Saldırgan ve emperyalist Rusya mı?

Daha önemlisi Rusya’yı eşit görüp nesnel olarak NATO propagandasına su taşıdıkça çatışmanın genişlemesi ihtimalinde Türkiye’de kamuoyuna sunulmuş bir “düşman Rus” imajının pekişmesine sessiz kalınmış ve bu hazırlıkların tamamlanması es geçilmiş olacaktır.

NATO propagandası Rusya’nın ABD Başkanı Ronald Reagan’ın deyimiyle “Şeytan İmparatorluğu”nun devamı, yeniden doğuşu olduğuna inanmamızı istiyor.

Rusya’yı Çarlık’tan Sovyetler Birliği’ne ve Sovyetler Birliği’nden bugüne bir bütün olarak, bir devamlılık içerisinde görmek Ukrayna milliyetçiliğinin ve daha sağda Nazi artığı aşırı sağcı Ukraynalıların en temel ortak yanları. Benzerlerini tarihsel olarak Rus düşmanlığı üzerine kendisini var eden Baltık ülkeleri ve Polonya için de söylemek mümkün.

Bu ülkelerin bir başka ortak yanının ise komünist partilerin yasaklandığı, tarihin yeniden yazıldığı, dünya sosyalist sisteminin ve komünist ideolojinin her türden izlerinin bir tür “etnik temizlik” keskinliğinde ve sistematik olarak yok edildiği, Avrupa’nın en gerici ve işbirlikçi rejimleri olması da tesadüf değil elbette.

 

*          *          *

Dünya’da ve Türkiye’de, sol ve hatta komünistlerin bir kısmı dahi dahil olmak üzere, yoğun bir NATO propagandasına kolaylıkla teslim olunabildiği görülüyor.

Soyut bir “Savaşa Hayır” sloganı arkasında Rusya’yı saldırgan, emperyalist, işgalci diye niteleyen açıklamalar görüyoruz. “NATO’ya karşıyız ama Rusya’ya da karşıyız” deniliyor mesela. “Donbass’ın Ukrayna’ya karşı korunması lazım ama Rusya emperyalist rekabet için orada.” diyor bir kısmı, başkaları daha ileri gidiyor Rusya’nın işgali diye başlayıp Donbass’taki iki halk cumhuriyetini “sözde” diye tanımlıyor.

Bu açıklamaların NATO’nun propaganda dili ile örtüşmesi özünde çıkış ve beslenme noktaları ne kadar farklı dahi olsa bir kez yanlış yollara girildiğinde sonuçların ne kadar vahim olabileceğini göstermesi açısından ibretlik sayılmalı.

İşin bu kısmı belki henüz milyonları ilgilendirmiyor ve “mahallemizin” tartışması olarak görülebilir. Ancak hemen hemen tamamı ABD şirketlerinin kontrolündeki sosyal medyadan beslenen aşırı duyarlılığı istismar eden bir propagandanın daha da güçlenmesine katkı sunmak anlamına gelen bir siyasetin neticede en hafifinden söylenen amaçlara uygun olmamasının yanı sıra açıkça ortaya konması da gerekiyor.

*          *          *

Peki, o zaman bazı çok haklı veya en azından öyle görünen sorular var.

Rusya emperyalist, saldırgan ve işgalci mi?

İki emperyalist gücün kavgasında taraf tutulabilir mi?

Emperyalist ABD, AB ve NATO’nun yıllardır sürdürdüğü yayılmacı ve çevreleyici politikalara karşı kapitalist Rusya’nın askeri harekatının desteklenmesi mümkün mü?

Ukrayna’da son 10 yılı nereye ve nasıl koymalıyız?

Komünistler barıştan yana değil midir?

Putin’in Sovyetler Birliği’ne, Bolşeviklere, Lenin ve Stalin gibi liderlere olan düşmanlığı ortadayken oligarklara dayanan bir Rus milliyetçisine onay mı vereceğiz?

*          *          *

 

Bu sorulara bazıları teorik, bazıları ideolojik veya siyasal cevaplar verilebilir. Ama bu cevapları verirken belirli ilkelerin konulması gerekir. Bu ilkeler konulmadan ve bunlara sadık kalınmadan doğrulama imkânı ortadan kalkacağı gibi sonuçların sizi getireceği nesnel konum da niyetlerinizin çok ötesine geçebilir.

Bir parantez açarak, Türkiye’de özellikle sol adına siyaset yapanlar açısından bunun maliyeti var mı diye sorabilirsiniz, orta ve uzun vadede mutlaka olmaktadır. Birkaç yıl önce kongre/konferans düzenleyerek Türkiye’nin Erdoğan sorunu vardır diyen bir siyasi parti, sonra birdenbire Türkiye’de sorunun Erdoğan olduğunu söylemenin düzeni aklamak olacağını söyleyip aynı anda Erdoğan’a karşı CHP’nin adayına oy vereceklerini söyleyebilir.

Bu ilkelerin başında sosyalist devrime, sosyalist iktidara ulaşma hedefine yararlı olma, sizi ona yakınlaştırma imkanlarının değerlendirilmesi gelmelidir.

İkincisi işçi sınıfı ile burjuvazinin çıkarlarının birbirine karşıt olacağı, örtüşmeyeceği ve zıt gelişeceğini değerlendirmek gerekir.

Üçüncüsü işçi sınıfı siyasetinin bir hakemlik müessesesi olmadığını, bir sosyalist sistemin olmadığı günümüz koşullarında az sayıdaki sosyalizm veya bir tür sol halkçılık iddiasındaki ülkeleri ayırsak bile neredeyse bütünüyle kapitalist olan bir dünyada işçi sınıfı siyasetinin havanda su dövmeden somut bir siyaset belirlemesi gerektiğini vurgulamak gerekir.

*          *          *

Böylece baktığımızda, her kapitalist gücü ve emperyalist güce karşı direnç oluşturan her gücü emperyalist sayan bir anlayış Lenin’in emperyalizm teorisinden hiçbir şey anlamamış demektir. Dahası onu, Lenin’in deyimiyle sansürlenmiş yüz yıl önceki haliyle ancak bir şablon gibi uygulamaya kalkışırken bile beceriksiz ve bilgisizce hareket ediyor demektir.

Bu değerlendirmeleri biz güncel olarak Suriye’den biliyoruz. Bir kısım Troçkist hareketlerin Rusya’nın Suriye’deki varlığının altını oymak için her gün uydurdukları zırvalardan en önde gelenleriydi bunlar.

Rusya’nın kapitalist bir ülke olduğu kuşkusuzdur. Putin’in NATO’ya veya AB’ye alınsa mutlu olacak bir “Yeltsin” olmadığını söyleyen çıkmayacaktır yine kuşkusuz. Ülkesini savaşa sokarken kendisinin liderliğini gösterebilmek için Bolşevikler, sosyalizm, Lenin ve Stalin hakkında ne kadar atıp tutsa da neticede Büyük Yurtseverlik Savaşı, faşizme ve nazizme karşı mücadele gibi komünistlerin onurlu tarihine sığınmak zorunda kalan Putin’in oligarkların temsilcisi olduğunu söylemek neredeyse gereksiz sayılmalıdır.

Ama Rusya’nın emperyalist sayılması, bir pazar kavgasında olduğunu söylemek kapitalizmin emperyalist aşamasını anlamamak, ekonomisi doğalgaz, petrol, ağaç ithalatına dayanan bir ülkeyi sırf Sovyetler Birliği’nin ordusu ve silah teknolojisinin mirasçısı diye olmayan bir yere yükseltmek, 1991’den bu yana dünya siyasetinden hiçbir şey anlamamış olmak demektir.

Rusya, Sovyetler Birliği mirası sayesinde ekonomik ölçeğinden çok daha büyük bazı deneyimlere, bilgi birikimine ve teknolojik imkanlara sahip olsa da bunun ABD, AB ve NATO ile boy ölçüşebilecek bir düzeyde olduğunu iddia etmek ancak kahve sohbetlerinin konusu olabilir.

Öte yandan, 1991’den beri önce bir yandan Yugoslavya’yı parçalayarak Rusya’nın “kardeşi” Sırbistan dışındaki tüm parçalarını, diğer yandan eski Varşova Paktı ülkelerini Avrupa Birliği ve NATO’ya dahil ederek Sovyetler Birliği’nin nüfuz alanını işgal eden ABD ve AB emperyalizmi 2008’de Gürcistan ve 2014’ten itibaren Ukrayna ile doğrudan Sovyetler Birliği’ni oluşturan ülkelere de musallat olmasıyla Rusya’nın bir savunma pozisyonunda olduğunu söylemek gerekiyor.

2008’de Gürcistan Savaşı’ndaki koşullar neyse bugünkü Ukrayna Savaşı’nda da aynıdır. Kapitalist Rusya’nın halkların kurtarıcısı olması mümkün değilse de bu o günkü Sorosçu Gürcistan’ın araç olarak kullanılıp NATO’nun Kafkaslara yerleşmesinde bir ileri adım atmasına nasıl karşı çıkıldıysa bugünde sendika binalarında insanları diri diri yakan 3 bini çocuk 9 bin sivil olmak başta olmak üzere 14 bin insanı anadilleri Rusça diye katliama tabi tutan Nazi artığı Banderacı Ukrayna’nın araç olarak kullanılıp NATO’nun Rusya sınırına yerleşmesinde bir ileri adım atılmasına da öyle karşı çıkılması gerektiği gerçeğini değiştirmiyor.

İşçi sınıfının uyarılması, dikkat etmesi ve kendini kaptırmaması gereken çerçevenin söylenmesi ile bugün ABD ve Rusya’yı bir görmek, ABD ve AB’nin Yugoslavya, Afganistan, Irak, Libya, Suriye gibi ülkelere müdahaleleri ile Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesini kıyaslamak en hafif deyimle bir siyasi körlük olabilir.

*          *          *

Ancak bunlardan daha önemlisi Türkiye’de bir iktidar arayışımız varsa söylenmelidir.

Türkiye bir NATO ülkesidir. Dolayısıyla kapitalist Rusya’nın akıbetinden önce NATO’nun yenilgisi Türkiye’yi etkileyecektir.

Her gün dış güçlerin müdahalesinden şikâyet eden AKP iktidarının NATO askeri olarak Ukrayna’da savaşa ABD, AB ve NATO içerisinde katılmasını engellemek veya sınırlandırmak üzere siyaset yapmak en asgari siyasi hedef olabilir. Bunun ötesinde derdimiz NATO’nun yenilgisi olmalıdır. Zira, NATO yenilgisi kökleri nazilere dayanan kirli bir savaş makinesinin yenilgisi olacaktır.

Rusya’nın kendisini hedefleyen NATO yayılmacılığına karşı bıçağın kemiğe dayandığını düşündüğü noktada yaptığı müdahaleler sonuçta NATO ile uzlaşacağı bir yer arayışından fazlasını beklememizi gerektirmese de hakemlik yapıp not vermeyeceksek esas düşmana yönelmek gerekli ve zorunludur.

Daha önemlisi Rusya’yı eşit görüp nesnel olarak NATO propagandasına su taşıdıkça çatışmanın genişlemesi ihtimalinde Türkiye’de kamuoyuna sunulmuş bir “düşman Rus” imajının pekişmesine sessiz kalınmış ve bu hazırlıkların tamamlanması es geçilmiş olacaktır.

Tüm bunlar gösteriyor ki, komünistler için soyut bir savaş karşıtlığı yapmanın, “nalına da mıhına da vurduk” diyerek övünmenin bir karşılığı yoktur. İki taraf bir değilse bu zaten böyledir ama iki taraf birse bile Rusya’yı yenen bir NATO değil Rusya’ya yenilen bir NATO bizi ilgilendirdiğinden bu yine böyledir.