Sosyalistler ve laiklik mücadelesi: Jakoben olunmalı

Sosyalistler ve laiklik mücadelesi: Jakoben olunmalı

23-12-2022 12:32

Burjuvazinin Jakobenizmden nefret etmesi doğaldır. Küçük-burjuvazinin ondan korkması doğaldır. Sınıf bilinçli işçiler ve genel olarak emekçi halksa, iktidarın devrimci, ezilen sınıfın eline geçişine güvenmektedir ki, Jakobenizmin özü de budur ve bu şimdiki krizden çıkışın biricik yolu ve ekonomik tükenişin ve savaşın biricik çaresidir.

 Umut Kuruç

 Dünyada ve Türkiye’de sol tarihsel olarak da birbirinden farklı hatlarda yol almıştır. Ancak, özellikle 1980’ler ve ‘90’lardan itibaren sosyalist sol olarak kendini tanımlayan toplam içerisinde de bu farklı yollar birbirine adeta dolanmış, en basit haliyle tek başına “kapitalizme karşı olmak”, sol muhalefet, hatta sosyalist olmakla tanımlanır hale gelmiştir. Ancak, kapitalizme karşı olmak ne her zaman kapitalizmin ürettiği her tür ilişkiye karşı olmak, ne de kapitalizmi devrimci bir müdahaleyle ve bütün iktisadi, siyasi, ideolojik ve toplumsal ilişkileriyle bir bütün olarak ortadan kaldırmak anlamına geliyor.

O yüzden “anti-kapitalist” bazı sol unsurlar bu yazının konusu dışında kalıyor. Bizim konumuz devrimci, sosyalist sol…

Burada hedef açıktır: Sermaye düzeni bütün yapılarıyla ve ilişkileriyle ortadan kaldırılacak ve bambaşka üretim ilişkileri ile birlikte toplumsal ilişkiler, siyaset, kültür, ideoloji ve değerlerden oluşan bir yapı kurulacak. Bu da devrimci bir müdahaleyle olacak. Pekiyi, bu süreç insanlık tarihinde sıfır noktasından mı başlar? Yoksa insanlığın tarihsel kazanımları bu sürecin birikimi midir? Elbette ikincisidir.

NEDEN GERİCİ KUŞATMA?

Özellikle 1980’ler ile başlayan sermayenin yeni birikim rejimini için insanlığın bütün birikimini sıfırlayacak şekilde, 1990’ların başından itibaren “tarihin sonu” teziyle başlayan, sınıflar mücadelesinin sonunu ilan ederek bunu kimliklerle ikame eden, “ideolojilerin sonu” safsatasını toplumlara dayatan bir süreç işletilmiştir. Buna sermayenin diliyle küreselleşme süreci veya neo-liberal politikalar dönemi diyenler de vardır. Ancak bu başlı başına kapitalizmin zincirlerinden boşandığı ve özüne döndüğü dönemin başlangıcıdır.

1980’lerle birlikte sermayenin yeni birikim rejimine emekçi sınıfları ikna etmek üzere siyasette Türk-İslam sentezi ana eksen olmuştur. 12 Eylül darbesinin başı Kenan Evren’in, 1991’deki bir açıklamasında dediği gibi, “Eğer 24 Ocak kararları denen kararların arkasından 12 Eylül dönemi gelmemiş olsaydı, o tedbirlerin fiyasko ile sonuçlanacağından hiç şüphem yoktu. Böyle sıkı bir askeri rejim sayesinde o tedbirler meyvesini vermiştir”. Kamu hizmetlerinin ve kamu varlıklarının piyasaya devrine, işçi sınıfının örgütlenmesinin dağıtılmasına, güvencesiz istihdama, hak gasplarına emekçileri ikna etmek için en başta laikliğin siyasetten ve toplumsal yaşamdan tasfiye edilmesi hedeflenmiştir. Aydın damarının ve işçi sınıfının örgütlü bir güç olarak tarih sahnesine çıkışının zemini olan 1961 Anayasası ile kazanılmış olan iradenin dağıtılması bu açıdan önemlidir. Eğitimde dincileşme politikalarına toplumsal yaşamda tarikat ve cemaatlerin güç kazanması eşlik etmiştir.

1991 yılında eski TCK’nın, Anayasa’daki laiklik ilkesini koruyan, tarikatların ve cemaatlerin örgütlenmelerini kısıtlayan 163. maddesi başrol oyuncularının en unutulmazı Turgut Özal tarafından kaldırılmıştır. Aynı dönemde liberal unsurların solun içine de sirayet eden ‘devlet-sivil toplum’, ‘merkez-çevre’ tartışmalarının sürdüğü dönemdir ve Türkiye sosyalist hareketini de kötürümleştirmiştir.  Dünya Sosyal Forumu’nun ortaya saçtığı iktidarsızlık güzellemesi sosyalist hareketin kimi bölmelerini “başka bir dünya mümkün” sloganıyla sınırlı, siyasi mücadeleyi reddeden, iktidar hedefi olmayan, özerk alanlara ve kimliklere sıkışan bir “küreselleşme karşıtlığına” kadar savurmuştur.

Hal böyle olunca, üzerinden silindir geçmiş olan solun ve işçi sınıfı hareketinin önemli bir bölümü bu dönemin egemen olan ve sermaye cephesinin ideolojik söylemini dirençle karşılamak yerine “ideolojiler öldü”, “sınıflar bitti” gibi söylemlerin peşine takılarak kimlik politikalarının alıcısı olmuştur.

İnsanlığı ileri sıçratan tarihsel süreçler “tepeden inmeci” olarak lanetlenirken devrimler, darbelerle eşitlenmiştir. İnsanlar nesneleştirilirken, tarih de siyaset de toplumsal mücadeleler de öznesizleştirilmiştir.

Devleti sınıflar üzerinden okuyamamak, mutlak bir ceberut devlet tanımından yola çıkarak emekçilerin iktidarını devlet meselesinden soyutlamak solun bir bölümünün başka birçok alanda olduğu gibi sivil toplumculuk ve bağlamından kopuk bir “özgürlükler” alanı üzerinden tartışmaya dâhil olmasına yol açmıştır.

LAİKLİK MÜCADELESİ SOSYALİSTLERİN BAŞAT GÜNDEMİDİR

Dünyada ve ülkemizde bu dönem kapitalizm için bir başarısızlık gibi dillendirilse de tarihsel olarak büyük kayıplarla sürmektedir. İnsanlığın tarihsel kazanımları sermaye düzeninin aktörleri tarafından hala sıfırlanmaya çalışılmaktadır. Türkiye’de 1980’le başlayan bu karşı devrim süreci AKP iktidarıyla son hedefine doğru hızla yol almaktadır. Bu süreçte en kullanışlı aygıt toplumu kuşatan, siyasetin diline sirayet eden dinci gericiliktir.  Dolayısıyla sosyalist solun en temel mücadele başlıklarından biri laikliktir. Çünkü laiklik toplumun örgütlenmesidir; ideolojik, siyasi ve toplumsal örgütlenme ve mücadele sürecidir. Yurttaşların hukuk normları/anayasal ilkeler ve yasalarla birbirine bağlanmasıdır.  Dolayısıyla hukukun ve toplumsal yaşamın da temelidir. Yurttaşlıktır. Yurttaşlık, dünyayı ve yaşamı anlama, idrak etme ve değiştirme, dönüştürme iradesini bünyesinde taşır; bu topraklarda kuruluşun ileri kazanımıdır. Burjuvazi tarafından terk edilmesi ya da sınırlandırılması şaşırtıcı değildir. Emekçilerin düzeni değiştirme iradesinin mayasıdır. Sosyalist sol tarafından bir mücadele başlığı olarak ele alınmalı, sahip çıkılarak aşılmalı, ileri taşınmalıdır.

Laiklik mücadelesi eşitlik ve özgürlük mücadelesinin zeminidir.  Mücadele siyasi ve ideolojik olduğu kadar kültüreldir. Bu nedenle başta kullanılan dil olmak üzere siyasette ve toplumsal ilişkilerde titizlik önemlidir. Halkın değerleri kisvesiyle dayatılan egemen dil reddedilmelidir.

Laiklik, insan aklının özgürleşmesidir. Bilimin sermayenin denetimine terk edilmesi, onun çıkarlarıyla sınırlandırılması laiklikle çatışır. Emekçi kesimlere dayatılan metafizik, ilahi kurallar reddedilmeli, bilim eğitimde temel norm olmalıdır.

Bilimin sermayenin denetimine terk edilmesi, onun çıkarlarıyla sınırlandırılması laiklikle çatışır dedik. Bilimin eşit yurttaşlık üzerinden yükselen temel norm olması aynı zamanda piyasanın hâkimiyeti yerine bütün toplumu gözeten politikaların bilimsel yöntemlere göre düzenlenmesidir ve sol için temel yapı taşıdır. Bütün kamu varlıkları ile birlikte kamu hizmetlerinin piyasaya giderek daha fazla ayrıcalıklı kesimler lehine devredilmesi ancak laikliğin aşındırıldığı, tasfiye edildiği koşullarda gerçekleşir. Dolayısıyla, liberalizmin “birey” ve “özgürlük” merkezli piyasacı düzen tasnifinden açtığı yoldan yerleşen gerici rejimin alternatifi söz konusu olduğunda, temel normlardan en önemlisi planlamadır. Kaynakların merkezi olarak bilimsel akla göre eşit dağıtılması ancak planlamayla olur. Kamuculuk planlama fikriyatıyla kurulur. Bunun teminatı ise laikliktir.

Laiklik, emekçileri eşitlik ve özgürlük için düzenle ayrıştırma zemini olduğu kadar emekçi kitlelerin birleştiricisidir. Laikliğin tasfiye edildiği koşullarda güçlenen cemaatler, tarikatlar, aşiretler gibi çıkar çeteleri etrafında örgütlenme artar. Bu çıkar örgütlerinin siyasi, ekonomik ve toplumsal güçleri arttığı oranda çatışmaları kaçınılmaz hale gelir. Tarihsel süreçler bunu ortaya koymaktadır. Bugün karşı karşıya olduğumuz, kadın katliamları, tecavüzler, çocuk tacizleri ile hırsızlıkların ve yolsuzlukların normalleşmesi, mafyatik ilişkilerin muteber hale gelmesi gibi yayılmış olan çürüme işte bu tasfiyenin sonucudur. Dolayısıyla laikliğin ortadan kalktığı koşullar beraberinde çözülmeyi de getirir. Emekçilerin birbirini boğazladığı bir çözülme…

Sosyalistlerin bakması ve görmesi gereken budur: Emekçilerin, işçi sınıfının birliği… Eşitlik ve özgürlük mücadelesi o yüzden gericiliğin egemenliğine karşı laiklik mücadelesiyle birdir. Çünkü laiklik emekçi sınıflar için yaşamsaldır.

Bütün bunları hayata geçirebilmenin koşulu bugün sosyalist sol için daha fazla Jakoben olmaktan geçer.  Düzenin, gerek iktidarıyla, gerekse muhalefetiyle bugün dayattığı uzlaşma, uyum ve tevekküldür. Sosyalist sol devrimci müdahaleyi önüne görev olarak koyacaksa vereceği cevap da açıktır. Tarihsel birikimine, kavramlarına ve değerlerine ayağını basacaktır. Bu da örgütlü ve devrimci irade ile kararlılık demektir. Sermaye düzeninin ve onun vazgeçilmez taşeronları olan liberalizm ve gericiliğin Jakobenizmi itibarsızlaştırma çabalarının altında yatan da bu korkudur. Çünkü Jakoben tavır günceldir ve burjuvazinin kâbusu olan devrim fikrinin kaynağıdır. “Burjuvazinin Jakobenizmden nefret etmesi doğaldır. Küçük-burjuvazinin ondan korkması doğaldır. Sınıf bilinçli işçiler ve genel olarak emekçi halksa, iktidarın devrimci, ezilen sınıfın eline geçişine güvenmektedir ki, Jakobenizmin özü de budur ve bu şimdiki krizden çıkışın biricik yolu ve ekonomik tükenişin ve savaşın biricik çaresidir.” (Lenin, “Jakobenizm” İşçi Sınıfını Korkutabilir mi?, Pravda, Sayı: 90, 7 (24) Temmuz 1917.)