Akademisyen, kütüphane ve Ernst Hirsch

Artık üniversitelerde böyle bir akademisyen-kütüphane ilişkisi bulmak kolay değil. Ancak bence bu durum sadece bir sonuç değil, üniversitelerin geldiği durumun nedenlerinden birisidir aynı zamanda.

Yıllar önce, henüz akademik yaşamın başlarındayken, her kütüphaneye gidişimde başka bölümden bir hocayla sıkça karşılaşırdım. Elbette bazen sadece selamlaşırken, bazen de kısa sohbetler yapardık. Bir seferinde “Üniversite yönetimleri, öğretim üyelerinin ne kadar zamanını kütüphaneye ayırdığını muhakkak takip etmeli” demişti. Sonradan bu hoca rektör oldu ama artık ayrı üniversitelerdeydik. Dediklerini yaşama geçirebildi mi bilmiyorum da sözleri hala kulaklarımda. Günümüzde kütüphanelerin bir miktar işlev değiştirip, sadece basılı yayınları barındıran mekanlar olmaktan çıkıp, uzman kütüphanecileriyle beraber, bir tür bilgiye erişim merkezleri olduğunu düşünürsek, kütüphanede geçirilen süreye bakmakla birlikte, kütüphanecilerin akademi içerisindeki etkinliği artırılmalı diye düşünüyorum. Bunun yolları elbette tartışılabilir.

Kütüphane-bilim insanı ilişkisi deyince 1933 Üniversite Reformu kapsamında Türkiye gelen hukukçu Prof. Dr. Ernst E. Hirsch’i anmadan olmaz. Bundan sonra aktaracaklarım ‘Anılarım / Kayzer Dönemi, Weimar Cumhuriyeti, Atatürk Ülkesi’ kitabından. Sahaflarda TÜBİTAK ve İş Bankası Vakfı Yayınlarından baskıları bulunuyor.

Ernst Hirsch Türkiye’de 1943 yılına dek İstanbul, 1943-1952 yılları arasında da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde çalışmış. T.C. vatandaşlığına da geçmiş ve pek çok yasanın hazırlanmasına katkıda bulunmuş. 1952 yılında gittiği Hür Berlin Üniversitesi rektörlüğüne seçilmiş ve 1985 yılında yaşamını yitirmiş.

Hirsch’e göre “Bir kışla için cephane neyse, üniversiteler için de kütüphane odur.” İstanbul Hukuk Fakültesine ilk geldiğinde kütüphaneyi dolaşmak ister ama gördükleri tam bir hayal kırıklığıdır, var olan kitaplarla hukuk eğitimini yürütmek olası değildir. Evet kendisi gelirken, çok sayıda kitap getirmiştir ama bunlar bir fakülte için yetersizdir. Sonradan depolarda (bir kısmı Tıp Fakültesi deposunda) kitap sandıkları olduğu duyulur ve bu sandıkları açtıklarında yaklaşık on beş yıl önce Almanya’dan alınan hukuk kitaplarıyla karşılaşırlar.

Profesörler Kurulu (eskiden böyle bir şey vardı) Hirsch’i kütüphaneyi oluşturmakla görevlendirir. Daha doğrusu Hirsch bu işe gönüllüdür. Hirsch’in ilk yaptığı fakültenin tüm kürsülerinden (böyle bir şey de vardı) gereksinim duydukları kitapların listesini istemek olur. Tahmin edilebileceği gibi, birçok yerden yanıt gelmez ve bunları da Hirsch hazırlar. Hükümet maddi açıdan tam bir destek vermektedir. Hirsch’e göre ayırılan bütçe ‘olağanüstüdür’. Bu sırada Almanya’da pek çok büyük kitapçı ırkçı yasalar nedeniyle işlerini tasfiye etmek zorunda kalıp, ellerindeki kitapları ucuz fiyatla satışa çıkartmıştır. Buralardan kitaplar alınır ve İstanbul’a getirilip, kütüphane salonunun ortasına yığılır. Esas iş yeni başlamaktadır çünkü kitapların sınıflandırma, kataloglama ve raflara yerleştirme işlerini yapacak uzman bir kütüphaneci yoktur; var olanlar hem zaten diğer kütüphanelerle uğraştıkları gibi, hukuk konusunda da bilgileri yeterli değildir. Hirsch bu işi kendisinin yapabileceğini söyleyince Dekan da, bir hukukçu olan Rektör de çok sevinir. Yalnız Hirsch’in bir koşulu vardır, o da fakültenin tüm asistanlarının iki buçuk aylık yaz tatilinin dört haftasının öğleden öncesini kendisine yardıma ayırmalarıdır. Rektör, ‘asistanları görevlendirme yetkisi olmadığını, ancak çağrı yapabileceğini’ söyler (evet, eskiden böyleymiş). Çağrıya önce asistanların üçte ikisi uyar. Daha ilk gün asistanlar ‘bu işin zihinsel bir etkinlik değil kol işçiliği olduğunu, hele bir profesörün hiç işi olmadığını ve üstelik bu iş için kendilerine ek bir ödeme yapılmadığını’ söylerler. Hirsch önce ‘işin ciddi bir bilgi birikimi gerektirdiğini, kitapları inceleyip, hukukun hangi dallarıyla ilgili olduğunun belirlenmesi gerektiğini, yapılacak küçük bir hatanın, kullanıcının kitaba ulaşamamasıyla sonuçlanacağını’ anlatır. ‘Üstelik asistanlar kendi aldığının iki katı ücret alacaklardır’. Hemen ‘siz ne kadar alıyorsunuz’ diye sorarlar. Hirsch’in yanıtı ‘0,000’ olur! Çalışmaya başlanır ama ilk haftanın sonunda üç, daha sonra da tek asistan (Prof. Dr.Halil Arslanlı) kalır. Kütüphane yaz tatilinde hazır olamasa da, birkaç ay içerisinde, başka asistanların da katkısıyla tamamlanır.

O sıralarda asistan olan Prof. Dr. Sulhi Dönmezer, ’bu şekilde kütüphaneye ve kitaplara hâkim olduklarını, her istedikleri yazıya kolayca ulaşabildiklerini ve sonradan gelen her asistanı başlangıçta bir yıl süreyle kütüphanede görevlendirdiklerini’ anlatır.

Artık üniversitelerde böyle bir akademisyen-kütüphane ilişkisi bulmak kolay değil. Ancak bence bu durum sadece bir sonuç değil, üniversitelerin geldiği durumun nedenlerinden birisidir aynı zamanda.