Sesimizi duyan var mı?

Devlet erkânı her 17 Ağustos günü, 1999 yılında gerçekleşen Marmara depremini hatırlayıp anıyor, 18 Ağustos günü ise unutuyor. Oysa toplumsal acılar üstün körü anmalarla geçiştirilmemeli daha da önemlisi dersler çıkarılıp, olası risklere karşı önlemler alınmalıdır.

Sesimizi duyan var mı?

Halil Yeni

Gecenin son dakika geçen haberlerinde kandilli rasathanesinden alınan bilgiye göre Marmara bölgesinde Gölcük merkezli bir depremin gerçekleştiği ve ilk belirlemelere göre 50 kişinin öldüğü söyleniyordu. Sonra spiker 100 dedi. 200 dedi. 300 dedi. Spiker sustu. Yayın akışı durdu. Artık deprem bölgesine ulaşılamıyor, hiçbir yetkiliden bilgi alınamıyordu.

17 Ağustos 1999 gecesi gerçekleşen depremin hemen ardından devriye gezip kamera kaydı yapan polis otosundan polis merkezine ‘’ Kocaeli’nde büyük hasar var. Yardım lazım, yardım!’’ çağrısı iletildi. Telsizin karşı tarafında sakin bir ses, sıradan bir olaya cevap verircesine ‘’Anlaşıldı. Tamam’’ dedi. Fakat felaketin büyüklüğü gece aydınlanıp sabah olunca, yardım çığlıkları ayyuka çıkınca fark edildi.

Pazartesini Salıya bağlayan gece saat 03.02’de 7,5 büyüklüğün de gerçekleşen deprem 45 saniye sürdü. Deprem de resmi raporlara göre, 17.480 kişi öldü, 23.781 kişi yaralandı, 505 kişi sakat kaldı. 285 bin konut, 42 bin işyeri hasar gördü. Resmi olmayan verilere göreyse kayıplar çok daha fazlaydı. Yaklaşık 50 bin ölü, ağır ya da hafif olmak üzere 100 bin’e yakın yaralı vardı. Ayrıca 133.683 çöken bina ile yaklaşık 600 bin kişi evsiz kalmıştı.

1999 DEPREMİ VE DEVLETİN ACİZLİĞİ

Deprem sonrası Devletin afetlere karşı ne kadar hazırlıksız olduğu da anlaşılmıştı. Koalisyon hükümeti ve Doğal afet kuruluşları panik içinde ne yapacaklarını düşünürken en yalın haliyle insan dayanışması ön plana çıktı. İnsanlar kendi çabalarıyla enkazlara müdahale ediyor, enkaz altından hafif yaralı çıkanlar hastaneye gitmeyip göçük altında kalanları kurtarmaya çalışıyordu. Askerler elleriyle üst üstte yığılmış betonları kaldırıyor, yıllarca ölüm korkusuyla kazma sallayan maden işçileri Kocaeli ye gelip yaşamı geri getirmeye çabalıyordu.
Devletin tüm olanaklarından faydalanan Türk Kızılay’ında çadır rezaleti yaşanıp, kurum adam kayırma haberleriyle çalkalanırken ve dönemin MHP’li sağlık bakanı Osman Durmuş’un en büyük derdi Ermenistan ve Yunanistan’dan gelen insani yardımların kabul edilmemesi olurken, Türkiye’nin her yerinden bölgeye ihtiyaç duyulan malzemeler gönderiliyor, 52 ülkeden uluslararası kurtarma ekipleri dayanışmaya koşuyordu.

ADALET NE YANA DÜŞER USTA?

Deprem sonrası yapılara onay veren ve onları denetlemeyen yetkililer hiçbir ceza almazken bütün suç evleri yapan müteahhitlere atıldı. Yargılanan müteahhitlerin çoğu da yerel yönetimlerle birlikte ortak suç işlemenin verdiği yetkiye dayanarak ceza almadı. Haklarında yaklaşık 2100 dava açıldı. 1800’ü hukuki boşluklardan dolayı cezasız kalırken kalan 300 davanın 110 kadarına verilen cezalar ertelenip geri kalan davalar 2007 tarihinde 7.5 yıllık süreleri dolduğu için zaman aşımına uğradı.

Yalova’da 173 dava açıldı. Açılan davalar arasında ceza alan tek isim adı depremle özdeşleşen Veli Göçer, 18 yıl 9 ay hapse mahkûm edildi. Taksîr nedeniyle 198 kişinin ölümüne sebebiyet vermekten 18 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırılan Göçer 21 Ekim 2004 tarihinde hapse girip 7,5 yıl hapis yattıktan sonra 2011 yılında tahliye oldu.

‘’SESİMİZİ DUYAN VAR MI?’’

Devlet erkânı her 17 Ağustos günü, 1999 yılında gerçekleşen Marmara depremini hatırlayıp anıyor, 18 Ağustos günü unutuyor. Oysa toplumsal acılar öyle üstün körü anmalarla geçiştirilmemeli daha da önemlisi dersler çıkarılıp, olası risklere karşı önlemler alınmalıdır.

1999 depreminden bu yana 23 yıl geçti. Doğal afetlere karşı bir takım adımlar atılsa da bazı şeyler değişmedi. Ormanlar yağmalanıp sermayedarlara peşkeş çekildi. Gece yarısı onaylanan torba yasayla TMMOB’un yetkileri elinden alındı. Birinci dereceden deprem bölgesi olan ve kayıtlı 16 Milyon nüfusu içinde barındıran İstanbul’da afet toplanma alanı olarak belirlenen bölgelerin bazılarına, alışveriş merkezi, rezidans ve gökdelen yapıldı. Kentin acil ulaşım yolları otoparklara dönüştürüldü. Marmara Otoyolu ve bağlantı yolları için binlerce ağaç kesildi. Kanal İstanbul projesi ise hala hükümetin gündeminde…

Bu ve buna benzer onlarca durum deprem bölgesi olan ülkemizin farklı şehirlerinde de kendini gösterirken 23 yıl önce yıkık binalar arasında yankılanan o haykırışı hatırlatmanın yine zamanı.
‘’Sesimizi duyan var mı?’’
‘’Orda kimse var mı? ’’