27 Mayıs’ın ekonomi politiği: Yeni bir birikim modeli

Burjuvazi kendi krizini aşmak amacıyla toplumsal kesimlere yeni anayasa yoluyla tanınan hak ve özgürlükleri bu müdahaleyle geri almaya çalışmıştı. Bu dönemde bedel ödeyen işçi sınıfı, emekçiler, sınıf dostu aydınlar ise mücadeleden geri durmamış, yoluna devam etmişti.

Birol Şal

27 Mayıs 1960 Askeri darbesi siyasal/iktisadi yaşamımızdaki önemli kırılma noktalarından birini oluşturmaktadır. Öncesindeki on yıllık dönemde iktidarda olan Demokrat Parti, bireysel hak ve özgürlüklerde önemli derecede kısıtlamalara gitmiş, ekonomik yapıda da önemli tıkanmalara, krize neden olmuş, baskıcı bir yönetim oluşturmuştu. Bu bağlamda, toplumun önemli bir kesiminde hoşnutsuzluk artmış ve toplumsal muhalefet yükselmeye başlamıştı. İçyapıdaki bu görünüme küresel konjonktürdeki gelişmeler de eklenince DP’nin iktidarını sürdürmesi zorlaşmış ve toplumun beklentilerini temsil iddiasında olan kimi güçler harekete geçmişti. Bütün ilerici, devrimci, demokratik hareketlerin tehlike olarak görüldüğü 2. Paylaşım Savaşı sonrasının anti-komünizm ortamında hak ve özgürlükler alanının 1961 Anayasası ile düzenin unsurları tarafından genişletilmesinin nedeni neydi? Sonrasında da önemli siyasal ve ekonomik gelişmelere yol açan bu darbenin arkasındaki dinamikleri bir kez daha hatırlamanın, içinde bulunduğumuz siyasal konjonktür ve yakın gelecekteki olası gelişmeler de dikkate alınarak, yararı olacağı kanısındayım.

2. Paylaşım Savaşı ertesinde ABD ve Avrupa’da ortaya çıkan sermaye birikim rejimi, savaşın yarattığı yıkımın ortadan kaldırılması ve yeni bir Büyük Buhranın* önüne geçilmesi amacıyla merkezinde devlet müdahale ve düzenlemelerinin yer aldığı bir rejim oldu. Bu rejimde devlet, bir yandan doğrudan ekonomiye müdahil olurken bir yandan da finansal sektör başta olmak üzere ekonominin tümü hem ulusal hem de uluslararası düzlemde birçok düzenlemeyle kontrol altına alınıyordu. Yükselen sol ve işçi hareketleri karşısında ise devlet, sosyal bir nitelik kazanarak çeşitli sosyal güvenlik kurumlarını ve istihdam ve ücret artışını destekleyici politikalarını uygulamaya sokuyordu. Öte yandan, Sovyetler Birliği’nin varlığının hakim sınıflar tarafından kapitalizme karşı doğrudan bir tehdit, bununla birlikte ezilen/sömürülen sınıflar açısından ise reel sosyalizmin bir seçenek olarak görüldüğü bu dönemde hem merkez/emperyalist ülkelerde hem de Türkiye gibi çevre/sömürülen ülkelerde bir dizi sosyal devlet politikası merkez sağ iktidarlar tarafından hayata geçirildi. Bir yandan kamu istihdamı ve reel ücretler artarken bir yandan da popülist politikaların yansıması olarak görece gelişmiş bir sosyal güvenlik sistemi kuruldu.

Bu politikaların bir bütün olarak işlevini anlamak için genel olarak kapitalist birikim sisteminde ücretlerin rolüne dikkat çekmekte fayda var. Kapitalizmde tek tek işletmeler karlarını azami seviyeye çıkarmak için birbirleriyle yarışırken bu, genel olarak üretim maliyetlerinin ve özellikle de ücretlerin asgari seviyeye çekilmesi çabası olarak kendini gösterir. Bu çabada başarılı olan kapitalistler karlarını artırırken, ücretlerin azalması piyasada toplam talebin de azalması sonucunu vererek bir bütün olarak kapitalist ekonomi için talep düşüklüğünün ortaya çıkmasına neden olabilir.  İşte devlet politikaları bir yandan tek tek kapitalistler için karlı bir ortamın sağlanmasında bir yandan da toplam talebin belirli bir seviyenin altına düşmesinin önlenmesinde kritik bir rol oynarlar. Bu bağlamda, bu dönemde işçilerin sendikalaşma ve toplu pazarlık üzerinden elde ettikleri ücret artışları iç pazarın ihtiyaç duyduğu toplam talebin artırılmasına katkıda bulunur.

Yeni anayasanın (1961 Anayasası) yanı sıra sendikalaşma ve toplu pazarlıkla ilgili olarak sonradan çıkarılan kanunlar, işçilerin Batı demokrasilerinde yüzyıllarca süren mücadeleler sonucu elde ettikleri grev ve toplu sözleşme haklarını kullanarak ücret taleplerinde bulunmalarına olanak tanıdı. Bürokratik reformculuk ile sanayi burjuvazisinin yükselmesinin birbirine denk düşmesi kapitalist gelişmenin yeni aşamasının başlatılmasını mümkün kıldı. Bu model çeşitli toplumsal taleplere cevap veren bir fırsat oluşturdu. Sanayi burjuvazisinin kendi başına gerçekleştiremeyeceği bir dönüşüm başarıldı. Bu dönemde Türkiye işçi sınıfının, aynı ölçüde az gelişmiş başka toplumlardaki işçilerden daha ileri kazanımlar elde ettiğini hatırlatalım. Bunların en önemlisi, toplu pazarlık ve grev hakkı veren kanun 1963’te çıkarıldı.

Belli iktisadi tahsis mekanizmalarının politizasyonu ve gelirin yeniden dağılımı yoluyla bir iç pazarın kurulması Türkiye’nin 1960-1980 dönemindeki ekonomi politiğini tanımlayan özelliklerdir. Devlet tarafından düzenlenen bu birikim tarzı, sanayi burjuvazisinin ihtiyaçlarını karşıladığı gibi önceki on yıl içinde hak kaybına uğrayan kamu emekçilerinin ve aynı zamanda aydınların taleplerine de cevap vermiştir. Sendikalaşma, toplu sözleşme ve grev hakkı ve sosyal güvenlik alanının genişlemesi yeni birikim modelinin ihtiyaçları da göz önüne alınarak yürürlüğe konulmuştu. Öte yandan, iç pazarın kurulması açısından bakıldığında, sanayi işçilerinin yanı sıra diğer toplumsal gruplar da daha dolaylı ve daha geç sonuç alacak bir biçimde de olsa pazarlık hakkı elde etmişlerdi. 1961 Anayasası ile birlikte toplumun ve özellikle de işçi sınıfının örgütlenmesinin önü açılmış, dolayısıyla emekçilerin örgütlü mücadele yoluyla da kazanımları artmıştır. 1961 Anayasası’nın sağladığı zeminde emekçi sınıflar ve aydın hareketinin örgütlü yükselişine tanık olunmuştur.

Bu dönemde başlatılan ithal ikamesi süreci iç pazarın genişliği ve canlılığı üzerine inşa edilmiştir. Bu modelde ücretler bireysel kapitalist için bir maliyet unsuru olmakla birlikte, bir bütün olarak sermaye için yeniden üretim sürecini sürükleyen bir talep unsurudur. Grev hakkını içeren toplu pazarlık sistemi ve yaygın sendikalaşma, işçi sınıfının reel gelirlerinde zaman içinde artış sağlamıştır. Böylece oluşan ekonomik yapı içinde, ekonomik büyüme, geniş halk kitlelerine reel gelir artışlarıyla yansımış; gelir dağılımındaki değişmeler ise sınıf mücadelelerini ve egemen blok içi dengeleri ilgilendiren tali bölüşüm süreçlerinin sonucu olarak belirlenmiştir. Keynesyen** bir refah devleti politikası, bir anlamda 1923 Cumhuriyetinin ekonomik altyapıda dayandığı kapitalist yolla kalkınma düşüncesinin, sürecinin devamını oluşturmuştur.

Bütün bu gelişmelerle birlikte, işçi sınıfı kendisine çizilmek istenen çerçevenin dışına çıkarak önemli kazanımlar elde etmiş; DİSK, TİP, vd gibi sınıf örgütlerini kurarak sermaye karşısındaki mücadelesine daha sonraki yılları da kapsayacak şekilde ivme kazandırmıştı. 12 Mart döneminde bu gelişme dönemin ünlü bir generali tarafından sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı şeklinde tanımlanarak faşist müdahaleye meşruiyet kazandırılmaya çalışılmıştı. Bu faşist generalin sözünü ettiği sosyal uyanış ise işçi sınıfının, emekçilerin 15-16 Haziranı, DGM direnişlerini gerçekleştiren sınıf bilinci, örgütlülüğü ve politik mücadelesiydi. 1960’ların başında oluşan yeni yapıyla birlikte ivme kazanmaya başlayan sınıf mücadelesinin önü 12 Mart faşist müdahalesiyle hakim sınıflar tarafından kesilmeye çalışılmıştı. Burjuvazi kendi krizini aşmak amacıyla toplumsal kesimlere yeni anayasa yoluyla tanınan hak ve özgürlükleri bu müdahaleyle geri almaya çalışmıştı. Bu dönemde bedel ödeyen işçi sınıfı, emekçiler, sınıf dostu aydınlar ise mücadeleden geri durmamış, yoluna devam etmişti. Başlangıçta tam anlamıyla özne olamayan işçi sınıfı elde ettiği kazanımları değerlendirerek sonrasında, mücadele hattında özne olmayı da büyük ölçüde başarabilmiştir. Yakın gelecekte de işçi sınıfı mücadelesini yine yükseltmek durumunda olacaktır.

*Büyük Buhran: Kapitalizmin 1929 yılında yaşanan büyük krizi.

 ** J.M. Keynes: Kapitalizmin krizlerine karşı devlet tarafından ekonomiye müdahale edilerek toplam talebin artırılmasını savunan İngiliz iktisatçı.