Siyasetin adımları

Böyle bir kargaşa içine girmiş olan Türkiye yukarıdan ve emperyalistlerin güdümündeki partilerin ittifakıyla işin içinden çıkamayıp, sadece vitrin değişimi yaparak, aynı sahnede kalmaya mahkum olur. Sorun, kapitalizme göbek bağı ile bağlılık olduğuna göre, aynı sahnede boy gösteren farklı koalisyonlar insanımızın mutluluk arayışında farklılık yaratamayacaktır. Türkiye, “sermaye-siyaset-emperyalist” işbirliğinde yukarıdan sahte demokrasiye değil, halk iradesine dayalı halkın gerçek temsilcileri yönetimine yönelmelidir.

Geçen hafta Maliye ve Hazine Bakanı akıl almaz bir öneri ile halkın karşısına çıktı ve kişisel mücevherlerin ilgili yerlere tevdi edilerek ekonomiye kazandırılması önerisinde bulundu. Hangi parlak zekâdan çıktığı pek belli olmayan bu dahiyane buluş, içte siyasi organın itibarını, dış dünyada ise ulusun itibarını sarsıcı çaresizlik ifadesidir. Londra para babalarının sınavından çıkan ilgili bakan anlaşılan sınavda çok terlemiş olacak ki, halkın karşısına Londra sınavının yeni sömürgeci araçlarını anlatarak değil, halkın kişisel mücevherlerine el koyuş biçimini sıkılmadan talep ederek çıktı. İki tarafı pis değnekle halkın karşısına çıkan bakan ve tüm siyasi kadro topluma yeni sömürgeci narkoz aşılama işine girişeceğine, bir an önce halkın onayı ve rızasına baş vurma yoluna gitmelidir.

Devlet halkın kişisel güvencesi olan ziynet eşyalarına yönelme aşamasına gelmişse, öncelikle böyle bir politikanın halk tarafından meşruiyetinin sağlanması için halkın oyuna baş vurması gerekir. Yani, halk mücevherine gidilmeden önce ya halk oylaması, ya da daha da önemli ve gerekli olarak genel seçim yapılması gerekir. Bu iki, temel rıza oluşturma işlemi yapılmadan halkın mücevherlerine yöneliş siyasi iktidarın meşruiyetine ve güvenilirliğine şüphe düşürür.

Bu mantığın gerekçesi, demokrasilerde her aşamada halk yönetiminin, ya da temsil sisteminde halkın rızasının asıl olduğu görüşüdür. Hal böyle olunca parlamentoya dahi baş vurmadan bir bakanın böyle bir projeyi öne atması akıl ve basiretle açıklanabilir bir davranış olamaz. Akçeli işlemlerde tek yetkili kurum parlamentodur. Ancak, var volan siyasi iktidarın anlayamadığı husus tam da budur; bütçe ve varlık fonu kesinlikle tek yöneticinin iradesinde olamaz. Benzer şekilde hiçbir uluslararası resmi görüşme tanıksız ve zabıt tutulamadan ve tek kişinin irade ve yönetiminde yapılamaz. Zira gerek akçeli işlerde, gerek uluslararası ilişkilerde hangi koşullarda ulusal varlığın kullanıldığı veya hangi koşullarda ulusal sorumluluk altına girildiği açıkça bilinmelidir. Parlamenter sistem demek, parlamentonun bir ve en fazla birkaç parti başkanın emrinde olması demek değildir. Hele de parlamentonun bir veya iki partinin baskısı altında olması “milletvekili” olgusu ve kavramı ile bağdaşır bir durum olarak görülemez. Türkiye siyasetinin yönetimi böylesi antidemokratik ve kaba görüntüye sokulmasında baskı uygulayan sermaye kesimi, sistemin kuruluşunda hizmeti geçen tüm hukukçular ve bu sistemi pekiştirircesine işlerin yürütülmesine onay veren ve cesaret sağlayan “yetmez, ama evet” çi emperyalizme göz kırpan aydın görüntülü cahiller ülke siyasi tarihine suçlu olarak geçecektir.

Mart ayı başından itibaren uygulamaya koyulacağı ilgili bakan tarafından açıklanan dahiyane uygulamanın(!) hiçbir hukuki anlamı ve sonucu yoktur. Bu denli ciddi bir işlem, eni sonu belli olmadan, parlamentodan bir yasa halinde geçirilmeden hukuki nitelik ifade etmez ve pratikte uygulanamaz. Halkın mücevheratı onun güvencesidir. Bu güvenceye dayanacak olan devlet zararlı bir işleme girerse, güvencenin akıbeti ne olacaktır? Eğer bir devlet halkın güvencesine el koymaya ya da emanet olarak almaya kalkıyorsa, hele de bu işleme bir savaş vb gibi çok zorunlu haller dışında baş vuruluyorsa, halkın rızası için ciddi bir düzenleme gereklidir. Bankalarda faizli altın hesabının açılabildiği bir ortamda devletin, dönüşünün nasıl olacağı belli olmayan gevşek ifadelerle halkın mücevheratına baş vurma yoluna gitmesi, bu işlemden önce dönüp kendi ekonomi yönetimine bakması gerektiğinin idrakinde olmadığı ya da halkı güdülebilir sürü olarak gördüğü anlamını ifade eder. Hiçbir çağdaş toplum böylesi davranışlar sergileyen yönetimi sırtında taşımaz.

Devletler dış borçlanma yapabildiği gibi, iç borçlanma da yapabilir, hatta döviz endeksli ya da doğrudan dövizli iç borçlanma yoluna gidebilir. Tüm bu uygulamalarda borcun tutarı, vadesi ve faizi belirli olur ve halkın bu borca yönelişi de ona göre şekillenir. Halkın temel güvence kaynağına yönelen devletin bu türlü akçeli işlemlere bir yasa ile ve eni sonu belli edilmeden baş vurulması hukukî usul ve kurallara uygun olmadığı gibi, meşru devlet yönetim sistemi ile de açılanabilir değildir. Umalım, ilgili bakan bu parlak önerisini, siyasetin üst katmanları ile görüşmeden ve cahil cesareti olarak irticalen gündeme getirmiş olsun ve derhal susturulsun.
Bu vahim durum, tüm yansımaları ile üzerinde ciddi olarak düşünülecek derin sorunlar yumağını işaret etmektedir. Merkez Bankası’nın negatif görüntüsü, Varlık Fonu’nun üzerindeki yükümlülükler, akıl almaz boyutta halka yansıtılan son kamu fiyatları ortada bir vahim yönetim hatası olduğunu göstermektedir. Yirmi yıllık siyasi icraat, salt ne olduğu belli olmayan bir dava adına aklanamaz. Samsun’da Atatürk heykeline yapılan çirkin saldırı ve bir kentin üç gün boyunca enerji kaynağından yoksun kalması durumunda en üst düzey siyasilerin hangi bahane ile olursa olsun sükut etmeleri salt manidar değil, mantığı belli bir eylemdir. Kurtuluş Savaşı esnasında boy gösteren Amerikan mandacıları olgusunu her fırsatta dile getiren iktidar bilmeli ki, kurucu lidere yapılan saldırılara sessiz kalarak kendileri de tarihe aynı sıfatla geçecektir.

Böyle bir kargaşa içine girmiş olan Türkiye yukarıdan ve emperyalistlerin güdümündeki partilerin ittifakıyla işin içinden çıkamayıp, sadece vitrin değişimi yaparak, aynı sahnede kalmaya mahkum olur. Sorun, kapitalizme göbek bağı ile bağlılık olduğuna göre, aynı sahnede boy gösteren farklı koalisyonlar insanımızın mutluluk arayışında farklılık yaratamayacaktır. Türkiye, “sermaye-siyaset-emperyalist” işbirliğinde yukarıdan sahte demokrasiye değil, halk iradesine dayalı halkın gerçek temsilcileri yönetimine yönelmelidir.

Burjuva demokrasi anlayışı yerine ekonomik demokrasi kurulmadan; tek adam ya da yukarıdan halkı güdücü sahte cumhuriyet yerine, cumhuru bölmeyip tüm halkları kucaklayıcı gerçek cumhuriyet kurulmadan kurtuluş ve kuruluş aşamasına geçilemez. Yeni süreç bir “reset” süreci olmalıdır.