“Yeni insan”ın romanı: Kulelerde Bayraklar

Hâlâ dünyanın en iyi eğitimcileri arasında gösterilen, Sovyetler Birliği’nde pedagoji alanını kuran eğitim teorisyeni, öğretmen, yazar Anton Makarenko’nun “Kulelerde Bayraklar” adlı eseri; başta bahsettiğimiz üzere “yeni insan”ın yaratılması sürecini en iyi biçimde aktaran eserlerden biridir.

Arjin Avcı

“Yeni insan” özellikle 1917’deki Ekim Devrimi’nden sonra öne çıkacak başlıklardan biriydi. Çarlık rejiminden kurtulan emekçi halkı yeni bir düzenle birlikte, yeni bir eğitim anlayışı da bekliyordu. Bunun için Çarlık rejiminin ve kapitalist sistemin yarattığı insan tipinin değişmesi gerekiyordu ve bu en zorlu süreçlerden biriydi. Bencilliğin pompalandığı, herkese eşit olanakların sunulmadığı, bilimin yeri geldiğinde ayaklar altına alındığı ve gericiliğin öne sürüldüğü bu sistemi değiştirmek; bugünün olduğu gibi, o dönemin de temel gündemiydi.

Çocuklar bu yoz sistemde yetişirken ya sokaklara atılıyor ya küçük yaşta çalışmaya başlıyor ya da hırsızlık yapıyor ve suç işleyen bireyler hâline geliyor. Kısacası, toplumun dışına itilen bir nesil oluşuyordu; geleceği ellerinden alınan, yoksulluğun sürüklediği bataklıkta debelenen bir nesil… Bugün daha farklı hâlleriyle de olsa aynı süreçlerden geçiyoruz. Biz de gelecekte işsizliğe maruz bırakılıyor, gericiliğe teslim ediliyor, nitelikli eğitimden yoksun bırakılıyor ve sistemin yetiştirdiği bencil, cinsiyetçi, potansiyel suçlu, gerici özelliklere sahip bireylere dönüşebiliyoruz.

Hâlâ dünyanın en iyi eğitimcileri arasında gösterilen, Sovyetler Birliği’nde pedagoji alanını kuran eğitim teorisyeni, öğretmen, yazar Anton Makarenko’nun “Kulelerde Bayraklar” adlı eseri; başta bahsettiğimiz üzere “yeni insan”ın yaratılması sürecini en iyi biçimde aktaran eserlerden biridir.

Makarenko birçok eserinde, özelde “Kulelerde Bayraklar” adlı romanında; insanı yalnızca salt teorik bilgiden yararlanan ve eğitimini bunun üzerinden geliştiren bireyler olarak değil, aynı zamanda pratik alanla bağ kuran ve üreten bireyler hâline getiren bir süreçten bahsetmiştir. Bir nevi kafa ve kol emeği arasındaki keskin çizgiyi ortadan kaldırmıştır. İleride “Politeknik Eğitim”i yaratan dayanaklardan biri de bu olmuştur. Makarenko bunu “Yaşam Yolu” adlı eserinde de ele almaya çalışmıştır.

Makarenko bu romanında “Bir çocuk nasıl yetiştirilmeli?” “Potansiyel suçlu çocuklar topluma nasıl kazandırılabilir?” sorularına cevap üretir. “üretken emek” üzerinde durarak sosyalizmin her alanda bir zorunluluk olduğunu ve bunun için de bir değiştirme sürecinin başlaması gerektiğini öngörüyordu. “Yeni insan”ın romanı diyebileceğimiz Kulelerde Bayraklar’ın konusu ise tam da bunun örneğidir: Sokaklarda yaşayan, kimsesi olmayan, suçlu konumunda görülen çocukların; 1 Mayıs Kolonisi adlı yere alınarak nasıl bir dönüşüm gerçekleştirdiğini, üretken ve toplumsal bilinci yerinde olan bireyler hâline getirildiğini anlatmaktadır.

Bunu başta İgor, Vanya, Rişikov, Vanda isimli sokak çocuklarının yaşadığı sefalet durumunu aktararak, zor bir sürecin iyi bir yöntem sayesinde nasıl değişebileceğini gösterir. Sovyetler Birliği’nde genç bir insanın önünde bütün yolların açık oluşunu, bu yollardan geçildiğinde yaşanılan onurun ve kişiliğin gelişmesine olan katkının öneminden söz eder. Çocuk Hakları Kurulu’ndan geçip, 1 Mayıs Kolonisi’ne alınan bu çocuklara sorumluluklar verilir ve hepsi ortak bir yaşam sürerek toplumsallığın önemini kavrar.

Elbette bunu başarabilmek için bir zaman gerekir ve karşı çıkan çocuklar da olur. Fakat bir arada olmanın ve sorunları çözmenin getirdiği bu kolektif duygu ve yaşam, potansiyel suçlu olarak görülen çocukları çokça etkiler. Ürettikleri şeyin bilincinde olan, emeğini önemseyen ve birçok alanı bilerek ama gittikçe bir alana yönelerek geliştirilen bu süreç “yeni insan”ın yaratılmasında önemli bir noktadır. Bu yüzden Sovyetler Birliği’nin, sosyalizmin “yeni insan”ını kavramak çok zor değildir: Yeni insan; sosyalizmin yetiştirdiği, toplumsal bilincini edinmiş, iyimserliğe sahip insandır.

Burada “iyimserlik” kısmını biraz daha açmak gerekir. Özellikle günümüzde; okullarımızda, çevremizde, akademik yayınlarda hep “kötümserliğe” vurgu yapıldığını, umutsuzluğun aşılandığını görürüz. İyimserlik de çok yüzeysel bir şekilde, bir “saflık” olarak görülür ve biz de doğal olarak böyle görmeye meylederiz. Kulelerde Bayraklar’da da tam olarak bunun üzerinde durulur ve saf iyimserlikten sosyalist iyimserliğe giden yol şöyle açıklanır:

“Yirminci yüzyılın başında şanlı Rus iyimserliğinden kala kala naiflik ve duygusallık kalmıştı. Çünkü nasıl bir nurun huşu dolu çıplaklığı aydınlattığı, ancak sınırsız ölçüde naif bir insanın gözünden kaçabilirdi. Daha gerçekçi insanlar bıyık altından gülerdi. Rus insanı büyük bir başarıyla soyup soğana çevrilmişti ve o, iyimserliği ile bundan gocunmamıştı bile. Ta 1917’de, bu halkın iyimserliğinin çok daha şiddetli olduğu ve hiç de safdil olmadığı beklenmedik bir şekilde gün ışığına çıktı. Rus halkı “belki”lerin, “ara sıra”ların hesabını yapmadan, eski kafalı estetleri “Karadeniz”in ötesine kovdu, hem de kesin bir şekilde ve ciddi bir gerçekçilikle ve yeni bir estetik ve yeni bir iyimserlik için ülkeyi temizledi.”

Aslında çok açık bir biçimde; burada bahsedilenin iyimserlik değil, gerçekçi bir kesinlik ve tarih bilinci olduğunu anlayabiliyoruz. Sovyetler Birliği; verdiği eğitimle bu kesinliğe varabilme yolunda önemli adımlar atmıştır. Kitaptan da bunu anlıyoruz. Sınıflı-sömürücü bir toplum düzeninin yerine gelen, sınıfsız-sömürüsüz bir toplum düzeni; aydın, bencil olmayan, laik, üretken çocuklar yetiştirdi ve gelecek böyle inşa edildi.

Bugün de hem eğitim hayatımızda hem sosyal hayatımızda yaşadığımız sıkıntılar bize yeni bir yolun gerekliliğini tekrardan hatırlatıyor. Bize yeni ufuklar açması gereken eğitim sistemimiz; bizleri tamamen körelten yapıya dönüşmüştür. Pratik alanla bağ kuracak bir eğitim yerine, salt teori odaklı olan; ama onu da tam kavratamayan bir sistemle karşı karşıyayız. Ne için üretim yaptığımızı bilmiyor, hatta bazen ne ürettiğimizi dahi bilmiyoruz.

Bunun yanında hâlâ liselerde zorunlu din derslerinden, üniversitelerde külliye açılmasından bahsediliyor. Gericilik bizi akademisiyle, hocasıyla, medyasıyla, siyasetiyle, kültürüyle kıskacı altına almış, sermaye düzeninin gerekliliklerini yerine getiren bir araç hâline gelmiştir. Fakat bizim buna bir “dur” dememiz gerekmektedir. Geçmişteki örneklerle, tarihten edindiğimiz anlayışla ve bize bu yolda bir rota gösterecek olan “Kulelerde Bayraklar” adlı eserde de zorunluluk olanı görüyoruz. Bunun için kolları sıvamanın tam zamanıdır. Bu sistemi her şeyiyle karşıya almak bir görev hâline gelmiştir.

Makarenko gibi SSCB’nin eğitim teorisi üzerinde çalışan ve önemli bir yer kapsayan, Sovyetler Birliği Eğitim Halk Komiseri Yardımcısı Nadejda Krupskaya’nın dediği gibi: “Mutlu, parlak, aydınlık bir gelecekte yaşamak için kafanızla ve ellerinizle nasıl çalışacağınızı öğrenmelisiniz.”.