Vahdettin'den kahraman çıkmaz

Vahdettin'den kahraman çıkmaz

10-12-2022 09:54

Vahdettin Mustafa Kemal’i görevlendirmiş olsa ilerleyen süreçlerde karşısında durmaz. İngilizler Mustafa Kemal’i görevlendirse 20 gün sonra tekrar çağırmaz. Tüm bu gerçeklerin ışığında milli mücadeleyi başlatsın diye Vahdettin’in gönderdiği ve İngilizlerin Mustafa Kemal’i görevlendirdiği tezleri tamamen boşa çıkıyor.

Harun Özgür

Türkiye sağı devrimlerle hâlâ bir hesaplaşma içerisindedir. Hesaplaşmada birtakım şahsiyetleri öne sürerek saflarını da belli etmektedirler. Bugün hâlâ cumhuriyetin bir devrim ve Osmanlı’dan bir kopuş olduğunu idrak edememişlerdir. 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyetini Osmanlı’nın bir devamı olarak görmektedirler. Bu anlayışla cumhuriyetin devrimci kadrolarıyla saltanat yanlılarını aynı kefeye koyarak Kurtuluş Savaşını başlatanın Mustafa Kemal ve devrimci kadrolar olmadığını Mustafa Kemal’i ülkeyi kurtarması için Vahdettin’in görevlendirdiğini söyleyecek kadar ileri gitmektedirler. Buradaki temel amaçları, laiklik, cumhuriyet ve anti-emperyalizm üzerine kurulan Cumhuriyetin değerlerini tahrif etmektir.

Özellikle AKP iktidarı cumhuriyetin içini boşaltmak, önemsizleştirmek adına Vahdettin ve Abdülhamid gibi isimleri neredeyse kahraman olarak göstermektedirler. Bu şekilde tahayyül ettikleri neo-osmanlı anlayışını topluma yerleştirebileceklerdir. Bugün gelinen noktada Türkiye sağı, padişah ve Mustafa Kemal’i Türk büyükleri statüsünde değerlendirerek muazzam bir çarpıtma yapmaktadır. Bir tarafta Anadolu halkını anti-emperyalizmden ve yoksulluktan kurtarmak isteyen Mustafa Kemal diğer tarafta emperyalizmle iş birliği yapan, halka sırt çeviren padişah Vahdettin. Savundukları Vahdettin, Milli Mücadele sırasında İngilizlerle iş birliği yapmış Milli Mücadeleyi yürüten Anadolu Hükümetine karşı çıkmıştır. İngilizlerin kuklası haline gelmiş İstanbul hükümeti, bağımsızlık mücadelesi veren Anadolu halkının mücadelesini engellemek için her türlü yolu denemiştir.

Örneğin; İngiliz destekli Damat Ferit hükümeti Anadolu’daki bağımsızlık hareketini bastırmak için Kuvâ-yi İnzibâtiye’yi kurmuştur. İlerleyen süreçlerde İstanbul hükümeti kendisinin desteklediği ayaklanmalar çıkarmıştır. Tüm bunlar yaşanırken başta padişah Vahdettin bulunmaktaydı. Ülkenin emperyalistler tarafından parçalanmasına hiçbir ses çıkarmayan Vahdettin, İngilizlerin emri altında anti-emperyalist mücadeleyi baltalamıştır. Vahdettin ve İstanbul Hükümetinin yaptıkları bu kadar açık bir şekilde ortadayken Türkiye sağındaki bazı tarihçiler hiçbir gerçekliği olmayan tezler ortaya atmışlardır. Bu tezlere göre 1)Milli Mücadeleyi başlatmak için Mustafa Kemal’i Samsun’a yollayan Vahdettin, 2) Kurtuluş Savaşı diye bir şey yok Atatürk’ü Samsun’a yollayan İngilizlerdir.

TEZLERİN YANLIŞLIĞI

21 Nisan 1919’da Amiral Carltrohe Karadeniz’deki çeteleri kontrol alına almak adına Osmanlı Hükümeti’ne bir nota verdi. Bu notanın altyapısına baktığımızda İngilizlerin gelecek planı için önemliydi. Mondros Ateşkes anlaşmasında sonra İngilizler petrolün önemi için Musul, Irak, Kafkasya üzerinde durmuşlar; Karadeniz’i kontrol etmek için ise Samsun, Trabzon ve Sinop limanını kontrol etmeye çalışmışlardır.

İngilizlerin Karadeniz limanları ve Karadeniz bölgesine yönelik ilgileri sadece Kafkas bölgesindeki petrol yataklarını ele geçirme isteklerinden kaynaklanmıyordu. Bilindiği gibi, o sırada İngiliz sömürgesi olan Hindistan’ın denetim altında tutulması, İngilizlerin emperyalist emellere dayalı siyasal ve ekonomik çıkarlarının sürdürülmesi yönünden de çok önemliydi. [1]

Osmanlı hükümeti İngilizlerin bu notasının ardından müfettişlik kurma çalışmalarına başladı. Osmanlı hükümeti merkezi Erzurum olan 9. Ordu Müfettişliğine Mustafa Kemal’i görevlendirir. 16 Mayıs 1919’da Karadeniz’deki güvenliği sağlamak amacıyla Mustafa Kemal yola çıkar Burada dikkat edilmesi gereken husus resmî tarih derslerinde öğretilen “geniş yetkilerle” Samsun’a çıktığıdır. Geniş yetkilerin verenin Vahdettin olduğu muhafazakar-Osmanlıcı tarihçiler tarafından savunulur. Halbuki Mustafa Kemal bu yetkileri kendi girişimleri ve istekleri sayesinde gerçekleştirmiştir. Görev ve yetkiler konusunda Mustafa Kemal özellikle eklediği sivil erkana ve valilere emir verme yetkisidir. Bu yetkiyle Anadolu’da istediği örgütlenmeyi daha kolay yapabilecekti. Yetki ve emir konusunda istediğini alabilmesinin nedeni I. Dünya savaşında cephe arkadaşı olan ve Milli Mücadele’de birlikte oldukları dönemin Genelkurmay 2. Başkanı olan Kazım İnanç’la birlikte hazırlamasıdır.

Böylece, Anadolu’ya geçince ilk aşamada, Anadolu’da ordular dağıtılmış, güçsüz ancak unvanlar olan komutanlar ve sivil yöneticiler, vali ve mutasarrıflarla yasal olarak ilişki kuracak konuma geçmiş oluyordu[2]

Neden Mustafa Kemal görevlendirildi? İngilizler I. Dünya Savaşı’ndan sonra İttihatçıların tekrardan direnebilecek ihtimalinde olmalarından rahatsızdılar ve yakaladıklarını sürgüne yolluyorlardı. İttihatçılar I. Dünya savaş sırasında cephelerde savaştıkları kadar Balkanlardan Ortadoğu’ya kadar geniş bir örgüt hattı kurmuşlardı. (Ne kadar güçlü olduğu tartışılır)  Mustafa Kemal de o dönem İttihatçılarla birlikteydi fakat ana kadroda değildi, İngilizlerin gözüne batmıyordu. Aynı zamanda İttihatçıların ana kadrosundaki Enver Paşa ile arası da iyi değildi. Padişahla birlikte Almanya seyahatine çıkmıştı ve padişahla bir sorunu bulunmuyordu. İngilizler tüm bunlar doğrultusunda İngilizler Mustafa Kemal’in atamasına ses çıkarmadılar.

Ortaya atılan tezlerin nasıl bir çarpıtma olduğuna bakalım.

Mustafa Kemal Samsun’a geldikten 20 gün sonra tekrar çağrıldı. İngiliz Karadeniz Orduları komutanı Mustafa Kemal’in Anadolu’daki hareketlerinden şüphe duyuyordu. İngiliz gizli raporlarında da Mustafa Kemal’in örgütlenme çalışması yaptığına dair de bilgiler vardı.

Sultan Vahdettin’in siciline baktığımızda Vahdettin, Kuvay-i Milliye hareketine karşı tavır aldı. Bir nevi Kuvayi Milliye’ye iç savaş açtı ve Sivas kongresini dağıtmak amacıyla Harput Valisi Ali Galip’i görevlendirdi.[3] 16 Mart 1920’de İngilizler Şehzadebaşı karakolunu basarak İstanbul’u işgal ettiler. Ülkede tüm bunlar yaşanırken Vahdettin sesini çıkarmıyor İngiliz emperyalizminin lehine tavır alıyordu.

Vahdettin Mustafa Kemal’i görevlendirmiş olsa ilerleyen süreçlerde karşısında durmaz. İngilizler Mustafa Kemal’i görevlendirse 20 gün sonra tekrar çağırmaz. Tüm bu gerçeklerin ışığında milli mücadeleyi başlatsın diye Vahdettin’in gönderdiği ve İngilizlerin Mustafa Kemal’i görevlendirdiği tezleri tamamen boşa çıkıyor.

Türkiye’deki milliyetçi-muhafazakâr tarihçi takımı Vahdettin’in bu denli ulusal mücadeleye karşın hâlâ masum gösterme çabası içerisindeler. Ulusal mücadeleye karşı emperyalizmle işbirliği yapmış bir padişahı emperyalizme karşı savaşmış Anadolu halkıyla bir tutmaktadırlar. Bu anlayış büyük bir çelişki içermektedir. Atatürk ve Vahdettin’ i aynı kefeye koyarak tarihin gelişim yasasından da bir haberler. Atatürk’ün yaptıklarına tarihsel materyalizm anlayışıyla baktığımızda ilerici bir hamledir ulusal mücadele sonucunda burjuva-demokratik devrimi gerçekleştirmiştir. Vahdettin tarafına baktığımızda emperyalizme sesi çıkarmayan, saltanattan vazgeçmeyen gerici bir anlayıştadır. Türkiye sağının tarihçilerine sormak lazım kendilerinin de Türk büyüğü dedikleri Atatürk Vahdettin’e doğrudan hain dediği halde daha neyi savunmaktadırlar. Eğer tarihsel gerçeklerden haberleri yoksa Nutuk’ta yazılanlar ve 25 Eylül 1920 Gizli Celse Zabıtlarını hatırlatalım.

“….Meclisi Âlinizde şimdiye kadar pek büyük ve cidden tarihî cüretler gördük. Maateessüf şimdi makamı hilâfet ve saltanatı işgal eden zat bu millet için hain bir adamdır.”[4]

“Sakîm bir tevârüs usûlü neticesi olarak, büyük bir makam, tantanalı bir unvan ihrâz edebilmiş bir sefilin, izzet-i nefsi çok yüksek, asil bir milleti nasıl hacîl bir vaziyete düşürebileceği, o zaman, daha tabii surette anlaşılır.

Fi’l-hakika, her ne sebep ve suretle olursa olsun, Vahideddin gibi hürriyet ve hayatını milleti içinde, tehlikede görebilecek kadar âdi bir mahlûkun, bir dakika dahi olsa, bir milletin re’s-i kârında bulunduğunu düşünmek ne hazindir! Şâyân-ı teşekkürdür ki bu alçak, mevrus saltanat makamından millet tarafından ıskat olunduktan sonra, denâetini itmâm etmiş bulunuyor. Türk milletinin bu takaddümü elbette, takdire lâyıktır.”[5]

Türkiye sağı Vahdettin’i sahiplenmeyi politik bir hamle olarak yapmaktadır. Muhafazakâr halkı konsolide edebilmek adına ecdat, Osmanlı, Abdülhamid vb. benzeri söylemler kullanmaktadırlar. Bunu yaparken de özellikle AKP döneminde liberal tarih tezleriyle ittifak da kurmuşlardır. Tarih tezleri dışında son dönemde yapılan Türk-İslam sentezi doğrultusunda yapılan tarihi diziler, filmler tamamen gerici rejimi hizmet etmek amacıyla yapılmaktadır. Padişah kültü oluşturarak halkı iradesiz bir konuma getirilmek istenmektedir.

SOSYALİSTLER MİLLİ MÜCADELE VE VAHDETTİN KONUSUNA NASIL BAKMALIDIR

Sosyalistler, 1923 devrimi gerçekleştikten sonra Kemalist iktidarın nasıl bir sınıfsal tercih yaptığını gayet iyi bilmektedir. Milli Mücadele kazanıldıktan sonra Kemalist iktidar yüzünü batıya dönmüştür.

Gerek işbirlikçi Osmanlı hükümeti, gerekse devrimci Ankara hükümeti, bir bakıma benzer sınıfsal yapıya sahiptirler. Her iki hükümet de, hakim oldukları bölgelerde egemen sınıfların temsilcisidir. Şu farkla ki, İstanbul hükümeti Anadolu’yu da sömürme durumunda bulunan ve emperyalizmle işbirliği halinde gayri-milli bir ticaret burjuvazisinin çıkarlarını yansıtırken , Ankara hükümeti Anadolu’nun milli bir karakter taşıyan temsilcisidir. Fakat Osmanlı padişahı aynı zamanda halife olduğundan, İslam, emperyalizm ve İstanbul burjuvazisi lehinde Anadolu’da karşı devrimci bir araç olarak kullanılmaktadır.[6]

Sosyalistler kimi zaman Kemalist olmak da suçlanmaktadır. Sosyalistler sınıfsal açıdan 1923 devrimin nereye oturduğunu, eşraf(burjuva) desteğiyle milli mücadelenin yürütüldüğünün farkındadır. Sosyalistler tarihe diyalektik bakar. Diyalektik, gerçek dünyada ya da düşüncede hiçbir tekil şeyin sabit kalmadığını, tersine sürekli değiştiğini, her şeyin her kurumun bir başlangıcı olduğunu ve bu nedenle de zorunlu olarak bir sonu, yükselme ve gerileme safhaları olduğunu öğretir. Diyalektik her şeyin her kurumun düşüncenin kendi karşıtına dönüşerek yok olduğunu kanıtlar. Tarihsel materyalizmin ilerici yasası işlemektedir; feodal kökleri bulunan Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış ve yerine burjuvazi önderliğinde Cumhuriyet kurulmuştur.  Bizim burada durduğumuz konum, gerici, feodal kökleri olan emperyalizmle işbirliği yapan Vahdettin’in karşısıdır. Biz sosyalistlere göre Vahdettin halkına ihanet etmiş, emperyalizmle işbirliği yapmış, ilerlemenin karşısında durmuş “haindir”. Bizler ne liberaller gibi gericilerle (Vahdettin) barışırız ne de ulusalcılar gibi yerimizde sayarız. Her daim ileriyi savunuruz ta ki sosyalist devrimle taçlanana kadar.

[1] [1] Alev Coşkun, Samsundan Önce Bilinmeyen 6 ay ; işgal, hüzün, hazırlık, 1.bs.(İstanbul:Cumhuriyet Kitapları),334

[2] Coşkun Alev, Samsundan Önce Bilinmeyen 6 ay ; işgal, hüzün, hazırlık, 377

[3] Sina Akşin,İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele-V, Büyük Zafer, İyonya Niyetlerini Çökerten Muharebe, (1921-1922), 1.bs.(İstanbul:Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,2022),205

[4] TBMM, Gizli Celse Zabıtları, 72. Birleşim

[5] Atatürk, Nutuk, (İstanbul Yapı Kredi Yayınları,2014)

[6] Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası,(İstanbul:İmge Yayınları,2018),27