Yazar Mehmet Yeşiltepe: NATO bütün dünyayı bir oyun sahası olarak görüyor

"Bugün gelinen aşamada NATO'nun bütün dünyayı bir oyun sahası olarak gördüğünü ve ABD eksenli sermayenin çıkarlarının askeri gücü olarak rol aldığını söyleyebiliriz. Doğruya doğru hızla genişleme gerçekte basitçe bir “üye artırma” meselesi değildir."

Yazar Mehmet Yeşiltepe: NATO bütün dünyayı bir oyun sahası olarak görüyor

Dünyanın en büyük terör örgütü olan NATO’nun, ABD ve AB emperyalizminin saldırgan politikaları devam ederken, anti-emperyalist mücadelenin bayrağı da yükseliyor. Ülkenin ilerici aydınları ve sosyalistleri NATO karşıtı bir imza kampanyası başlatırken, “Dünya barışının baş düşmanı NATO ve emperyalizmdir” kampanyasının ilk imzacıları bu mücadeleyi yükseltme çağrısında bulundu. Görüşlerine başvurduğumuz kampanyanın imzacılarından Yazar Mehmet Yeşiltepe, bugün gelinen aşamada NATO’nun bütün dünyayı bir oyun sahası olarak gördüğünü belirterek, ABD eksenli sermayenin çıkarlarının askeri gücü olarak rol aldığını vurguladı. Yeşiltepe, Manifesto’ya yaptığı açıklamada şunları kaydetti:

“Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesi ile beraber başlayan tartışmalar, konunun dar bağlamını da sahayı da aşarak devam ediyor. Bu koşullarda, bunca haber, yorum, manipülasyon ve yalan karşısında pusulamızı kaybetmememiz için, neden-sonuç ilişkisi kurulurken, meseleyi Ukrayna coğryafyası ve son çatışmalar sınırlılığından çıkarıp küresel ekonomi politik kapsamında değerlendirmek gerekiyor.

ABD’nin domine ettiği 70 yıllık düzeninin miadını doldurduğu, taşların yeniden diziliminin paylaşım ve hegemonya savaşı koşullarında gerçekleşmekte olduğu bu süreçte saflaşmaların da savaşların da bu kapsam içerisinde değerlendirilmesi, yanılgı olasılığını sınırlarken isabet olasılığını artıracaktır.
Çeşitli imkân ve nedenlerle ABD’nin, Rusya’nın hamlesini öngörerek hareket ettiğini söylemek mümkün. O halde Rusya’nın buna rağmen herekete geçmiş olmayı (Karşılıklı mücadele ve hegemonya savaşı bağlamında) bir zorunluluk olarak gördüğünü söylemek pek de abartılı olmaz. Yani her iki taraf için de atılan adımlar şaşırtıcı veya beklenmedik değil.

Biden’in “Bu olay AB ülkeleri ile birliğimizi güçlendirdi. Bundan mutlu oldum” sözü ise en azından bu kesitte AB ile temenni edilen bir yakınlaşmanın yaşandığını, bunun da özellikle NATO bağlamında öngörüldüğünü söylemek mümkün. Kaldı ki Ukrayna’nın AB için hızla üyelik başvurusunda bulunması da ortak çıkarlar halesinin bir ifadesi. Almanya’nın bu süreçte savunma harcaması için 120 milyar euro fon ayıracağını açıklaması da sürecin uzun erimli ve değiştirici niteliklerine işarettir. Bunun, bugünden yarına olmasa da ABD’den ayrı bir Avrupa savunması anlamına gelmesi de ihtimal dahilindedir.

Rusya’nın askeri gücü, Çin’in ekonomik gücü ve Asya’dan Afrika’ya ve hatta Latin Amerika’ya kadar uzanan etkisi düşünüldüğünde sürecin adım adım bölgesel güçlerin öne çıktığı bir dünyaya doğru hızlandığını ve bunun birden çok kutup, yeni düzen vb. anlamına geleceğini söylemek mümkün.

Çin’in de Rusya’nın da nihayetinde emperyalist bir güç olduğu unutulmadan değerlendirme yapmak, fotoğrafı daha bütünlüklü ve daha isabetli/sınıfsal okuyabilmeyi sağlayacaktır. Bu, aynı zamanda savaşın Ukrayna ile Rusya arasında değil ABD/NATO ile Rusya arasında yaşanmakta olduğunun ayırdına varma ve bunun yanında savaşa katılmadığı söylenen/sanılan Türkiye’nin de aslında hem taraf hem de savaşta olduğunu görebilme yöntemidir/imkanıdır.

Sınıfsal bakış; isabetli duruş, duygusallıktan uzak, doğru saf tutma vb. için olmazsa olmaz önemdedir. Bu, aynı zamanda ezberden “savaşa hayır” demek yerine, haksız savaşa, baskı ve sömürü üzerine bina edilmiş dünyanın devamına hizmet eden savaşa “hayır” diyen tutarlı bir duruşun koşuludur.

NATO, 2. Yeniden Paylaşım Savaşı sonrasının koşullarında, ABD eksenli kapitalist dünyanın çıkarları paralelinde kurulmuş bir savaş/suç örgütüdür. Meselenin salt Sovyet varlığı ile ilişkilendirilmesi, olgunun temel önemdeki boyutlarından birini eksik bırakır.

Evet NATO ve CENTO ile Sovyetler Birliği bir anlamda kuşatılmıştır. Özellikle Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya dahil edilmesi, hem Sovyetler’e en yakın noktalarda kurulacak üslere ihtiyaç duyulmuş olması hem de muhtemel bir savaşın ABD toprakları dışında karşılanması vb. içindir. Ancak NATO’nun aynı zamanda darbeler yapan, Gladyo’yu örgütleyen vb. niteliğine bakıldığında, sınıflar mücadelesi dolayısıyla da ABD’nin uluslararası boyuttaki çıkarları ve işbirlikçi iktidarların (bunu sermayenin çıkarları olarak okumalı) ihtiyaçları paralelinde hareket eden bir askeri organizasyon olduğunu söylemek daha uygun düşecektir.

Kısacası, son 70 yıl için haksız savaşların, yağma ve talanın, gladyonun, devlet eliyle uyuşturucu organizasyonlarının, yasak silahların tarihi yazılacaksa, bu süreçte NATO’nun oynadığı başat rolden bahsetmeden olmaz.
Bugünkü stratejisini ’91 sonrasındaki faaliyetlerinden izlemek mümkün. Gerçekte ne Sovyetlerin çözülmesi ne de Varşova Paktı’nın dağılması NATO’nun işlevini bir an bile tereddütlü hale getirmemiştir. Nitekim bunu Yugoslavya’nın parçalanmasında, Afganistan’ın işgalinde ve gündemde olan konu bağlamında, gerçekte sermayenin yayılması anlamına da gelen doğuya doğru yayılmada somut biçimde gördük.

Bugün gelinen aşamada NATO’nun bütün dünyayı bir oyun sahası olarak gördüğünü ve ABD eksenli sermayenin çıkarlarının askeri gücü olarak rol aldığını söyleyebiliriz. Doğruya doğru hızla genişleme gerçekte basitçe bir “üye artırma” meselesi değildir. Bunun hegemonya ve paylaşım savaşının bir parçası/biçimi olduğunu, aynı zamanda dünyayı artık bir bütün halinde oyun sahası olarak gören NATO’nun örneğin bir tatbikatta ABD’nin çıkarları dahilinde, üye olmayan ülkeleri de sürece kattığını, asker konuşlandırma ve silah yığınağı yapma konusunda nasıl keyfi ve ölçüsüzce davrandığını görmeyen, dikkate almayan değerlendirmeler eksik, hatta sorunlu olacaktır.
Durum bu denli somut/görünür iken NATO’yu, sınıfsal nitelikleri ve işlevi bağlamında, sol içi tartışmalarda dahi anlatma ihtiyacı duymak gerçekten üzücü.

Ukrayna, bir süredir yalnızca Ukrayna değildir; bir mızrak ucuna, ABD/NATO, AB ve işbirlikçileri tarafından desteklenen ve kullanılan bir araca/aparata dönüştürülmüştür. Öylesine araçsallaştırılmıştır ki kendisinin bağımsız politikaları yoktur. Son olarak ABD Temsilciler Meclisi’nin Ukrayna’ya 13,6 milyar dolarlık yardım sağlayacak tasarıyı onaylaması, ABD’nin araç ve imkan çoğaltmasıdır; Ukrayna’daki yığınağı artırma çabasıdır. Bu bağlamda bugünkü savaşta orda NATO’nun/ABD’nin varlığını salt “bayrak, üniforma” vb. üzerinden aramak yanıltıcı/aldatıcı olur. Benzer şekilde Türkiye’nin savaşa katılmamış, tarafsız kalmış gibi gösterilmesi de yanıltıcıdır. Türkiye bugün Ukrayna’da SİHA’larla, yaptığı anlaşmalarla ve hatta muhtemelen çeşitli özel kadroları ile Ukrayna’dadır.
Azerbaycan veya Libya dahil çeşitli örneklerde olduğu gibi son dönemlerde bir noktada sıcak çatışma yaşandığında orada çıkarlarına bağlı olarak, vekalet biçiminde de olsa çeşitli güçlerin varlık gösterdiğini gördük. Nitekim Suriye’de olduğu gibi dünyanın çeşitli savaş pratiklerinde rol almış paralı askerlerin Ukrayna’ya gelmekte olduğu artık gizlenmiyor. Zelenski, Ukrayna’ya yardım için 16 bin yabancı gönüllü savaşçının geleceğini açıklamış ve “Onlar bizim özgürlüğümüzü, hayatımızı korumak için geliyor” değerlendirmesini yapmıştı. Aynı konuda Dışişleri Bakanı Dimitri Kuleba, “52 ülkeden deneyimli, emekli askerler ve gönüllülerden oluşan yabancı savaşçılar bize başvurdu” dedi. Ve sayının 20 bini bulduğunu açıkladı.

Bunlara küçük çaplı paylaşım savaşları veya 3. Yeniden Paylaşım Savaşı’nın lokal cepheleri demek pek de abartılı olmayacaktır. Gelişmeler, bu kapsam içinde değerlendirilmelidir. Elbette Ukrayna’nın askeri imkanları Rusya’nınki ile kıyaslanamaz. Geniş çaplı askeri operasyonu başlatanın Rusya olduğu doğrudur. Ancak bunlar, olgunun bütününü anlatmayan eksik tanımlamalardır. Rusya’nın müdahalesinden önce de bir savaştan söz etmek mümkün. Hatta bunu iki çeşit de ifade edebiliriz. Birincisi, Üçüncü Yeniden Paylaşım Savaşı farklı enstrümanlarla bir süredir başlamış durumda. ABD de AB de Rusya ve Çin de bunun taraflarındandır/aktörlerindendir. Ukrayna, bu savaşın son sıcak noktalarından biridir.

İkincisi, 2014’teki ABD patentli darbeden beri Ukrayna’da bir savaş vardır. Bu süreçte imzası olmasına rağmen Ukrayna sürecin hiçbir aşamasında Minsk Anlaşması’na uymamış, özerkliği tanımamış, paramiliter güçleri (anlaşmada geçtiği gibi) bırakalım silahsızlandırmayı, sayısal ve nitelik olarak büyütmüş hatta iktidarın bileşeni haline getirmiştir.

Özetle bugünkü sıcak sahada öyle bir çelişme yığılması/düğümlenmesi var ki sorunu Rusya’nın müdahalesinden ibaret görmek dolayısıyla da savaş sahasında halkın yaşadığı kayıp, acı ve yoklukların faturasını salt ona kesmek (parçayı bütünden kopararak değerlendirmek) sınıf bilincinden yoksunluk ve ekonomi politik bilmemek değilse muhtemelen duygusal ve psikolojiktir.

Bugün gelinen aşamada, taşların dizilimi, saflaşma vb. tamamlanmamış olsa da tek kutupluluktan çok kutupluluğa geçişin yaşanmakta olduğunu, yeni bir düzenin ipuçlarının belirdiğini söyleyebiliriz.

Mevcut tabloda, Rusya’nın kuşatılması, bir yanıyla Rusya’yı kendi sınırları içine hapsetmeyi; Suriye, Libya, Körfez gibi noktalarda varlık gösteremez hale getirmeyi amaçlarken, diğer yanıyla da Çin’le yakın ilişki ve işbirliği içine girmesinin önlenmesini hedefliyor. Henüz oluşmuş bir bloktan söz edemezsek de ortak tatbikat yapmak gibi Rusya, Çin ve İran’ın yakınlaşması ABD’nin en çok rahatsız olduğu, en istemediği tablolardandır. Bu gerilim, kapışma ve saflaşmaların, Ukrayna’daki savaş nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın devam edeceğini hatta bunun bir çeşit “fragman” olduğunu söylemek mümkün.

Bu yazının dar kapsamı içinde gündemdeki tüm sorulara yanıt vermek mümkün değil ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi savaşın temeli/nedeni, son çatışmanın dar bağlamı içinde değil çok daha kapsamlı bir sınıfsal haritada aranmalıdır. Çünkü Rusya’nın neden kuşatılmakta olduğu, doğuya doğru yayılmanın ne anlama geldiği ve bunun nasıl bir sürecin ifadesi olduğu tartışılmadan savaşın nedeni/sebebi doğru yanıtlanamaz.”