Bakü izlenimleri

Ardahanlı hemşerim, Kura Çözüldü ve Maria Suphi romanlarının yazarı Kenan Karabağ ile birlikte gezerken, Bakü’de ayrıca Mustafa Suphi ve Maria Suphi’nin izlerini bulmak istedik.

Azerbaycan devlet arşivlerinde çarlık zamanı Kars ve Batum oblastları hakkında araştırma yapmak üzere Bakü’de altı gün kaldım. Araştırma konum üzerine olan belgelerin çoğu Rusya, Gürcistan ve Ermenistan arşivlerinde olduğu için daha önce oralarda çalışmıştım. Şimdi de Azerbaycan arşivlerinde araştırma yapmak istiyordum. Ardahanlı hemşerim, Kura Çözüldü ve Maria Suphi romanlarının yazarı Kenan Karabağ ile birlikte gezerken, Bakü’de ayrıca Mustafa Suphi ve Maria Suphi’nin izlerini bulmak istedik.

Uçağımız Bakü Haydar Aliyev havalimanına indi. Azerbaycan, TC vatandaşlarından vize almıyor. Türkiye’ye girer gibi elini kolunu sallayarak girmek hoş bir duygu. İlk andan başlayarak herkesle Türkçe konuşabilmenin rahatlığı da çok hoş. Azerbaycanlıların çoğu Türkiye Türkçesini de biliyor, ben de Azerbaycan Türkçesindeki Rusça, Arapça ve Farsça sözlerin çoğunu bildiğim için anlaşmakta hiç sıkıntı çekmedim. Azerbaycanlı aydınların (ziyalıların) çoğu Rusça da biliyor. Sokaklarda Rusça konuşmalar da duyuluyor. Karşılaştığım herkes Türkiye’deki seçimlere ilgi duyuyordu. Çoğu, Azerbaycan oligarşik tekelci medyasının kara propagandasının etkisinde olduğu için Erdoğan yandaşıydı. Erdoğan’ın Karabağ savaşında Azerbaycan’a destek verdiğini, Kılıçdaroğlu’nun ise anasının Ermeni olduğunu, İpek Yolundan Azerbaycan’ı dışladığını söylüyorlardı. Ben de herkese Türkiye’nin Azerbaycan ile dostluk siyasetinin kim gelirse gelsin değişmeyeceğini, Kılıçdaroğlu’nun Azerbaycan’a düşman olmadığını ve Erdoğan’ın gitmesinin onlar için de iyi olacağını anlatmaya çalıştım. Aydınlarla ve bindiğim taksilerin şoförleriyle sohbet ettim. Öteki eski Sovyet ülkelerinde olduğu gibi burada da taksi şoförlerinin orta yaşlı olanlarının ilginç özgeçmişleri vardı. Biri Afganistan’da bulunmuş bir emekli askeri hekimdi, biri Karabağ savaşı malul gazisiydi. İkisi de geçinmek için çalışmak zorundaydı. Onlar Sovyet devrinde halkın daha iyi yaşadığını düşünüyorlardı. “Sovyet devrinde Azerbaycan KP lideri bile kanundan korkuyordu, halka kötü davranamıyordu, Sovyet kanunu güçlüydü, fehle (işçi) iktidarı vardı, şimdi ise burjuva iktidarı var” dediler. Bir taksi şoförü de eski muhalifmiş, beş yıl hapis yatmıştı. Azerbaycan’da halkın bütün siyasetçilere şüpheyle baktığını söyledi. “Siyasi iktidar her gerçek muhalefet lideri hakkında muazzam kara propaganda yürütüyor, ayrıca satın alınmış sözde muhalifleri de o gerçek muhalif liderin üzerine saldırtıyorlar, hakkında her türlü yalanı söylüyorlar, halk da kime neye inanacağını şaşırıyor”, dedi. Hükümet muhaliflerin yakınlarını dahi işten atıyormuş. Oligarşik Rusya’ya benzer şekilde, Azerbaycan’da başkentin dışındaki şehirlerde ve köylerde çok iş yok, ülke nüfusunun yarısı Bakü’de toplanmış.

Mustafa Suphi’nin adının verildiği sokağın adı değiştirilmiş ne yazık ki. Mustafa Suphi ve Maria Yerşovskaya’nın 1920 yılında düğününün yapıldığı o zamanki Kızıl Ordu kulübü binası şimdi Zabitler Evi olarak kullanılıyor. Burada tören salonunu gezdik, Mustafa Suphi’nin bu salondaki düğününü hayal ettik. Daha sonra görüştüğüm tarihçi Solmaz Tohidi Rüstemova, Suphilerin düğüne Komintern parasından bir milyon ruble harcadığı için MK ve Komintern üyesi Yelena Stasova’nın sert eleştirisine uğradığını söyledi. Nitekim Süleyman Nuri de Uyanan Esirler adlı kitabında, Suphi’nin şatafatlı bir düğün yapmasının yoldaşları arasında iyi bir tesir bırakmadığını ve Suphi’yi buna Mehmet Emin ve Süleyman Sami gibi ajanların teşvik ettiğini yazıyor. Süleyman Nuri şunları da ekliyor: “Mefkure arkadaşı postuna bürünmüş bu canavarlar M. Suphi’yi evvela ahlaken ve siyaseten öldürmek ve sonra da kendisini fiilen ortadan kaldırarak yok etmek planlarıyla hareket halindeydiler”. (agy, sf. 362). Bu konunun daha çok araştırılması gerekiyor.

Oxford Üniversitesi Nizami Gencevi Merkezinin konuk araştırmacısı olarak getirdiğim akademik referans mektubuyla Azerbaycan Respublikası Devlet Tarih Arşivine ve İctimai-Siyasi Senedler (Belgeler) Arşivine başvurdum. Devlet Tarih Arşivinde başvurumun ertesi günü belgelere bakmaya başladım. Bu arşivde baktığım birkaç belgenin kopyasını istedim ancak kopya için izin alamadım. İctimai-Siyasi Belgeler Arşivi ise eski Azerbaycan Komünist Partisi arşivi ve doğrudan prezidentin (devlet başkanının) idaresine bağlı. Oradan izin almak mümkün olmadı. Aleksandr Ostrovskiy adlı Rus tarihçinin, Kto Stoyal za Spinoy Stalina adlı kitabında referansını verdiği ve alıntılar yaptığı dosyayı görmeme de izin vemediler, o tasnifin (fond 276) beş yıldır araştırmacılara kapalı olduğunu söylediler. Benim bakmak istediğim dosya M. Kiroçkin adında Bakülü bir Bolşeviğin 1905 ekim ayında Kars hapishanesinde kaldığı günlere ilişkin anılarıydı. Görüştüğüm Azerbaycanlı tarihçiler de bu dosyanın kapalı olmasına hayret ettiler. “Bu fon hassas bir konuyu içermiyor, zaten o belgelerin çoğunu tarihçiler gördü” dediler.

Edebiyat müzesinde Azerbaycan divan edebiyatının kurucusu sayılan Nizami Gencevi salonunu gezdim. Müzenin rehberinden bilgi aldım. Burada bir tarihçi ile müzede öğrencilerini gezdiren lise edebiyat öğretmeni arasında tartışma çıktı. Tarihçi, Nizami’nin Farsça yazdığı için Fars şairi sayılması gerektiğini söyledi. Edebiyat öğretmeni de onu milli duygulara sahip olmamakla suçladı. Tartışma Azerbaycan tarihine, Türklerin Azerbaycan’a ne zaman geldiğine, Kafkas Albanlarının kim olduğuna dek uzandı. Nizami 1141 ile 1209 yılları arasında Gence’de yaşamış. Nizami’nin Azerbaycan milli şairi sayılmasında Stalin’in rolü olduğu söyleniyor.[1] İnce sanat (güzel sanatlar) müzesinde Azerbaycan’ın opera sanatçısı Bülbül’ün hayatını öğrendik. Nazım Hikmet, Kiril harfleriyle yazıp gönderdiği fototelgrafında şöyle demiş: “Savet (sovyet) insanlarına ve bütün insanlığa uzun iller (yıllar) boyu şakı Bülbülüm şakı”.

Bakü’de birkaç kitap dükkanına girip kitaplara da baktım. Azerbaycan Türkçesiyle yazılmış bazı kitaplar aldım. Tanıştığım tarihçiler de bana kitaplarını hediye ettiler. Azerbaycan Bilimler Akademisinde ve başka yerlerde görüştüğüm tarihçilerle çok güzel sohbetlerim oldu. Azerbaycanlı aydınların SSCB üzerine anılarını içeren Rusça bir kitapta yazar Çingiz Abdullayev’in yazısını okudum ve beğendim. Çingiz (Azerbaycanlılar Cengiz’e Çingiz diyormuş) Abdullayev, SSCB’nin hiçbir zaman “halklar hapishanesi” olmadığını, 20. yüzyılda bütün Müslüman ülkeler arasında en büyük başarıları Azerbaycan’ın elde ettiğini, Azerbaycan’ın ilk demokratik cumhuriyeti kurduğunu, kadınlara ilk seçim hakkını verdiğini, ilk opera ve baleyi, dünyaca ünlü sanat okulunu açtığını, Oscar ödüllü ilk film senaryosu yazarını ve dünyaca tanınmış ilk siyasi detektif yazarını (Abdullayev’in kendisini!) yetiştirdiğini yazıyor. “Sovyet yurttaşı biliyordu ki parti örgütüne geldiği zaman, birkaç alçağın elinden geçse bile sonunda kendisine yardım edecek dürüst bir insanı mutlaka bulacaktır. Şimdi ise vatandaş herhangi bir makama giderken daha baştan biliyor ki bozguna mahkumdur, anlayışsızlık ile veya rüşvet talebiyle karşılaşacaktır. Şimdi yolsuzluk korkunç boyutlarda. Almanya veya ABD’de en iyi yolların fiyatı kilometre başına 5-6 milyon dolar, Finlandiya ve Kanada’da 7-8, Rusya’da 17 milyon ve Azerbaycan’da ise 18 milyon dolar”.[2]

Bakü güzel bir şehir. Bakü metrosu 1967 yılında yani İstanbul metrosundan tam 22 yıl önce devreye girmiş. Bakü’deki güzel binaların çoğu ya çarlık zamanında ya da Sovyet devrinde yapılmış. 1991 sonrası kapitalizmin diktiği çirkin gökdelenler ve apartmanlar Bakü’ye güzellik katmamış. Güzel binalardan biri de çarlık zamanında Bakülü zengin sanayici ve neftçi Zeynelabdin Tağıyev’in 1895’te yapılmış sarayı. Şimdi müze olan bu sarayda Tağıyev, İran şahını dahi ağırlamış. Sovyet zamanında Tağıyev’in burjuva sermayedar ve çarlık rejimi yandaşı özelliği ön plana çıkarılırmış, şimdiki burjuva iktidarı onun sadece hayırsever ve Müslüman reformcu yanını görüyor. Oysa bugün daha nesnel, daha dengeli bir değerlendirme yapmak mümkün. Tağıyev’in heykelini şehrin merkezine dikmişler. Heykelin yanındaki yazıda ve Tağıyev hakkındaki Azerice Vikipedi sayfasında Tağıyev’in Müslüman doğuda kızlar için ilk laik okulu (1901’de) açan kişi olduğu yazılı. Ancak Osmanlı imparatorluğunda kız mektepleri ve kadın öğretmen okulu Darülmuallimat’ın daha önce açılmış olduğu biliniyor. Bu durumda Osmanlının “Müslüman Şark” kavramı içinde görülmediği anlaşılıyor. Tağıyev, Azerbaycan Bolşeviklerinin lideri Neriman Nerimanov’un tıp okuması için ona borç vermiş. Ancak 1905 devrimi sırasında ana dilde eğitimi talep eden Nerimanov’u aşırılıkla suçlamış ve hatta “benden para almasa okuyamazdı” demiş! Tağıyev’in tekstil fabrikalarında Azerbaycan emekçileri günde 13 saat ter dökermiş. Ekim devriminden sonra Tağıyev’in mülkü kamulaştırılmış, sarayı da kamulatırılmış ancak Merdekan’daki evi kendisine bırakılmış. Nerimanov, Tağıyev’in geçmiş hizmetlerine hürmeten onu korumuş. Neriman Nerimanov hatıra müzesini de gezdik. Bakü’ye gidecek olan herkese bu müzeyi de gezmelerini öneririm. Neriman Nerimanov’un oğlu Necef, İkinci Dünya Savaşında kahramanca savaşarak şehit olmuş.

Yazıyı bitirirken şu linki tıklayarak Reşid Behbutov’un Azerbaycanım adlı şarkısını dinlemenizi öneriyorum. Behbutov’un “tunç elleriyle” “komünizmi kuran” Azerbaycan halkını öven bu şarkısı şimdi sansür altında. https://soundcloud.com/candan-badem/reshid-behbutov-azerbaycanim

[1]Nizami Gencevi hakkında Azerice bir yazı için bkz. https://turalhemid.wordpress.com/2013/12/30/nizami-g%C9%99nc%C9%99vinin-milliy%C9%99ti-v%C9%99-onun-az%C9%99rbaycanli-sair-kimi-tanidilmasinda-stalinin-rolu/

[2]Bahram Bagirzade, SSSR: Plyusı i minusı. Bakü: Şarg Garb, 2013, s. 16.