Türban, aile ve hamaset

Tarikat ve cemaatlerdeki istismar vakalarından, gerici ve feodal ailelerde yaşanan töre cinayetlerine kadar gerçekler ortadayken AKP’nin aileye sarılması, yarattığı kirliliği ve sömürüyü örtme girişimidir.

Bilindiği üzere AKP kurmayları oturup düşündüler, CHP’nin dinci açılımı “başörtüsü” (aslında siyasi simge olan türban) konusunda geride kalmamak için karşı hamle yaparak yeni bir taktik geliştirdiler. Anlaşıldığı kadarıyla bu yol haritasının mimarı Erdoğan gibi gözüküyor. Türbana resmiyet kazandıran yasa teklifine karşılık yasalardan daha üstün anayasada yer alsın şeklinde özetlenecek bir karşı hamle bu. Ancak işin ilginç tarafı türban gündemine aileyi de eklemesi ve bu ekleme işini de cinsiyet/cinsel kimlikler konusuna bağlaması.

Erdoğan tarafından dile getirilen gerekçe şöyle: Anayasada aile maddesinde geçen eşler arası yerine kadın-erkek kavramının doğrudan kullanarak genel olarak LGBTİ+ kavramıyla kısaltılarak kullanılan farklı cinsel/cinsiyet kimliklerine sahip yurttaşların olası “evlilik” taleplerinin ya da çocuk sahiplenerek “aile” kurmalarının önüne geçmek! Bunu da “milli, manevi, kültürel değerleri ve toplumun çekirdeği aileyi korumak” tezi üzerine oturtmaktadır.

Türkiye’de böyle bir gündem yokken, Erdoğan yine LGBTİ+’lere ve bu konuya sarmıştır! Daha önce İstanbul Sözleşmesi’nden de çıkma gerekçesi olarak bu konuyu yine gündeme getirmişti. Aslında dinci ve gerici odakların, cemaat ve tarikatların dayatması Erdoğan’ın daha önce imzaladığı İstanbul Sözleşmesi’ne attığı imzayı geri çekmesinin nedenlerinden birisiydi.

Toplumsal hassasiyet noktalarına dokunup aralarında hiç bağlantı yokken bu iki konuyu birlikte ele alarak, LGBTİ+ ve aile olguları üzerinden muhafazakâr tabana seslenerek kaybettiği desteği buradan almaya çalışan Erdoğan’ın yeni seçim oyunu ile karşı karşıyayız. Erdoğan tarafından kullanılan dil ise çok keskin; bu konuyu sapkınlık kavramı ile kin ve nefrete giden bir üslupla ele alıyor. Böylesi bir söylemin, toplumda faşist ve ırkçı saldırıları beslemesi ise gayet mümkündür. Daha önce “onlar da Allah’ın bir kulu” söyleminden şimdi “sapkınlığa” karşı aileyi korumamız tezine gelinmiş durumda!

Meselenin özü belli: Seçimler yaklaşıyor, AKP’nin toplumsal desteği azalıyor, Erdoğan toplumsal hassasiyet noktalarına dokunan siyasetten yeniden medet umuyor!

Yeni bir İslamcı hamasetle daha karşı karşıyayız. “Türban, Abdülhamit, Taksim’e cami, Ayasofya cami olsun” hamaseti artık iş görmüyor olsa gerek, şimdi “sapkınlığa karşı aileyi koruyoruz” hamaseti gündeme getiriliyor.

REFERANDUM OLASILIĞI: REJİMİN OYLANMASI

Aile nasıl korunur sorusuna geleceğiz. Ancak bundan önce Erdoğan tarafından türbanı anayasal güvenceye alma girişimine bakmak gerekir. Bu konuda elinin zayıf olduğunu düşündüğü için aile maddesiyle bu konuyu birlikte ele alma yolunu tercih etmişe benziyor.

Şöyle ki: Anayasanın dini bir referansla değiştirilmesi başta anayasanın laiklik ilkesine aykırı. Ayrıca insanların nasıl giyinip giyinmeyeceğinin anayasada bir madde halinde bulunmasının anayasa usulüne aykırılığı da ortada.

Ancak AKP tarafından doğrudan başın açık ya da kapalı olması üzerinden tarif edilen bir anayasa değişikliği açık bir dini hükmü referans aldığından anayasanın değiştirilemez olan temel laiklik ilkesine taban tabana zıtlık içerir. Açıktır ki, böylesi bir adım laikliğin tasfiyesi, anayasanın değiştirilemez hükmünün değiştirilmesi ve bu anlamıyla bir rejim değişikliği anlamına gelir.

AKP, bu gerçek karşısında aile maddesine “aile eşlerden yerine kadın-erkek tarafından kurulur” cümlesini ekleyerek, türban maddesinin laiklikle çelişmesinden dolayı bu değişikliğe hayır diyenleri, “işte aile düşmanları, işte sapkınlar” suçlamasıyla bertaraf etmeye çalışacaktır.

Erdoğan’a bir eleştiri de kendi mahallesinden. Erdoğan’ın biz anayasa değişikliğini referanduma götüreceğiz sözü üzerinden gelen eleştiri şöyle: İnsan hak ve hürriyetleri referandum konusu olamaz. Yaşam hakkı ya da ifade özgürlüğünü halk oylamasına sunmak mümkün değildir, denilmektedir. Hatta olası bir referandumun Erdoğan oylamasına dönüşeceği ve hayır çıkma olasılığı karşısında türbanın yasaklanmasının bizzat yolunun Erdoğan tarafından açılacağına dair kendi mahallesinden eleştiriler eksik olmuyor.

Bu eleştiriler Erdoğan’ın kulağına da gitmiş olmalı ki, Erdoğan son yaptığı açıklamada türban konusunu “insan hak ve hürriyeti” başlığı altına sokup, referandumdan geri adım atabileceğinin sinyalini vermiştir.

AİLEYİ KORUMAK ANAYASA İLE MÜMKÜN MÜ?

Seçim siyaseti, Erdoğan’a yeni oyunlar kurdurtuyor. Dünyada başka muhafazakâr, dinci ya da faşist siyasetlerin söylemlerinin bir benzerini bugün AKP yeniden kullanılıyor: “Aileyi koruyalım”.

Seçimlerde muhafazakâr toplumsal kesimlerin hassasiyetini “LGBTİ+ tehdidi”ni öne sürerek kaşıma siyasetiyle Erdoğan kaybettiği desteği yeniden kazanmaya çalışırken aslında bir taşla iki kuş vuruyor. Erdoğan, aile kurumunu anayasal madde değişikliği ile koruyacağını düşünüyor. Ancak ailelerin bugün enflasyon karşısında nasıl korumasız kaldığının üzerini ise işte tam da bu şekilde örtüyor. Bugün ülkemizde eğer ailenin korunması gündeme getirilecekse önce hayat pahalılığından, enflasyondan, işsizlikten ve yoksulluktan ailelerin korunması gerekmez mi? Ailelerin parçalanmasının ya da aile dramlarının altında yatan temel olgu hep yoksulluk değil mi?

AKP aileleri yoksulluktan koruyamadığı gibi aynı zamanda çocuklarımızı uyuşturucu çetelerinden de koruyamıyor. Bugün ülkemiz uyuşturucu baronlarının, mafyanın ve uzantısı sokak çetelerin hakimiyetinde. Türkiye, dünyanın uyuşturucu ticaretinin merkezi haline gelmiş durumda. Mafya, çete ve uyuşturucudan aileleri koruyamayan AKP, dinsel bir söylemle anayasa değişikliği ile aileyi koruyacağını ilan ediyor!

Bunlarla birlikte ailenin korunması gereken asıl tehlikenin başında cemaat ve tarikatlar gelmektedir. Çocuklar tarikatlar tarafından anne-babalarından yoksulluk nedeniyle kopartılıyor, cemaat ve tarikat yurtlarında gericiliğin pençesine düşüyor. LGBTİ+ konusunda “sapkınlık” diyen AKP, cemaat ve tarikat yurtlarında yaşanan istismar, tecavüz ve taciz vakalarına ise ses çıkarmıyor!

DİNCİLİĞİN PROPAGANDA TEZLERİ

Dinci siyasetin temel propaganda kalıbı belli. İslamcı değilsen, din eğitimi almamışsan, tarikat ve cemaatler yoksa, İmam Hatip’e çocuğun gitmemişse, edep, ahlak, namus gider, biter, yok olur!

Erdoğan’ın sözlerinden alıntı yapalım: “İnsanlık onca imkana rağmen manevi bakımdan giderek daha fazla irtifa kaybediyor. Materyalist ideolojiler, sosyal açılardan felakete sürüklüyor. Bunun işaretlerine pek çok alanda şahit oluyoruz.”

Benzer bir akıl yürütme Cübbeli Ahmet diye bilinen yobaz tarafından yapılıyor. Çürümenin temel kaynağını iman, ibadet, inanç eksikliğine bağlıyor. Hatta bugün rızk verilmiyorsa, yoksulsak, işsizsek hep bu inançsızlar yüzünden diyor. Namaz yoksa, oruç yoksa, Cuma yoksa ne bekliyorsunuz diyor…

Erdoğan, 20 yıldır iktidarda olmalarına, tarikatlara, cemaatlere ve Diyanet’e her türlü imkânı sağlamalarına rağmen toplumsal ve ahlaki çürümenin nedenini çarpıtmak istemektedir.

Toplumsal çürümenin sebebi kapitalizmdir. Materyalist ideoloji ise Erdoğan’ın zannettiği şey değildir. O felsefede bir öğretidir! Her şeyi yağma, rant, faiz ve kâr olarak gören kapitalizm bugün insanlığın çürümesinin baş sorumlusudur. Çünkü kapitalizm her şeyi metaya dönüştürmüştür! Bugün dünyada kapitalizmin savunucuları ise hep dine sarılmışlardır, muhafazakarlık yapmışlardır. Yani materyalizm dinciliğin karşısındadır. Dincilik ise kapitalizmin ideolojisi olagelmiştir.

AKP’ye ya da holdingleşen tarikatlara bakarsak göreceğimiz açık gerçek ile İslamcı ideolojinin savunduğu ekonomi siyaseti şudur: Serbest piyasacılık, özel mülkiyetçilik, rantçılık, faizcilik, özelleştirmecilik yani kapitalizmdir.

Kapitalizmin, serbest piyasacılığın, özel mülkiyetçiliğin, rantçılığın, faizciliğin, özelleştirmenin âlâsını yapıp, konuyu “materyalist ideolojiye” bağlamak temelden yanlış olduğu gibi, bir o kadar da insanları aldatmaktır. Buradan çıkacak sonuç açıktır: Bir yandan kapitalizmi yeniden üreten İslamcı ideoloji ve siyaset, aynı zamanda toplumsal çürümenin de zeminini sürekli yenilemektedir. Ama her defasında zeytinyağı gibi üste çıkıp toplumsal çürümeden şikâyet edip, dincilik pazarlıyorlar!

Ahlak, edep, namus, aile diyerek…

Tarikat ve cemaatlerdeki istismar vakalarından, gerici ve feodal ailelerde yaşanan töre cinayetlerine kadar gerçekler ortadayken AKP’nin aileye sarılması, yarattığı kirliliği ve sömürüyü örtme girişimidir. Aile kavramıyla bir yandan kadınlar yedek işgücü ordusu olarak eve kapatılıyor ve erkeğe bağımlı kılınıyor, diğer yandan aile kavramı üzerinden yoksulluğun üstü örtülüyor, yoksulluğun sonucu olarak çocuklar tarikatlara ya da geleceksizliğe mahkûm bırakılıyor!

Aileyi koruyorum mavalı okuyan AKP, bugün anaları, babaları, çocukları sömürünün, yoksulluğun, uyuşturucunun, çetelerin, gerici örgütlenmelerin, tarikatların pençesine bırakıyor! Kapitalist sömürünün, bunun sonucu olan eşitsizliğin ve çürümenin sorumluları, kutsal ve manevi değerler edebiyatıyla büyük bir sahtekarlık örneği sergilemektedirler.