdi. Bütün dünya komünist güçleri karmaşanın üstesinden gelmeye çalıştı. Bilimsel komünizm önderliğinde tutarlı ve ilkeli olanlar, örgütlülükte yeniden toparlanış devresine zahmetli bir dönüş başlattılar.

İşçi sınıfını ve en geniş alandaki üretici, emekçi halkları köleleştirmenin politik ve kurumsal mekanizmaları neoliberal sistem planlamasına göre döşenmişti, işçi sınıfının tarihsel kazanımları minimum dereceyle sınırlanmış ve toplumsal yaşam büyük oranda sermayenin inisiyatifine verilmişti. Günümüzde birçok alanda yaşanan sınıfsal sömürünün katmerli derinliği ve kavganın son 35 yılının tarihçesi; emperyalist güçlerin sınıfsal diktatörlüğünün pekiştirilmesi ve bilimsel komünist sistemin insanlığı safına çekmesinden duyulan korkunun sonucu olarak özetlenebilir.

Anti-demokratik baskılar, sosyal kazanımların hızla zapt edilerek kapitalistlere peşkeş çekilmesinin sebebi, savaşlarla dünya insanlığının yeri yurdu tarumar edilerek göçe zorlanıyor oluşu, kadın, gençlik ve azınlık ulus haklarına daha da saldırılır oluşu, din, mezhep çatışmalarıyla insanlığı bölme çabaları, ırk ve milliyetçilik etrafında toplumların ve ülkelerin dengelerinin değiştirilmeye çalışılması, bütün bu saldırılar tamamen emperyalist kapitalist sistemin ve işbirlikçisi güçlerin gelecek kaygısından ve bilimsel komünizmin insanlığın bilincine tam olarak yerleşmesinden duydukları korkudan kaynaklanan boş ve doğanın gerçeğiyle çelişen çabalardır.

Bilimsel komünizm insanlığın tek kurtuluşudur ve emperyalist güçlerin dünyaya egemen olmak uğruna insanlığın geleceğine fren olma çabasının önündeki en gerçekçi direniş silahıdır. Çünkü toplumların dönüşümünü sağlayacak, kurtuluşunu gerçekleştirecek tek toplumsal bilimdir ve emperyalist güçlerin korkuları bundandır!

Neoliberal emperyalist model şimdiden çökmüştür

 Neo liberalizm dünyanın daha da bunalıma ve insanlığın yarınlarına daha da güvensizlik içinde bakmasına yol açtı! Kapitalizmin gelinen son aşaması yeniden derin bunalımlarla çalkalanan bir dönem olarak karşımızda, bundan kurtulmanın yolu kapitalizm içinde kalmak değil, onu en elverişli yol ve yöntemle yıkmaktır: çünkü sosyalizmden başka bir kurtuluş imkânı mevcut değildir! Bugün bile sözde medeniyetleriyle övünen onlarca ülkede koyu ten rengi taşıyanların aşağı insanlar olarak görülmesinin sorumlusu kim? Bu çağda bile insanlığın büyük bir bölümünün, onlarca ülke halkının hayatını mahveden sömürgeciliğin rezil boyunduruğuna maruz kalması kimin suçu? Tüm bunların sorumlusu, yoksulluk ve zenginlik arasındaki çelişkileri uç noktalarına kadar zorlayan, savaşı, sömürgeci yağmayı ve ırkçılığı küçük bir tekelci kliği memnun etmek için, maddi kaynakları verimsiz ve ölçülemez bir şekilde çarpık tüketecek biçimde politikaları gelenek haline getiren kapitalizmdir ve emekçiyi alçaltan, bilim ve teknolojideki en yeni buluşları işçi sınıfı aleyhine kullanan emek düşmanı ve sömürücü kapitalist sistemdir! Kapitalizmde kamu zenginliğinin, güçlü üretim kapasitelerinin ve modern bilim ve teknolojinin yeni bulgularının işçilerin çıkarları doğrultusunda kullanıldığını göstermek için manipülatif, çapraşık tüketim, pazar ve toplumsal iletişim koşulları getirilir. Kapitalizmde insanların birliği ve toplumsal dayanışması ortadan kaldırılmaya çalışılır.

Kolektif olmayan ve bu kadar nefret edilen bu sömürü sistemini, kapitalizmi ortadan kaldırmalı ve yerine en yüksek değerleri ifade eden, tek amacı mutlu, gerçek anlamda özgür insan toplumunu yaratmak ve insanların hayatını sonsuza kadar güvence altına alacak, insanlığı savaşlardan, kötü koşullardan kurtaracak olan yeni bir toplum kurmalıyız. Komünizme yürünmenin köprüsü olacak bu yeni toplum düzeni sosyalizmdir ve onun yaratılışındaki ve gelişimindeki yasaların genel bir resmini veren bilime, bilimsel komünizm teorisi denir. Bilimsel komünizm teorisi, kapitalizmi ortadan kaldırmanın yollarının ve araçlarının, yeni komünist toplumun yaratılmasındaki yasaların, insanın çok yönlü gelişimi için ekonomik, sosyal ve manevi koşulların yaratılmasının bilimidir. Karmaşık bir sosyal organizma olarak komünist toplumun ve insanın çıkarları doğrultusunda sosyal süreçlerin bilinçli ve amaçlı yönetiminin bilimidir.

Komünizm, çalışan insanın toplumun gelişmesinde “kendi başına” bir amaç olarak göründüğü tek toplum biçimidir (K. Marx) ve bilimsel komünizm teorisi, insanın çok yönlü ve uyumlu bir şekilde gelişebilmesi için gerekli koşulları (ekonomik, sosyal ve manevi) her yönüyle ortaya koyar. Ama insanın gelişmesi için gerekli koşulların yaratılmasından önce, eski toplumsal sistemin, kapitalizmin ortadan kaldırılması gerekir. Bilimsel komünizm, karakteristik nesnel yasaları ve iç çelişkileri nedeniyle kapitalizmin çöküşünün tarihsel olarak kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Bilimsel komünizm ayrıca kapitalizmi ayakta tutan koşulları etkisiz hale getirecek, onu devirecek olan devrimci güçlere ve kapitalist sistemi ortadan kaldırmak için gerekli araçlara, sosyalist devrime ve proletarya diktatörlüğüne işaret eder.

Bilimsel komünizm için bir başka önemli görev, komünist toplumun ortaya çıkışındaki yasallıkları incelemek ve bu toplumu karmaşık bir sosyal organizma olarak dikkate alıp, geliştirici aşamaları belirlemektir. Komünist toplumun merkezinde, toplumsal ilişkilerinin ve yeteneklerinin, eğilimlerinin ve ihtiyaçlarının, yaratıcı ve fiziksel olanaklarının tüm çeşitliliğine sahip insan vardır. Merkezinde insanın bulunduğu bir toplum biliminin, kapsamlı bir şekilde gelişmiş bir insanın doğması için gereken ekonomik, sosyal ve manevi koşulları yaratmanın biliminden başka bir şey olamayacağı doğaldır.

Bilimsel komünizm, komünist toplumsal düzenin ekonomik, sosyal ve manevi yönlerini, aralarındaki bütün karşılıklı ilişkilerle inceler ve bunların her birinin tekil olarak ve hep birlikte insanın iyiliği için nasıl çalışacağına ve amaca uygunluğuna özel önem verir. Toplum, nesnel yasaların işleyişi yoluyla gelişir. Ancak yasaların ne kadar etkili kullanıldığı, sonuçta insanların kendilerine, sosyal fenomenlerin en içteki özüne ne kadar derinlemesine nüfuz ettiklerine, hedef yönelimlerine ve örgütlenme yeteneklerine bağlıdır. Dolayısıyla toplumun gelişimi, nesnel yasallıklar ile öznel faktör arasındaki bir etkileşim olarak, karmaşık bir iç içe geçme olarak görünür. Toplumsal gelişmenin nesnel koşulları ile öznel faktörün iç içe geçmesi, çalışan kitleler nesnel yasaları öğrendiğinde ve onların işleyiş mekanizmalarında ustalaşmayı geliştirebildiğinde, insanlar örgütlenme yasalarını mümkün olduğu kadar etkin bir şekilde kullanmayı amaçladıklarında ve nesnel koşulları amaçları doğrultusunda gerektirdiği gibi kullanabildiklerinde mümkündür.

Buradan bilimsel komünizm teorisi için bir başka önemli görevi yani insanların öznel faaliyetlerini ve nesnel yasaların gerekliliklerini koordine etmenin yollarını ve araçlarını belirlemek gelir. Bilimsel komünizm teorisi, insanların toplumun ilerlemesini bu eğilimlere göre yönlendirmesine ve düzenlemesine yardımcı olur, amacın önündeki şu veya bu engelleri ortaya koyar ve bu engellerin kaldırılmasına yardımcı olur. Başka bir deyişle, bilimsel komünizm teorisi, toplumu bilinçli ve amaçlı olarak yetiştirme, yönlendirme ve komünist inşa işini yönetme sürecini araştırır. Bilimsel komünizmin özgünlüğü burada yatmaktadır.

Bir bütün olarak Marksizm-Leninizm gibi, bilimsel komünizm teorisi de yoktan var olmadı. Daha önceki aşamaların komünist fikirlerini, insanlığın en iyi beyinlerinin yüzyıllardır hayat verdiği fikirleri miras almıştır. Bu nedenle, eski komünist düşüncenin tarihini en azından kısaca ele almak ve ütopyadan bilime gelişimini takip etmek de önem arz eder.