Abdülhamit’in zaptiyesi ve hafiye başı Sopacı Yedi Sekiz Hasan Paşa’yı nasıl bilirdiniz?

Bu sopacı gerici yobaz zaptiyenin türbesi nihayet cumhuriyet devrinde oradan çıkarıldı. Günümüz ecdatçılarının İttihatçıların sevmediği her gericiye sahip çıktıkları gibi Yedi Sekiz Hasan Paşa’ya da sahip çıkmaları gericilikleri gereğidir.

Ecdatçı gericilerimizin pek sevdiği paranoyak despot Sultan 2. Abdülhamit’in yaşadığı Yıldız Sarayının bulunduğu Beşiktaş’taki karakolun amiri Sopacı Hasan Paşa ve daha çok bilinen adıyla Yedi Sekiz Hasan Paşa’nın adını duymuş muydunuz? Bu iri kıyım adamın sopacı lakabı Beşiktaş’tan geçenlerden şüphelendiklerini veya Ramazan ayında oruç tutmayanları falakaya çekmesinden geliyor. Yedi Sekiz lakabı ise okuma yazması kıt olduğu için imzasını atmak için bir çizginin iki ucuna Arap rakamlarıyla yedi ve sekiz yazmasından ileri geliyor. Sicilindeki bilgilere göre 1832’de Çorum’da doğmuş ve orada sıbyan mektebinde Kur’an tilavet etmiş. Sıbyan mektebinde Kur’an okumayı öğrenmek, okuma yazmayı öğrenmek anlamına gelmediği için okuma yazma bildiği kuşkuludur. Hasan yirmi yaşında er olarak girdiği orduda Kırım Savaşında onbaşı, 1860-61’de seraskerlikte çavuş, 1862’de teğmen olmuş, bir süre ordudan ayrıldıktan sonra 1868’de zaptiye yüzbaşısı, 1870’te tabur ağası olmuş ve daha sonra Beşiktaş zaptiye memuru, ağustos 1870’te tekrar orduda süvari alay beyi olmuş. Abdülaziz’in gözüne girmiş olmalı ki mektepli değil alaylı olduğu halde 1875’te piyade mirlivası (tuğgeneral) rütbesine yükselmiş. 1876 Sırp Savaşında Niş fırkasında görev yapar ancak kayda değer bir hali görülmez. Abdülhamit devrinde ise orduda en yüksek rütbe olan müşirliğe yani orgeneral veya mareşal rütbesine erişmiş. Peki hangi üstün vasıfları sayesinde acaba? Bizim Hasan Efendi Beşiktaş karakolu zaptiye zabiti, Abdülaziz padişah ve yeğeni şehzade Abdülhamit’in ikinci veliaht olduğu dönemde, Abdülhamit, Hacı Osman Bayırındaki Kudrettepe Köşkünden, Balmumcu Çiftliğine giderken zaptiye Hasan önüne çıkar, Abdülhamit’in yoldan geçmesine izin vermez. Bunun üzerine Abdülhamit kendisinin ikinci veliaht olduğunu ifade eder, ancak zehir zaptiye Hasan, ben padişahın adamıyım, veliahtı tanımam diyerek Abdülaziz’e sadakatini gösterir. Abdülaziz’in tahttan indirilmesi, Şehzade Murat’ın da delirmesi üzerine Abdülhamit tahta çıkar ve bir süre sonra Mirliva Hasan Paşa Ardahan fırkasına (tümenine) tayin edilir. 1877 yılında Rusya ile Osmanlı Devleti arasında savaş çıkması üzerine Ardahan da savaş alanı olur. Abdülhamit ve onun seraskeri Ardahan fırkasının komutanlığına Ferik Kasap Hüseyin Sabri Paşa’yı atamıştır.

1877-78 Savaşının Anadolu cephesi komutanı olan Gazi Ahmet Muhtar Paşa, anılarında  “bir sene önce yetersiz bularak Hersek’te Trebin’den kovduğum Mirliva Hüseyin Sabri Paşa’yı feriklikle Ardahan kumandalığında buldum” demektedir.[1] Abdülhamit’in keyfi olarak vasıfsız subayları önemli görevlere atamasının örneklerinden biridir bu. 1877-78 Savaşı boyunca Abdülhamit özellikle Balkan cephesinde, ama aynı zamanda Anadolu cephesindeki başkomutanların altındaki tümenlerle telgraf aracılığıyla haberleşerek askeri harekata müdahale eder, orduda hiyerarşiyi bozarak kaos ortamı yaratır. Paranoyak müstebit Abdülhamit, savaş halinde bile paşaları birbirine karşı kullanır ve birbirine düşman paşaları yana yana mevkilere tayin ederek onları didiştirmeye ve böylece herkesi kontrol etmeye çalışır.[2]

Kasap Ferik Hüseyin Paşa İstanbul’da iken Ardahan’a tayin edilmesine “aman etmeyin ben askere kumanda edemem vücudum zayıf” dediği halde Abdülhamit’in seraskeri Redif Paşa onu dinlemeyerek Ardahan’a tayin eder. Çünkü Kasap Hüseyin Paşa öldürülen Serasker Hüseyin Avni Paşa’nın bacanağı olup, Abdülaziz’in hallinde rol oynayan Mekteb-i Harbiye’nin dahiliye müdürüydü. Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın savaş cephesindeki başkatibi olan Mehmet Arif Bey, anılarında şöyle yazıyor: “Ben Muhtar Paşa’dan işittim ki bu Kasap Hüseyin Paşa yine Karadağ tarafında Muhtar Paşa’nın kumandasındaki askerin bir livasının kumandanlığında bulunurken fevkalade korkaklıkla şöhret kazanıp İstanbul’a defedilmiş”.[3] İşte bu Hüseyin Paşa ile bizim zaptiyelikten gelen Hasan Paşa, mayıs 1877’de Rus ordusunun bir kıtası Ardahan’a saldırdığı zaman vasıfsızlıklarını gösterdiler ve doğru düzgün savaşmadan Ardahan’ı terk edip Ardanuç’a oradan da Artvin’e dek kaçtılar.

Mehmet Arif Bey, anılarında Hasan Paşa hakkında şunları yazıyor: “Zaptiye neferliğinden  alay beyliğine, oradan da her nasılsa muvazzaf askeri mirlivalığa yükselmiş olan ve bu sahifeleri karalarken (1897 – CB) feriklik rütbesiyle Beşiktaş muhafızlığına getirilmiş bulunan Hasan Paşa da başından aldığı hafifçe bir yara ile bozgun asker ve kumandanların içine katılarak diğer Livana’ya (Artvin’e – CB) kadar gitmiştir. Günahı arkadaşlarının boynuna olsun, işittiğime göre  Hasan Paşa’nın başındaki yara, Ardahan’dan firar ederken atlanması gereken bir duvara başını çarpmasıyla olmuş. Yarayı tetkik ve tedavi eden doktorların verdiği raporda yaranın kurşun ve kesici bir alet neticesi olmayıp ezinti demelerine bakılırsa mesele düşünmeye değer… Nazenin Hasan Paşa ise, ömründe askerlik etmemiş, kumanda nasıl edilir bilmez. Savaş ne demektir, bu önemli emrin neresinden girilir neresinden çıkılır, hiç haberi yok. İyi bir zabıta memuru olduğu için iyi bir asker olması gerekir miydi ki Ardahan’a liva kumandanı tayin edildi?”

Milli Savunma Üniversitesi Fatih Harp Tarihi Araştırmaları Enstitüsü öğretim üyesi Dr Salim Aydın’ın kapsamlı bir araştırma ürünü olan makalesinde yazdığına göre, hürriyet şairi Namık Kemal de Osmanlı-Rus Savaşı’nda II. Abdülhamid tarafından Rumeli Ordu Komutanı Süleyman Paşa’nın yenilgiden sorumlu tutulduğunu, ancak aynı savaşta Ardahan faciasından sonra Zaptiye Hasan Paşa’ya, II. Abdülhamid tarafından memuriyetler, nişanlar ve rütbeler verilerek ödüllendirildiğini yazarak cezanın Süleyman Paşa’ya kesilmesinin hak ve insafa sığmadığını ifade etmiştir.[4]

Salim Aydın’ın makalesi yeni bilgiler içermekle birlikte, paşayı aklama gayretini ve ciddi bir çarpıtmayı da içeriyor. Aydın, Mehmed Arif Bey’in yukarıdaki sözlerini, bu sözleri alıntılayan Ziya Nur Aksun’a atfederek, sanki bu sözler 1877-78 Savaşının birinci elden bir tanığına ait değilmiş de 1994 yılında yazan bir tarihçinin sözleriymiş gibi vermektedir. Salim Aydın, “Osmanlı tarihi ile ilgili dört ciltlik eser ortaya koyan Aksun’un, Hasan Paşa hakkında yeteri kadar malumata sahip olmadan böyle bir hüküm vermesi dikkati çekmektedir” diyerek hedef saptırmaktadır, dikkatleri başka yöne çekmektedir. Aydın ayrıca Yedi Sekiz Hasan Paşa’ya ait bir belgede paşanın imzasını Arap harfleriyle normal biçimde attığını göstererek güya paşanın okuma yazma bildiğini iddia etmektedir. 5 Nisan 1902 tarihli bu belgede paşanın “Beşiktaş polis memuru” ve “Müşir” unvanının altında “Hasan” diye bir imzası görülmektedir. İmzada bir çizginin sağ ucunda Arapça yedi rakamı vardır, sol ucunda ise sekiz rakamı yerine nun harfine benzer bir yay vardır. Salim Aydın bu tek belgeden yola çıkarak Hasan Paşa’nın okur yazar olduğunu ve imzasını normal bir biçimde attığını iddia ediyor. Oysa paşanın kendisine yedi sekiz lakabının takıldığını işitmiş ve zaman içinde imzasını biraz geliştirmiş olması daha olasıdır. Benim Osmanlı arşivinde bulabildiğim belgelerde Hasan Paşa’nın sadece mührü vardır, imzası yoktur. Nitekim Salim Aydın’ın verdiği 28 Haziran 1886 tarihli bir belgede de paşanın imzası yoktur sadece mührü vardır.

Ardahan’ı terk ederek kaçan Hüseyin Paşa divanıharpte yargılandığı ve askerlikten çıkarıldığı halde Hasan Paşa ceza almaktan kurtulmuştur. Abdülhamit bu sadık bendesini tekrar Beşiktaş muhafaza memuru yapar, nişanlar verir. 20 Mayıs 1878’de Çırağan Sarayı baskını sırasında Ali Suavi’nin kafasına bir sopayla vurarak öldüren Hasan Paşa, artık iyice Abdülhamit’in sadık kulu olmuştur. Çeşitli nişanlar alır, 1881’de ferik ve daha sonraki yıllarda müşir rütbesine terfi eder. Düşünün ki karakol komutanı veya en çok muhafız alayı komutanı olan bir subayın rütbesi harbiye nazırının ve zaptiye müşirinin rütbesine eşittir. Hasan Paşa, Beşiktaş Muhafızı olmanın yanında, kendine bağlı hafiyeler sayesinde saraya jurnal de yetiştirmektedir. Paşa, “Ser Hafiye-i Şehriyâri” resmi unvanı verilen kişiler arasına girmiştir.

Abdülhamit’in zorbası sopacı müşir Hasan Paşa 1904 yılında ölünce yine Abdülhamit’in kararıyla cenazesi uzun süre görev yaptığı Beşiktaş karakolunun yanında olan Barbaros Hayrettin Paşa türbesinin haziresine gömülmüş, bir de küçük türbesi yapılmış ve bu arada Hayrettin Paşa’nın torunlarının mezarları zarar görmüştü. 1915’te türbesinin oradan kaldırılması kararı alınmıştı ancak uygulanamamıştı. Bu sopacı gerici yobaz zaptiyenin türbesi nihayet cumhuriyet devrinde oradan çıkarıldı. Günümüz ecdatçılarının İttihatçıların sevmediği her gericiye sahip çıktıkları gibi Yedi Sekiz Hasan Paşa’ya da sahip çıkmaları gericilikleri gereğidir.

[1]Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Anılar -2, Tarih Vakfı Yurt Yay. 1996, sf. 8.

[2]Bu konuda akademik bir makale için bkz. Mesut Uyar, “Balık Baştan Kokar: 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın

Osmanlı Komutanları ve Savaşın İdaresi”, CTAD, Yıl 18, Sayı 36 (Güz 2022), s. 603-637.

[3]Mehmet Arif Bey, Başımıza Gelenler, İrfan Yay. 1973, sf. 112-117.

[4]Salim Aydın, “Beşiktaş Muhafızı Müşir (Yedi-Sekiz) Hasan Paşa Hayatı ve Askerî Faaliyetleri”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 25 (2), 2021, sf. 547-578.