Yasak savar gibi bir kutlama

Ekonomik yetersizlik nedeniyle okutulmayan, çalıştırılmak için eğitimini yarım bırakmak zorunda kalan kız çocuklarının sayısı az değildir. Eşitlikçi bir toplumda bu yoksunluk giderilebilir; ama insanların yaşamına yön vermeyi görev edinmiş din odaklı kültürün uygulayıcılarından bu konuda esneklik beklenemez; kendi önceliklerini kollarlar çünkü.

Tülin Tankut

Kız çocuklarının dünyanın her yerinde toplumsal cinsiyet eşitsizliği yüzünden eğitim ve sağlığa erişim, istismar v.b. pek çok konuda ayrımcılığa uğraması nedeniyle, Birleşmiş Milletler’in dünya kamuoyunda farkındalık yaratmak amacıyla 2012’ de ilan ettiği “ On Bir Ekim Dünya Kız Çocukları Günü” , bu yıl da bazı ülkelerde ve ülkemizde yine yasak savar gibi “kutlandı”. Ana akım medyada muhafazakâr kesimin tepkisini çekmemek için olsa gerek, “kutlama” sönük geçti: Televizyonda genele teşmil edilen bir kaç başarı öyküsü, özellikle spordan verilen örnekler; belediyelerin, STK’ların, özel sektör temsilcilerinin ; konferans, film gösterimi, hediye dağıtma , spor v.b. “kutlama” etkinliklerindeki hep aynı minval üzere kurgulanmış söylemleri; resmi ağızlarda hep aynı nakarat; buna karşılık ülkede eğitimden uzak tutulan kız çocuğu sayısının 866 bini bulmuş, belki de aşmış olması kamu oyunda infial uyandırmadı! Geniş kitlelere ulaşabilen medyanın, can alıcı sorunlar konusunda reyting düşünmeksizin, eğiticilik işlevini yerine getirmesi gerekmiyor mu? Kızlar neden acaba eğitimden uzak tutuluyor? Bunun nedeni nasıl olsa evlenecek diye, eğitim masrafları ve buna ek olarak velilerden bağış adı altında alınan ücretleri ödemekten kaçınmak ve kızlar için Kur’an kurslarını yeterli görmek olabilir mi? Kız çocuğu, emek sömürüsüne neden 6 yaş gibi çok küçük yaşlarda maruz kalıyor? Annesi işteyken ev işleri ve kardeşlerine bakmak ona kaldığı için değil mi?

Kuşkusuz kız – erkek, çocuğu toplumsallığa hazırlayan önce ebeveyndir. Her çocuk yetiştirildiği ortamın, yetiştiricilerin; sınıfsal, etnik, dinsel- mezhepsel, ulusal, politik aidiyetlerinin izlerini taşır. Eğitimin doğasından gelen kısıtlama ve yasaklarsa her eğitim sisteminde içkindir. Ancak toplumsal cinsiyet eşitsizliği yüzünden kızlar özel alana, oğlanlar kamusal alana yönlendirilir. Oysa kızların okutulması, potansiyellerinin açığa çıkarılması, özgürlüğe giden yolda ilk adımları oluşturur. Onların bilim, siyaset, sanat, müzik, resim, bale, heykel, dans v.b. alanlardan uzak yetiştirilmesi, insanlığın kültürel gelişimi açısında da bir kayıp olmayacak mıdır?

Kız çocuklarının günümüzde çözüm bekleyen, dağ gibi ve giderek çeşitlenen ciddi sorunları var. Sözgelimi, yurdun çeşitli yörelerinde yaygın bir gelenek olan kız kaçırma olayları neden arttı? Kırsaldan göçle birlikte kentte de yaygınlaşan bu geleneğin kökü Osmanlı’ya dayanıyor. Kız kaçırma hukuken suç olmasına karşın erkek tutuklansa bile kızla evlenerek ailelerin de evliliği onaylamasıyla paçayı sıyırıyor. Konuyla ilgili geniş literatürden edindiğimiz bilgiye göre bu durum, erkek tarafının başta başlık parası ve düğün giderlerini – altın, takı v.b.- karşılayamaması gibi ekonomik nedenlerden kaynaklıyor. Ancak nedenleri ne olursa olsun, olan kız çocuğuna oluyor.

Son otuz yıldır ülkemizde yaratılan kültürel iklimin canlandırdığı cinsiyet ayrımcılığı ve kadınların maruz kaldığı haksızlıklar günümüzde ürkütücü boyutlara vardı. Kız kaçırmak, erken evliliği teşvik etmek, çocuk istismarı, çocuğu eğitimden alıkoymak, çocuk işçiliği v.b. yasalara göre suç değil midir? Ama bu suçun işlenmesi önlenemiyor. İktidarı, muhalefetiyle siyasetçiler; geleneksel kültürümüzü, “özümüzü” koruma, çocuğa dinini öğretme adı altında, toplumun dinci yapılanmasını hedefleyen çevrelerin faaliyetlerine göz yumuyorlar. Çocuğun gelişiminde ulusal, dinsel- mezhepsel, cinsiyetçi etmenlerin etkili oluşu evrensel bir olgudur; ancak söz konusu çevrelerce yardımcı ders kitapları, çocuk kitapları, çizgi film, bilgisayar oyunları v.b. kullanılarak ayrımcılık türlerini canlandırma faaliyetleri laik rejimi tehdit eder hale gelmiştir. Unutulmamalıdır ki, yüzlerce yıllık toplumsal gerçeğimiz, 21. yüzyılın gerçekleri karşısında artık tutunamamaktadır. Kadınları çocuk doğurma işlevine indirgeyen zihniyet miadını doldurmuştur. Hâlâ mücadelesi sürdürülen cinsiyet eşitliği kadınlar için yaşamsal önemdedir. Kadının yasalar önündeki görece eşitliğini de ancak laik, demokratik hukuk devleti sağlar. Bunun tersini savunmak suçtur. Bu böyle biline!

Evden kaçan kızlar da ciddi sorunlardan biridir. Öyle ki, kaçış öncesi ve sonrası yapılan araştırmalar, evden kaçan çocuklar arasında kız çocuklarının başı çektiğini gösteriyor. Evden kaçma nedenleri; ekonomik sorunlar, ebeveyn baskısı ve şiddeti, evliliğe zorlanma, sevdiğine kaçma, arkadaş etkisinde kalma şeklinde sıralanıyor. Nedenler arasına kırsala doğru yayılan ve sosyoekonomik, kültürel durum, cinsiyetten bağımsız, neredeyse yediden yetmişe, geniş kitlelerin yaşamında vazgeçilmez bir öğe haline gelen sosyal medya kullanımı da giriyor. Kızlar, bir kaçış yolu olarak gördükleri sosyal medyada daha çok zaman geçiriyor. (Özellikle 14- 17 yaş arası) Sosyal medya daha çok eğlence amaçlı kullanılıyor. Çevrim içi sohbet, oyun, arkadaş ve eş arama, kazanç sağlamaya yönelik paylaşım, takipçi sayısıyla ilgilenme, fotoğraf paylaşma, yaşam tarzı, giyim kuşam, takı, kozmetik, moda v.b.

İnternet medyasındaki reklamlarsa ana akımdakilerle yarış halinde. Tüketim toplumunda rekabetten, tüketici kimliğini oluşturan kültürden arınmış tek bir alan kalmadı. Kız çocuklarına karşı toplumda yaratılan güzel olma, popüler olma baskısı da böylelikle her şeyi hak etmenin ölçüsü olarak lanse ediliyor. Okul öncesi kız çocukları bile kendileri için satışa sunulan minik makyaj çantalarıyla tanışıyor. Kozmetik pazarı ucu bucağı belirsiz bir biçimde genişledi. Gelir düzeyi düşük olanlar çareyi merdiven altında buluyor. En kötüsü körpecik bedenler, ünlülere öykünerek medikal estetiğe teslim olurken ehliyetsiz ellerde yapılan uygulamalar beraberinde ciddi sağlık sorunlarına yol açıyor.

Özellikle ergenlikte, kişinin yaşının özelliklerinin kaybolması, onun yerine yetişkine öykünmesi ve öykünmeden doğan yabancılaşmanın dışa vurumunun da bireycilik, rekabet, kıskançlık gibi duyguları su yüzüne çıkarması, onun gelişimi için tehlike oluşturuyor.”Güzel olmak zorundayım” koşullanmışlığı, kişi üzerinde özgüvenini bu duyguya bağlaması gerektirdiği duygusu yaratabiliyor. Biçime takılıp özden uzaklaşmaksa kişiyi bir sorun yumağına dönüştürüyor. Dürtüsel davranış (impulsive), ezbere hareket etmek eğilimindeki kişinin çevrimiçi ilişkileri de onun istikrar, bağlılık, sadakat v.b. duygularını zayıflatıyor. Sonuç? Yalnızlaşma. Uyuşturucu kullanımının, suç oranlarının, işsizliğin, yoksulluğun kol gezdiği bölgelerde kız çocuklarını bekleyen tehlikeyse, televizyon gündüz programlarının “görünür” kıldığı, sonu cinayete bile varabilen ve ne acıdır ki suçlunun iyi hal indiriminden yararlanmasının adet haline geldiği trajik olaylardır.

Bugün dünyada milyonlarca okuma yazma bilmeyen kadın olduğundan söz edilirken ileri kapitalist ülkelerde bilgisayar okur yazarlığına ağırlık veriliyor. Artık eski toplum geleneklerini sürdüren birçok ülkede bile bu gelişmeye ayak uyduruluyor. (İran’da kadınların başını çektiği ayaklanmada da bunun rolü yok mu?) Fütüristlere bakılırsa, gözünü açar açmaz bilgisayarla tanışan çocuk, bilgiye kendi başına ulaşması bir yana, ebeveynine bilgisiyle yol gösterebilme kapasitesine bile sahip! (Dijitalleşme çağında buna “tersine mentörlük”deniliyor.) Gelecekte evin geçimini çocuğun sağlayacağı bir evreye bile geçileceği öngörülüyor.

Bütün bunlar bir iddiadan ibaret olabilir. Aslında ebeveynin, yüzyıllardır tarımda, sanayide, ev işlerinde kız çocuklarının emeğinden yararlandığı bilinmektedir. Çocuğun buna karşı tepkisi, evden kaçma istatistikleri dışında devletin yetkili organlarından çok edebiyatın konusu olmuştur. Ancak günümüzde bıçak kemiğe dayanmış, eşitsizlikler üzerine kurulu, kadın ve çocuk hakları ihlâlleriyle malûl aile yapısı, çatırdadığına dair sinyaller vermektedir.

Prof. Dr. İoanna Kuçuradis’in sohbetlerinde çeşitli vesilelerle dillendirdiği gibi, insan hakları hukuktan önce gelir, hukukun temelini oluşturur. İnsan hakları tartışılmaz, örneğin sana göre, bana göre insan hakkı olmaz. Ama bu konuda her kafadan bir ses çıkıyor. Kılık kıyafete karışmak; el öpme, bacak bacak üstüne atarak oturmama, kahkahayla gülmeme v.b. daha pek çok şekilci adetler saygı adı altında sürdürülüyor. Oysa dürüstlük, sevgi, saygı değişmez. Yaşa bağlı da olmamalıdır. Yine hoca ısrarla vurgular: Düşüncelere saygı olmaz, düşüncenin sahibi insana saygı göstermek gerekir. Ayrıca “bilgide demokrasi yok. Bir kişi bile söylese, eğer bilgi sunuyorsa, yüz kişi onu kabul etmekle mükelleftir.” (“Sen sus, çocuksun” paylamalarını getiriyor akla. Bu yüzden değil midir, çocukken kimimiz pısırıklığı seçmişizdir, kimimiz isyankârlığı?)

Aile içinde eşitliğin sağlanabilmesi, dolayısıyla bireyler arasında sağlıklı bir ilişkinin kurulabilmesi görece olarak çocuk yetiştirmedeki sorunları azaltabilir. Ancak bunun için ebeveynin sorumluluktan önce yetkeci, baskıcı ve köhnemiş olan zihniyetten kurtulması gerekir. Bunun anlamı çocukla arkadaş olmak değildir; ebeveyn konumunu koruyarak bu başarılabilir. Çocuğa zaman ayırma, anlaşma gösterme, onunla dengeli ilişkiler kurma önemlidir. Az önce de değinildiği gibi, ileri teknolojinin damgasını vurduğu 21. yüzyılda, internet kullanımının yaygınlaşmasıyla kullanıcının zaman ve mekândan bağımsızlaşması, bireysel gelişimi, geçmiş dönemlere göre farklılaştırdı; yeni toplumsallık biçimleri yarattı. İnsanlar, internette tanışıp sevgili oluyor, evleniyorlar. Nasıl ki, AVM varsa müşterisi de olacaktır; alışveriş yapma niyeti olmasa bile yeni yetme de zaman geçirmek için AVM’nin cazibesini arayacaktır. Ama hemen ekleyelim; ebeveynin, örneğin sosyal medya kullanımı, dışarıda gezme gibi konularda çocuğuna saat sınırlaması getirmesi hakkıdır, tabii ki korku, şiddet yoluyla değil, ikna yöntemiyle.

Öte yandan medyada sınıf ve cinsiyet ayrımı yapmaksızın Z kuşağı adıyla anılan, sayıları hayli yüksek (7.5 milyon deniyor), önümüzdeki seçimlerde oy kullanacak oldukları için daha şimdiden iktidar ve muhalefet partileri arasında paylaşılamayan gençlerin örf, âdet, gelenek, kural, yasak , didaktik söylem, öğüt v.b. engelleyiciler karşısında geri adım atmadıkları iddia ediliyor. İnternet ve sosyal medya kuşağının bir özelliği olarak günümüzün siyaset dünyasıyla ilgilenmiyorlar; baskıya, dayatmaya gelemiyorlar; tepkileri aşırıya kaçabiliyor. Bunlar da iddialar arasında. Anlaşılan özgürlük anlayışları da çağın damgasını taşıyor. İddialar arasında özgürlüğün sınıfsal ve politik bir mesele olduğunu savunup savunmadıkları konusunda bir bilgiye rastlanmıyor.

Özetle: Ekonomik yetersizlik nedeniyle okutulmayan, çalıştırılmak için eğitimini yarım bırakmak zorunda kalan kız çocuklarının sayısı az değildir. Eşitlikçi bir toplumda bu yoksunluk giderilebilir; ama insanların yaşamına yön vermeyi görev edinmiş din odaklı kültürün uygulayıcılarından bu konuda esneklik beklenemez; kendi önceliklerini kollarlar çünkü. Bunların telkinleriyle yaşça büyük erkek, çocuk yaştaki kızla evlenmeyi kendinde hak görür. Geleneğe sığınarak, dinin caiz kıldığını öne sürerek kız çocuklarının evlendirilmesini meşru kılan söylemlerinden ötürü cezalandırılmadıkları için de faaliyetlerini fütursuzca sürdürürler.
Elinde devlet gücü ve medya gibi bir gücü olan siyasal iktidarın, kız çocuklarına yönelik haksızlıklara karşı gerçekçi çözümler bulabilecekken bu denli sessiz kalması düşündürücüdür. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması bakımından önemli hükümler içeren İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin siyasilerin inandırıcı olmayan birtakım gerekçelerine dayanarak çekilmesi (1.7.2021) kız çocuklarının ve kadınların haklarının korunması açısından yanlış bir karar olmuştur. Bütün bunlarda kamusal alanda dinci hareketlerin boy göstermesinin ve denetlenmemesinin payı büyüktür.

Bir yandan da küreselleşmeyle birlikte kavramların da küreselleştiğini ve kapitalizmin çıkarları doğrultusunda kullanılmasının yaygınlaştığını görüyoruz. Ancak kavramların din kurallarından farkı, mutlak değil, tarihsel olmasıdır; dolayısıyla değiştirilebilir niteliktedir. Kişi, dinci ve piyasacı eğitimin prangalarından kurtulduğunda bunu kavrayabiliyor. Ülke gerçekleriyle gücünün fevkinde ve yakından ilgilenen sol çevrelerin bu konudaki çabalarının somut örneklerinden- gençlik çalışmaları- bunu saptamak zor olmuyor. Kız çocuklarının gelişiminin önündeki engellerin kaldırılmasında kadın örgütleri, sol örgütler, hukukçular ve sivil toplum örgütlerinin desteğine ihtiyaç var. Artık açıkça ortaya çıkmıştır ki, temel ve sürekliliği olan sorunlara kapitalist sistemde kalıcı çözümler üretilemez. Çünkü mesele sınıfsaldır; hükümetlerin iyileştirmeleri, toplumun tüm üyelerini kapsamış olsaydı “Dünya Kız Çocukları” türü böyle “özel” günlere ihtiyaç duyulmazdı. Bu sömürü düzenini hedef alan mücadeleler sürdürüldüğünde, ancak o zaman din, mezhep, etnisite gibi tüm ayrımcılık biçimlerinin ortadan kaldırılmasında; gerçek anlamda insan haklarında- işçi, kadın, çocuk, gençlik, göçmen, LGBTİ+ v.b. ilerleme kaydedilebilir.