Sosyal medyanın yol açtığı sorunlar siyasete yansımıyor

Kullanıcılara sunulan postmodern kimlik inşasının temel öğeleriyse, tüketime dayalı imaj ve görünüştür. Dolayısıyla kişilerin rutinin içinde yenilik arayışı bitmez. Sürekli ayartı ve telkin bombardımanı altında kalmak, toplumda karşılığı olmayan kurgusal tiplere özenmeyi, moda olana körü körüne öykünmeyi kolaylaştırır.

Sosyal medyanın yol açtığı sorunlar siyasete yansımıyor

Tülin Tankut

Toplum olarak çoluk çocuk, son kırk yıldır neoliberal kapitalizme ve ABD’nin siyasi gücünü kullanarak tüm dünyaya dayattığı toplumsal kültürel değişime ayak uydurmaya çalışıyoruz. Sosyal medyaya da hevesle sarıldık.

Sosyal medya, zaman ve mekân kısıtlaması olmayan, kesin kurallarla sınırlanmamış, esnek yapıda, rahatça paylaşım yapabilecekleri bir alan sunuyordu kullanıcılarına. Yeni arkadaşlar edinme, onlarla iletişim kurma, fotoğraf, video paylaşımı ve can sıkıntısına bire bir   eğlenme olanakları sağlıyordu. Araştırmalar, pandemide sosyal medya kullanımının yüzde 72 oranında arttığını gösteriyor.  Artık köylerde bile yaygınlaştı. Cep telefonu kullanan herkes için bir çekim merkezi oldu. Okuma- yazma bilmeyen, sesli mesajla amacına ulaşıyor.

Kuşkusuz insana hizmet eden teknoloji değerlidir; internet de herkesin ulaşabileceği bir ortam yaratırken sosyal medya, sesini duyurmak isteyenlere fırsat tanıdı. Ancak sosyal medyanın neredeyse sınırsız kullanımı, her yaş grubu ve cinsiyetten kişilerin yaşadığı “bağımlılık” sorununa yol açtı.  Yenilik arayışıyla sanal ortama yönelen kullanıcılar, bunun için gerekli motivasyonu zaten daha çocukken edinmişlerdi. Reklamlardaki kurgu ürünü, şaşalı, göz kamaştırıcı yaşamlar; ticari popüler kültür, televizyondaki kitle medyası, magazin programları, hepsi aynı telden çalarlar.  Kapitalist sistem, dinsel ihtiyaçları da tüketim mantığına tabi kılmayı amaçladığından zamanın ruhuna uygun olarak bunlara yenilerinin   eklenmesini hoş karşılar.

Kullanıcılara sunulan postmodern kimlik inşasının temel öğeleriyse, tüketime dayalı imaj ve görünüştür. Dolayısıyla kişilerin rutinin içinde yenilik arayışı bitmez. Sürekli ayartı ve telkin bombardımanı altında kalmak, toplumda karşılığı olmayan kurgusal tiplere özenmeyi, moda olana körü körüne öykünmeyi kolaylaştırır. Genç birinin beğenileceğini umduğu bir kimliğe bürünme modasına kapılması sık rastlanan bir örnektir. Ama bazen ipin ucu kaçabilir; bir gencimiz hangi akla hizmettir ki, çalıştığı işletmedeki süt kazanında banyo yapmaya kalkışır ve bunu sosyal medya hesabında paylaşır.

Sanal alemde ahlaki katılık yumuşadığından iş ve eş, sevgili değiştirmeye eğilim artıyor. Genç kuşağa göre hava hoş; abartılı giyim kuşam, makyaj, “görünme” merakı, “beğeni alma” hırsı, tüm bunları doğal görüyor. Peki, bunları gerçekleştirmek için değirmenin suyu nereden gelecek? Kapitalist sistem iş yaşamında bireyden başarı bekler. Performansı yüksek tutma kaygısının bedeliyse ağırdır; haritada işten çıkarılma riski de vardır, varılacak nokta bireyde şiddet eğilimini tetikleyebilir; ki birey, zaten çocukluktan itibaren aile, okul v.b. çevrelerde şiddet deneyimine sahiptir. Şiddeti içselleştirdiğinde, şiddetin hedef değiştirdiği, bireyin onu kendine doğru çevirmesi de olasılık dahilindedir. ( “burnout”- tükenmişlik sendromu)

Sosyal medyada geçirilen zamanın artmasıysa, aile içi ilişkilerde huzursuzluğa neden oluyor.  Genç kuşağın aşk ve cinsellik hakkında uluorta konuşmaları, internet ve cep telefonunun olmadığı bir dönemde yetişmiş olan ebeveynlere yabancı bir davranış tarzıdır; dolayısıyla anlaşmazlıklar, çocuk yaşta evden kaçmaları hızlandırıyor. Kaçanlar özellikle de yeni yetme kız çocukları… Son yıllarda televizyon haberlerinde, gündüz program kuşağında, tıpkı kadın cinayetleri gibi, kayıp ihbarlarından geçilmiyor. Çocuk yaştaki aşıklar için aşk, yaşamda karşılaştığı tüm sorunları önemsizleştiriyor. Orta yaşı geride bırakmış, çoluk çocuğa karışmış sosyal medya kullanıcıları arasından bile – özellikle yine kadınlar- gençliklerinin heba olduğu inancıyla duygularını sosyal medya hesaplarında, televizyon ekranlarında dökmekten çekinmiyorlar. Geçmişi silip arkalarına bakmayanlar, çocuklarının yükümlülüklerini üstlenmekten kaçanlar, sonu belirsiz yeni arayışlara girme serüvenlerini yüzüne gözüne bulaştıranlar…  Çoğu, düşük gelirli, eğitimsiz ailelerden, eş seçimini kendi yapmamış, okuldan alınıp işe koşulmuş, aile kararıyla çocuk yaşta evlendirilmiş; kırsalda rastlanan kayıt altına alınmamış evliliklerde türlü eza cefaya maruz bırakılmış. Kadınların evden kaçma gerekçeleri mesnetsiz değil kuşkusuz; tümünde ortak sorun baskı, sözlü ve fiziksel şiddete maruz kalma, sevgisizlik, önemsenmeme. Çalışanınsa eline geçen paraya ailesi ya da   eşi el koyabiliyor.

Ancak kaçmak, gelişmiş bir bireysellikten kaynaklanan cinsel uyanışa işaret etmez; kadın özgürlüğü açısından da ileriye dönük bir umut vermez.  Sistemden bağımsız düşünememek, emeğinin neden sömürüldüğünü, cinselliğinin neden baskılandığını ve neden şiddete maruz kaldığını kavramasını engelliyor. Yeni yaşamında da eşinden boşanıp başka bir erkekle evlenmeyi hayal ediyor. Çünkü gördüğü, bildiği budur; evliliğin sürdürülmesinde ekonomik sorumluluğun erkeğe düştüğü görüşü toplumca benimsenmiştir; kendi deneyimlerinden de evlilik uyumunu etkileyen unsurlar arasında ekonomik düzeyin belirleyici bir rol oynadığını bilmektedir, dolayısıyla başkaca bir seçeneği akıl edemez. Sorun tam da budur: Bu tür örneklerde, toplumsal cinsiyet farkındalığından söz edilemez. Buradaki tepki, aile kurumuna ve kadının aile içindeki konumuna değil, bireysel sorunlaradır; bunların ortadan kaldırılmasıyla da sorunlar bitecektir.

Kuşkusuz   cinsiyet rollerinden soyunmak, cinsel dogmalarla mücadeleyi önde götüren, cinsel devrim yaşamış Avrupa’da bile kolay olmuyor. Batı dünyasında, yaşamın anlamını evlilikte, çoluk çocukta bulamayanlar hayvan besleme; çevrecilik, hayır işleri v.b.  meşgalelerle oyalanmaya çabalıyor. Ancak aileyi korumak kapitalizmin ayakta kalması için olmazsa olmazıdır; söz konusu sorunlar toplumu tehdit edici boyutlara varmadan palyatif önlemlerle, yaptığı uluslararası sözleşmelerle   sistemi aklamaya çalışır.

Sanal ortamın çekiciliği, sağladığı esneklik, kullanıcıyı olası olumsuzluklara karşın    yüreklendirir. Ayrıca kadın- erkek arasında iletişimi zorlaştıran cinsellik tabusu burada hissedilmez. Kişi, kendini gizleyerek karma tartışma gruplarına katılır; bu arada karşı cinsle de tanışır.  Evlilik sitelerinde eş adayları arar. Hiç tanımadığı kişinin yalnızca görüntüsüyle, sesini duyarak, bireysel geçmişini bilmeden yakınlık kurabilir. Ancak, yüz yüze olmaksızın gerçekleştirilen iletişimde, tarafların birbirini tanıması eksik kaldığından karşılıklı güven duygusunun zedeleneceği açıktır.

Sosyal medya yalnızlık çekenler için bir can simidi olmuştur. Kendini ifade etmekten çekinen kadınların seslerini duyurmalarını sağlamıştır.  Ama kişinin sanal kimliğini gerçekmiş gibi benimsemesindeki sakıncaları sorun yaratır. Sanal kimlik, sanal bir gerçeklik üzerine kurgulanmış olduğu için kişi bundan kolaylıkla vazgeçebilir. Nitekim sanal ortamda kurulan ilişkilerde en yoğun duyguların bile, beklentiler karşılanmadığında tavsama ve sevgililerin birbirine düşman kesilme olasılığı yüksektir.

Oysa insan sosyal bir varlıktır. Gerçek bir dünyada sosyalleşmektedir. Bir ilişkiyi sürdürebilmek sorumluluk almayı gerektirir. 68’lerin “savaşma seviş” sloganı günümüzde “önce seviş, sonra ayrıl” a dönüşmüştür. Toplum olarak gidişata ayak uydurmamız güçtür, denilebilir; ama toplumsal ikiyüzlülük, kol kırılır yen içinde kalır, türü alışkanlıklar hangi toplumda terk edilebilmiştir ki?

Sosyal medyayla aşırı ilgilenme ve zaman geçirme, kullanıcıların gündelik yaşamdaki işlerini aksatma, yakın çevreleriyle ilişkilerini bozma kertesine varabilir. Sık sık, gizli gizli mesajlaşmalar ve sonrasında yaşanan kıskançlık, aldatma, birbirini suçlama, üste çıkma, yalan, iftira, sıkışınca anlaşmazlığı ahirete havale etme, hatalarını kendisine büyü yapıldığı bahanesiyle örtmeye çalışma ve daha niceleri…

Sosyal medya, kullanıcıların yaşam tarzları üzerinde köklü değişiklikler yaratacak kadar etkindir. Resmi nikahlı eşten boşanmadan, dini nikahla evlenme.  Güvensizlik sonucu, adeta moda olacak düzeyde yaygınlık kazanan DNA testine başvurma. Tarafların tercihi dini nikahtır. Oysa evlilik birliğinin korunması yasalarca güvence altına alınmıştır; keza evlilik, çocukların da yasal olarak korunduğu bir kurumdur.  Ancak her iki modelde de mağdurlar, cinsel anlamda erkeklerle eşit haklara sahip olmadıkları için daha çok kadınlardır. Sosyal medyada zaaflarından yakalananlar, birlikte oldukları erkeklerce yasaklı maddeye alıştırılanlar, pişmanlık duyup kaçmaması için rehin tutulanlar, dahası cinayete kurban gidenler daha çok onlardır. Televizyondaki, format gereği önceliği izleyiciyi oyalamak olan” Reality programları, devletin bu tür toplumsal sorunların çözümünde ne kadar yetersiz kaldığını gözler önüne seriyor.

Toplumu zararlı yayınlardan korumak için internet ortamının denetimden geçmemesiyse adeta yangına benzin döker gibi, internetin kötüye kullanılmasına zemin hazırlıyor.  Mahremiyet ihlalleri almış başını gidiyor. Mahrem videolar, ses kayıtları, fotoğraflar, tehdit ve şantaj malzemesi olarak kullanılıyor. Yasaklı madde kullanımının artması işleri çığırından çıkarabiliyor. İşin düşündürücü yanı, adaleti sağlamak için şiddet öneriliyor.

İşte neoliberal kapitalizmin insanlığı getirdiği nokta!

Bilim ve teknoloji toplumunda, doğal afet ve savaş koşullarını aratmayan insan manzaraları… İstatistiklerde adı sanı anılmayan, sokaklarda yatabilen, apart otellerde kalabilen, ilk öğretime bile ulaşamamış kişiler…Çocukluğu çalınmış çocuklar…Gençlere kurulan tuzaklardan onları koruyamayan yönetimler…Ama yeri geldi mi de sosyal medya bağımlılığından şikâyet ederler. Uzmanlara göre de sorunun nedeni aşırı baskıymış! Suçu bireylere yüklemeden önce yaşamlarını mercek altına almak gerekmez mi? Yoksulluk, yoksunluk olmasaydı sosyal medya bağımlılığı ve onun kötü sonuçları olur muydu? Doyumlu bir yaşam, kişinin bedensel ve ruhsal ihtiyaçlarını karşılayacak; dolayısıyla ilgi alanlarını da belirleyecek, kişi evreni merak edecek; bilime, sanata, spora yönelecek… Ancak, fiziksel koşullar düzelmeden sosyal medya düzelmez.

Fiziksel koşullar da kendiliğinden düzelmez. Yukarıda da belirtildiği gibi, söz konusu kişilerin, başlarına iş açtıklarında içinde bulundukları durumu sindirememenin öfkesi sisteme yönelik değildir. Çözüm içinse devletin, hayırseverlerin, eşin dostun yardımları beklenir; kolay para kazanmanın yolları aranır. Son olarak ekranlarda online dilencilik yapıldığına da   tanık olduk. Siyaset dünyası, öfke sistemin işleyişine karşı bir tehdit oluşturmuyor diye rehavet içinde olup bitene seyirci kalabilir. Ama öfkeli kesimin sisteme sorun olma potansiyeli taşıdığı, beklenmedik bir anda patlak verebileceği,  kaos yaratabileceği ve  bunun nelere mal olabileceği olasılığı da unutulmamalıdır. Giderek artan hayat pahalılığı ve bunun toplumda yarattığı hoşnutsuzluk akla bu tür olasılıkları getiriyor ne yazık ki.

Dünyada ve bizde bundan önce yaşanan ekonomik krizleri hatırlayacak olursak; genç işsizliği karşısında gençler, ebeveynlerinin emekli aylıklarına güveniyorlardı. Evli çiftlerden ailelerinin yanına yerleşenler oluyordu. Bugün ev kiralarındaki fahiş fiyat artışları, sabit gelirliler, EYT’liler, dar gelirli dahası orta gelir grubu için adeta yıkım oldu. Yine çevremizden, ekranlardan tanık oluyoruz ki artık evli çiftler ailelerine, yaşlı anne babalarıysa onların yanına sığınma derdine düşmüşler.  Ev ev üstüne olmaz, deyimi günümüz koşullarında ifadesini buluyor ve aile bağlarının kırılganlığı tehlike sinyalleri veriyor. Birbirini kullanma, gücü gücüne yetene kavgaları, dargınlıklar, şiddet, böyle giderse bundan sonra medyada bu tür haberler daha sık yer alacağa benzer. Nitekim Japonya’da yaşlı anne- babalarının yanına taşınanlara devlet para teklif ediyor; böylelikle yaşlının bakımını üstlenmekten de kurtulmuş oluyor!

Sonuç olarak, bu tür netameli konularda elbette ki genelleme yapmaya gelmez. Ancak bu yazı, ana akım ve sosyal medyadaki örneklerinden ve güvenilir istatistiklerden yararlanılarak,  aşikâr olanı bilinir kılma cesaretiyle yazılmıştır.  Anlatılanlarınsa fazlası yok, eksiği vardır.

Topluma zararlı yayınlar için internet ortamının denetlenmesi gerekmez miydi?  (Müstehcenlik, kaba dil, argo, suçu özendirecek içerik dahası cinayet işleme yöntemleri bile mevcut!) Suça yöneltilen çocuk sayısının artışında, kadın cinayetlerinde alınan skandal kararlarda – ki hükümet cephesinden bile isyan edenler oluyor- internet kullanımına sınırlama getirilmemesinin rolü yok mu? Ama siyasetçilerin denetimden, kısıtlamadan anladıkları internet haberciliğine müdahale etmek.

İş işten geçmeden, yetkililerce yapılması gerekenler acilen gündeme alınmalıdır. Yetkilileri harekete geçirmek için dünyanın her yerinde, demokratik hak arama çerçevesinde güçlü bir toplumsal dayanışma oluşturuluyor. Bu konuda en önemli destekse hiç kuşkusuz  çağın bilgilerini yakalayabilen;  düzeyli yazıları, yayınları, konuşmalarıyla halkın hizmetinde olan sol çevrelerden gelecektir.