Üniversiteler kimindir?

Tepkiselliğin dışına çıkmayan ve farkındalığa sıkışan bu durumun hiçbir dönemde getirisi olmamıştır. Tepkiselliği aşan, bütünlüklü bir mücadeleyi göze alabilen, yani kimliklere sıkışmayan bir pratik önceliğimiz olmalıdır.

Arjin Avcı

Türkiye’de yargı, medya, ordu, siyaset gibi birçok alan teslim alındığı gibi, eğitim alanı da şimdilik teslim alınmış durumda; fakat yıllardır tüm kurumları kendisine göre şekillendiren ve sağcı bir çizgiye sahip olan AKP, ne halkı ne de gençliği tam olarak kapsayabilmiş değil. Bunun nedeni ise; AKP’nin birçok kurumu ele geçirmesine rağmen, ülkeyi ve gençliği ele geçirememesiyle ve bunun krizini yaşamasıyla yakından ilgilidir.

En büyük örneği ise üniversitelerdir. Üniversiteler şu an gerici, sağcı rektörleriyle, akademisyenleriyle, dekanlarıyla kuşatılmaya çalışılsa da; yürüyüşleri, toplanmaları engellemeye çalışan faşistleri ve islamcı dernekleriyle gençliğe dayatılmaya çalışılsa da onların devri çoktan bitmiştir.

Türkiye’nin yakın tarihinde her sağ iktidarının ortaya çıkış süreci gibi “Ilımlı İslam” adı altında çıkan yirmi yıllık AKP iktidarının diktatörlüğünün bir yönünü burada arayabiliriz. Azınlık iktidarına dönüşen AKP, artık bir korku hegemonyasını devreye sokmakta. Bu yüzden az önce onların devri bitti derken, elbette sadece AKP’yi kast etmiyoruz. Sermayenin kuyruğunda dolaşan, toplumla bağ kuramayan, bireyciliği pompalayan ve halk düşmanı olan siyasal islamcıları, ülkücüleri, liberalleri; yani tüm burjuva partilerinden, düzen partilerinden ve kurumlarından bahsediyoruz. Üniversitelerimizi bu seçeneklerden hiçbiri kurtaramaz ve sahiplenemez. Üniversiteler yeni bir düzenin yolunu arayanlarındır, eski düzeni bir yerlerinden onarıp önümüze koyanların değildir. Değiştirme iradesini gösterenlerin ve yeni düzeni inşa edenlerindir. Bunları en başa yazmak elzemdir.

Yakın zamanda İstanbul Üniversitesinde tekbir getiren cihatçı düşünceleri üniversitelerimizde istemiyorsak, çocuk yaşta evliliği propaganda eden öğretim görevlilerini istemiyorsak, laikliği ve bilimsel eğitimi ayaklar altına alan eğitim sistemini istemiyorsak, okurken çalışmak istemiyorsak, kısacası insanca yaşamak istiyorsak; önce bu isteklerin gerçeğe dönüşmesi için bizim olanı geri almalıyız, yani “Üniversiteler Bizimdir!” diyebilmeliyiz.” Sağcıların, işbirlikçilerin, liberallerin, ülkücülerin, sol adı altında hareket eden AB foncularının da değildir!” diyebilmeliyiz.

“Bizim olanı geri almak için ne yapmalı?” sorusu da elbette burada devreye giriyor. Bugün gençlik birçok şeyin farkında ve tepkisini gösteriyor; fakat bu yeterli mi? Tepkiselliğin dışına çıkmayan ve farkındalığa sıkışan bu durumun hiçbir dönemde getirisi olmamıştır. Tepkiselliği aşan, bütünlüklü bir mücadeleyi göze alabilen, yani kimliklere sıkışmayan bir pratik önceliğimiz olmalıdır.

Kendimizi bir sınıfın parçası olarak görmemiz veya o sınıfın yanında durmamız gerekir, yani sınıfsal bir perspektif geliştirmemiz gerekir. Rotamızı doğru belirlememiz, işçi sınıfının safında yer almamız ise iktidar perspektifinden bağımsız düşünülemez. Bunun için de iktidar perspektifine sahip genç bir kuşak; mücadeleyi tüm gençlikle buluşturmayı, üniversitelerde sosyalist düşünceyi yeniden yeşertmeyi gündemine almalıdır.

İdeolojik, siyasal ve örgütsel bütünlüğe sahip olmayan ve bu görevlere öncülük etmeyen bir genç kuşak yaratamazsak; bizim olanı geri almak şöyle dursun, bu düzen elimizde olanı da bizden alacaktır. Üniversiteler onların değil, bizimdir demek istiyorsak bu seçim döneminde sol siyaseti yeniden gündeme getirmemiz gerekmektedir. Sağcılardan sağcı beğenmeyeceğimiz bir düzende, emeğimizin iktidarda olduğu bir düzende, bilimsel-laik-eşit bir eğitim aldığımız bir düzende üniversiteler bizimdir, bizim kalacaktır!