Üç fidan anti-emperyalisttir

Üç fidan anti-emperyalisttir

07-05-2022 10:20

Bugün Denizlerden devralınan bayrağı yükseltmek, ülkemizi sermayeye peşkeş çekenlere, emperyalizmin kucağına itenlere karşı “Bu memleket bizim!” diyerek memlekete sahip çıkma ve emperyalizme karşı mücadeleyi, yurtseverliği örgütlemekle mümkün olacaktır.

Dilan Kara

Türkiye devrimci hareketinin üç fidanı Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 50 yıl önce sermaye düzeninin eliyle katledildi. Ülkemizde 1960’lı yıllarda yükselen sosyalizm mücadelesinde önemli bir yer tutan 68 dönemi gençlik hareketinin sembol isimleri haline gelen Denizler, yaşamları pahasına sosyalist Türkiye mücadelesini örmüşlerdir. Düzenin ve emperyalizmin temsilcileri tarafından 3 fidan idam edilerek mücadeleleri sonlandırılmak istenmiştir. Fakat idamlarının üzerinden geçen yarım asır, Denizlerin sosyalizm mücadelesini, tam bağımsız Türkiye ısrarlarını bu topraklardan silmenin mümkün olmadığını bizlere göstermektedir.

Denizlerin mücadele ettiği her başlığın bugün de güncelliğini koruduğu ve bu başlıkların yarattığı karanlığın derinleştiğini saptamak ve tam da bu noktadan hareketle Denizlerin mirasını devralmanın bir zorunluluk haline geldiği, devralınan mirası bugüne taşıma iradesini gösterebilmenin öncelikli koşulunun ise onların kavgasını anlamaktan geçtiği ortaya konmalıdır.

Meşalesi tam bağımsız Türkiye olan Denizlerin mücadelesi, 68 dönemi ilerici gençlik hareketinin başını çekmiştir. Türkiye’nin NATO’ya girmesiyle beraber hızla emperyalizmin müdahalelerine açık hale gelmesi, 1960’lı yılların Türkiye’sinde siyasi ve ekonomik yapılanmanın emperyalizm eliyle şekillendiği bir tablo yaratmıştır. O dönemde Denizlerin anti-emperyalizm bayrağını yükselterek yurtsever kimliğin ancak sol ile mümkün olabileceğini göstermesi, bugün emperyalizme göbekten bağımlı hale getirilen ülkemizde sol-sosyalist mücadelenin neden anti-emperyalist karakterli olması gerektiğinin yanıtını vermektedir.

Ülkemizdeki ABD hegemonyasına karşı “tam bağımsız Türkiye” mücadelesini ören Denizleri anarken onların mücadelesinin antiemperyalist karakterini yok saymak, Denizlerin mirasını ileriye taşımayı olanaksızlaştırmaktadır.
Türkiye sosyalist hareketinin tarihine bakıldığında emperyalizme karşı mücadelenin önemli bir yer tuttuğu, devrimci hareketin yükselmesine ve kitleselleşmesine zemin oluşturduğu görülmektedir. Denizlerin mücadelesinin antiemperyalist karakterli bir zemine oturması 68 dönemi ilerici gençlik hareketinin en belirgin temasının emperyalizme karşı mücadele olması anlamına gelmiştir.

Hiç kuşkusuz bunun temelinde Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesi, NATO’ya üyeliği gibi başlıklarla emperyalizme bağımlılığın artması ve Türkiye’yi küçük Amerika yapma hülyaları yatmaktadır. Demirel dönemine ayrı bir parantez açıldığında, memlekette giderek Amerikancılığın körüklendiği, ajanların kol gezdiği sokakların Amerika kültürüyle şekillendiği ve Türkiye burjuvazisinin tüm parametreleriyle Amerika’ya bağımlılığı sonucunda ülkemizin emperyalizme tam boy teslim edilmesine karşı anti-emperyalist siyasetin yükseldiği görülmektedir.
Komünizmin bu topraklarda emperyalizme karşı kavganın içerisinde doğması, Türkiye sosyalist hareketinin kimliğine işlenen yurtseverliğin tarihinin uzunluğuna işaret etmektedir. Dolayısıyla antiemperyalist karakter Türkiye solunun genetik kodunu oluşturur ve sol mücadelenin yükseldiği herhangi bir konjonktürde yurtseverlik de doğal biçimde ihya olur. Tersinden okursak, ülkemizde bulunan yurtsever damarın yeniden sertleşmesi sol mücadelenin mevzi kazanmasını ve toplumsallaşmasını mümkün hale getirecektir.

Dönemin üniversiteli gençliğinin üniversiteye dair sorunları gündeme getirerek başlattığı mücadele takvimi, yaşanan sorunların mevcut düzenden kaynaklandığını ve üniversite gündeminin memleket gündeminden bağımsız olamayacağının saptanmasıyla ileri sarılmış ve gençlik bu tarihten itibaren daha da siyasallaşmıştır. Böylece 1960’lar üniversiteli öğrencilerin ülke sorunlarına el atarak kitlesel eylemler örgütlediği yıllar olarak kayıta geçmiştir. 68 Gençliği, üniversite işgalleri, boykotlar, “6. Filo Defol”, “NATO’ya Hayır” haftası, ODTÜ’de ABD’li büyükelçi Robert Kommer’in arabasının yakılması gibi eylemlerle siyasal bir mücadele tarihinin unsurlarından biri olmuştur.
Deniz Gezmiş’in emperyalizm karşıtı mücadeledeki kararlığını son anlarda da yitirmediği savunmasındaki şu sözlerinden anlaşılmaktadır:

“Biz Türkiye’nin bağımsızlığından başka bir şey istemedik. Bundan dolayı da ölümden korkmuyoruz. Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye’nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum (…) Varlığımızı Türkiye halkına armağan ettik. Bunun aksini iddia edenler vatan hainidir.”

Denizler, bir kuşağın temsilcisiydiler ve bağımsızlık mücadelesinde kendilerine biçtikleri misyonla ve bıraktıkları mirasla yol gösterici oldular. Bugün Denizlerden devralınan bayrağı yükseltmek, ülkemizi sermayeye peşkeş çekenlere, emperyalizmin kucağına itenlere karşı “Bu memleket bizim!” diyerek memlekete sahip çıkma ve emperyalizme karşı mücadeleyi, yurtseverliği örgütlemekle mümkün olacaktır. Bugün üniversiteli gençliğin, üniversite ile memleket arasındaki bağın silikleşmesine geçit vermeyerek ve gençliğin sorunlarının memleket sorunlarından ayrı olmadığını ortaya koyarak memlekete sahip çıkma çağrısını örgütleme sorumluluğu bulunmaktadır.

Bugün iktidarda olanların 6. Filo’yu kendilerine kıble yapanlar olduğunu, Denizlerin idamına imza atanların memleketimizi emperyalizme teslim ettiğini unutmadan, 6. Filo’yu denize döken Denizlerin izinde Türkiye solunun genetiğinde antiemperyalizmin olduğunu hatırlayarak ve hatırlatarak tam bağımsız sosyalist Türkiye kavgasını yeniden yaratıp büyütmenin vaktidir. Üniversite amfilerinden fabrikalara, sokaklara uzanan bir mücadele hattı örmek, okumuş gencin emekçi halkına karşı olan sorumluluğunu yerine getirmek anlamına gelecektir.

Emperyalizmin bir misyonla iktidara getirdiği ve Ortadoğu’daki İhvancı iktidarların devamı olan AKP, 1923 Cumhuriyetinin parametreleriyle oynayarak ilerici, bağımsızlıkçı ve kamucu değerlerini tesviye eden karşı-devrimci bir iktidar partisi olarak karşımıza çıkmaktadır. 12 Eylül’ün sola karşı yapılan bir darbe niteliğini taşıması ve 24 Ocak kararlarının ülkemizde uygulanmasının yolunu açarak neo-liberalizmin ülkemize nüfus etmesine zemin oluşturması, bir yandan sol ideolojinin güçsüzleşmesi ve siyasette etkisin azalması diğer yandan ise ülkemizin ekonomik, siyasi ve kültürel olarak dört bir yandan emperyalizme bağımlı kılınması sonucunu yaratmıştır. 12 Eylül’ün devamcısı olan AKP iktidarlığının yirmi yılında ülkemizin geldiği nokta ortadadır. Böyle bir tabloda emperyalizme, NATO’ya, işbirlikçilere, memleketimizi sermayeye peşkeş çekmek isteyenlere karşı yarınları kurmak, sosyalizm ve bağımsızlığın memleketimizdeki hasretini bitirmek için “Deniz olunmalı…”