Akademi ve liyakat

Akademisyen olmak için öncelikle ‘sorun çıkartmama potansiyeli’, sonra da önceleri cemiyet sonradan cemaat referansları geçerlidir çünkü.

Hasan Ali Yücel’in bence en önemli sözü “Anadolu bozkırında açmadan solan çiçek bırakmayacağız” demesidir. Bildiğim kadarıyla bu konuda benim gibi düşünen kişi sayısı hiç de az değil. Yücel’in hedefi 1940’lı yıllar için çok büyüktü, en azından herkesin temel eğitimden geçmesini kastediyordu. Bir düşünülürse bugün hala sıkıntılarını yaşadığımız “liyakatsizlik” sorunun kökeninde Yücel’in hedeflerinin gerçekleşmemesinin de yattığı görülür.

Bu sütunun gereği konuyu akademiye getireceğim ama akademisyenlerin liyakatsizliğine değil, akademik yaşamın daha en başında yolları kesilenlere. Akademi de bulunduğum süre içerisinde nice akademide kalıp yükselmesi gereken ve bilime katkı yapabilecek kişinin çeşitli nedenlerle uzaklaştırıldığına tanık oldum. İsim isim saymayacağım ama çok sayıda, zeki ve hipotez geliştirme yeteneği olan kişinin önünün kesildiğini gördüm.

Şimdi diyeceksiniz ki, “sen değil miydin ‘bilim sadece üstün zekalıların uğraşı değildir’ diyen?(1)  Evet, bu konuda görüşüm değişmedi, ‘bilimi sadece çok zeki insanların yapabileceği bir iş olarak görmek ve öyle tanımlamanın, bilimin toplumsal bir eylem olduğunu görmemek, bilimsel gelişmenin bilginin üst üste konmasıyla olduğunu anlamamak, kısacası bilime bilimsel bakmamak demek(1) olduğu görüşündeyim hala. Hatta, bilgi üretiminin bir ekip işi olduğunu bilip, bu ekipte olağanüstü zeki üç dört kişinin varlığı bilgi üretimiyle sonuçlanamayabilecekken, çeşitli özelikleriyle birbirlerini tamamlayan insanların önemli bilimsel gelişmelere imza atabileceğini düşünüyorum.

Ancak bu söylediklerim asla ortalamaların akademiye alınıp, iyilerin dışarıda bırakılması olarak yorumlanmamalı. Bunu söylüyorum, çünkü sürecin böyle işlediğini biliyorum. Yıllar önce sonradan benim de çalışacağım bölüme aynı anda akademik yaşamının başında yedi kişi birden alınmıştı ve bu bölüm için akademisyen sayısının ikiye katlanması demekti. Yeni alınanları tanıdıktan sonra bölüm başkanına (aynı zamanda dekan, sonradan rektör) ‘bir, belki ikisi dışında diğerlerinden bilim insanı olamayacağını’ söylediğimde “ama hepsi çok sadıktır” dediğini dün gibi anımsıyorum. Yani, bugünlerde sıkça dillendirilen “liyakatin yerini sadakatin alması” yeni bir durum değil. Meraklısı için söyleyeyim, zaman içerisinde öngörülerimin tümü gerçekleştiği gibi, bahsettiğim kişilerden bazıları da ayrıca akademik yolsuzluk yapmaktan ceza aldı.

Doğrudan tanık olduğum örnekleri vermemin nedeni, haksızlığa uğrayanların akademi dışında veya geri planda kalmaları, tanınırlıkların olmaması. Akademisyen olmak için öncelikle ‘sorun çıkartmama potansiyeli’, sonra da önceleri cemiyet sonradan cemaat referansları geçerlidir çünkü. Bu cendereden çıkabilen insan sayısı dünyada bile çok azdır çünkü herkesin Galois olması beklenemez.

Evariste Galois’yı bilirsiniz ya da en azından adını duymuşsunuzdur. Galois ,1811 doğumlu ve ancak 21 yıl yaşamda kalabilen bir matematik dehası. Kısacık yaşamında matematiğe yaptığı katkılara herhangi bir kaynaktan ulaşılabilir ama kendisi için “birkaç yıl daha yaşasaydı, matematikte çözülmeyen teorem kalmazdı” denildiğini söylemem yeterli olur sanırım.

Galois iki kez Fransa’da matematiğin merkezi olarak kabul edilen ‘Ecole Polytechnique’e başvuruda bulunsa da kabul edilmez. İster çözümleri zamanın ‘otoriteleri’ tarafından anlaşılmadığı için olsun, ister bu ‘otoriteler’ Galois’yı kendileri için tehdit olarak görmüş olsun, Galois’nın akademiye girme şansı kalmaz. Buna karşın bilime ilgisini yitirmez ve tüm katkılarını özel çalışmalarıyla yapar. İki kez de akademinin yarışmasına katılır, ilkinde çözümleri jüri incelemesi sırasında kaybolur(!), ikincisinde de yeterince açık bulunmaz. Ölümü 21 yaşında bir düellodadır; rakibi ünlü bir silahşordur. Son gecesinde evde sabaha kadar teorilerinin ispatıyla uğraşır. Öleceğini biliyordur, satır aralarına sık sık ‘zamanım yok’ diye notlar düşer. Ertesi gün yaşamını yitirir.

Bir düşünün, akademiye girebilseydi, tek işi matematik olsaydı, bir ekiple beraber çalışabilseydi…Olasılıkla her şey farklı olurdu insanlık için ama şimdi üzülmek, hayıflanmak yerine cemiyet/cemaat/sadakati bir kenara bırakıp doğru kişilerin akademiye alınması için uğraşmak gerek. Belki, her akademisyenin jürisinde olup da olumlu oy verdikleri kişilerin sonraki performanslarının önlerine konması iyi bir başlangıç olabilir.

Hasan Ali Yücel’e, Evariste Galois’a bir borçtur bu.

(1)https://haber.sol.org.tr/blog/bilimin-izleri/izge-gunal/bilimi-sadece-ustun-zekalilar-mi-yapabilir-107168doğru