21. yüzyılın baldırı çıplakları

Emperyal devletlerin sömürgeci ve barbar yanına karşı çıkan bilimsel öğretileri, sanat ve edebiyat akımlarını görmezden gelip Batı uygarlığını toptan reddedemeyiz.

 “Macronizmin ateşi yüksek: 49.3” başlıklı son yazıda Fransa’daki polis şiddetini eleştirirken kullandığım “…vay Batı uygarlığının haline!” söylemine açıklık getirme gereksinimi duydum.  Öncelikle bu söylemin kapitalist demokrasiyi savunan liberallere yönelik bir ironi içerdiğini belirtmeliyim. Polonyalı düşünür Zygmunt Bauman’a göre fiziksel şiddet ve baskıyı tekelinde bulunduran modern devlet, korkunç gücünü ahlaklı biçimde kullanamayacağını bir çok kez kanıtlamıştır. Bauman, bu durumu demokrasinin doğmadan ölümü olarak niteliyor [1].

 Modernleşme kuramı, ekonomik düzlemde kapitalizmi, siyasal düzlemde ise liberal demokrasiyi idealize ediyor. Özellikle sanayileşmenin kaynağı olan teknik ve bilimsel ilerlemeler modernleşmenin ölçütü olarak değerlendiriliyor. Kapitalizmin Batı’da gelişmesi demokrasinin sermaye düzeninin doğasına içkin olduğu var sayımını güçlendiriyor.

Orta Çağ’dan yeni bir çağa geçişin simgesi olarak görülen Rönesans, dar anlamıyla Grek ve Roma uygarlıklarından esinlenerek Batı Avrupa’yı etkileyen mimarlık akımını, geniş anlamıyla ise klasik çağlara öykünen, sanat, edebiyat ve hümanizma kültürünü tanımlıyor [2].

Rönesans ve Reform dönemleri sayesinde dogmatik bilginin kaynağı olan Kilise’nin yerini insan aklı ve bilimsel düşünce alıyor. Toplumsal yaşamda insan merkezli modernleşme, doğayı ve evreni akılla, bilimle açıklayan yeni bir düşünce iklimi oluşturuyor. Böylece toplumsal yaşamı devrim, ilerleme, özgürleşme gibi hedefler doğrultusunda geleceğe yönelik tasarlamanın yolu açılıyor. Bu bağlamda kapitalist üretim modeli, ulus devlet anlayışı içinde modernleşmenin ve demokratikleşmenin  anahtarı olarak görülüyor.

 Modern barbarlıkla mücadele

 Liberal yaklaşım, kapitalizmle demokrasi arasında neden sonuç ilişkisi olduğunu ileri sürüyor. Buna karşı çıkan devrimciler ise bireysel özgürlüklerin ve demokrasinin gelişebilmesi için kapitalizmle mücadele etmek gerektiğini savunuyor. Örneğin 1 Mayıs İşçi Bayramı, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, 5 Ekim Öğretmenler Günü (BM tarafından ilan edilen) gibi uluslararası ölçekte anımsanan önemli günlerin tarihçesine baktığımızda bireysel hak ve özgürlüklerin büyük bedeller ödenerek elde edildiğini görüyoruz.

Öte yandan toplumsal mücadele geleneğinin oluşmasında antikapitalist dinamikleri harekete geçiren düşünce ve sanat akımları çok önemli bir işlev üstleniyor. Dolayısıyla emperyal devletlerin sömürgeci ve barbar yanına karşı çıkan bilimsel öğretileri, sanat ve edebiyat akımlarını görmezden gelip Batı uygarlığını toptan reddedemeyiz.

Yani Batı uygarlığı salt barbarlıklarla değil aynı zamanda kapitalizme karşı yürütülen toplumsal mücadelelerle de anılmayı hak ediyor.

 Neoliberalizmin emekli düşmanlığı

Batılı devletler 15. yüzyıldan başlayıp 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar süren sömürge sistemiyle mazlum halklara ait kaynaklara barbarca el koyup kendi ülkelerindeki refahın görece artmasını sağladı. Örneğin Fransa bir dönem Senegal, Fildişi Sahili ve Benin gibi ülkeleri köle ticaret merkezleri olarak kullanarak bölgedeki tüm kaynakları sömürdü. AB’nin kurulmasıyla sömürgeci geçmişini unutturmaya çalışan Batılı devletler, bu kez de kendi yurttaşlarının haklarını sömürerek kaynak üretme yolunu seçti. Şimdilerde Macron’un Fransız halkına dayattığı yeni emeklilik yasası bunun somut bir göstergesidir.

Öte yandan AB’nin lokomotif ülkesi olan Almanya nitelikli yabancı işgücüne kapılarını açarak emeklilik sorununu yönetmeye çalışıyor. Yaşlı nüfusa sahip Batılı ülkelerde ekonomik ve toplumsal sistemin sürdürülebilirliği için üretime katılacak genç işgücüne gereksinim var.  Gelecekte emeklilerin maliyetinin karşılanabilmesi de buna bağlı. Dolayısıyla Batılı devletlerin ekonomik ve toplumsal bekası için genç göçmenlerin istihdamı büyük önem taşıyor. Avrupa’da nitelikli ve yetkin yabancı işgücü yaygınlaştıkça siyasal partiler yabancı düşmanı ırkçı politikalarını gözden geçirmek zorunda kalacak. Umarız nitelikli göçmenleri kayırarak diğerlerine karşı ayrımcı bir tutum takınmazlar. Öyle görünüyor ki Avrupa’daki yabancı düşmanları bir süre sonra nüfusun melezleşmesini istemeye istemeye kabullenmek zorunda kalacak.

Açgözlü kapitalizm, kaynakları tükettikçe nüfus planlaması için savaşlardan, doğal afetlerden ya da salgınlardan medet umuyor. Çoğunlukla yaşlı nüfusun ölümüne yol açan Covid 19 pandemisinin bu planlamayı hangi oranda etkilediğini belki bir süre sonra öğrenebiliriz.

Kapitalizmin barbar bir sömürü düzeni olduğu bireysel hak ve özgürlükleri hiçe sayan neoliberal süreçte çok daha iyi anlaşıldı. Sermaye güçleri kârlarını artırırken emekçiler daha çok çalışıp daha az kazanıyor. İşte bu yüzden 21. yüzyılda Fransa’nın baldırı çıplakları direnişte birleşerek Paris Komünü’ne selam çakıyor.

 [1] Zygmunt Bauman, Modernite ve Holocaust, çev. Suha Sertabiboğlu, Versus Kitap, 2007, İstanbul, s.152.

 

[2] Bozkurt Güvenç, Kültürün abc’si, Yapı Kredi Yayınları, 2002, İstanbul, s.81.