PUSULA| Tek kutuplu dünya ve Doğu Avrupa’da NATO yayılmacılığı

PUSULA| Tek kutuplu dünya ve Doğu Avrupa’da NATO yayılmacılığı

05-02-2022 03:41

1997 yılında NATO’nun Madrid Zirvesi’nde kararı alınan Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Polonya’nın NATO’ya girmesi 1999 yılında gerçekleşiyor bu ülkelerin ardından 2004 yılında Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya NATO’ya giriyordu. Böylece ABD, Soğuk Savaş’tan bu yana temel politikası olan Rusya’yı çevreleme politikasını ciddi bir bedel ödemeden gerçekleştirmiş oluyordu.

Fırat Çağdaş Ay

1970’lerden itibaren toparlanan kapitalist ülkeler iki kutuplu dünyanın dengesinde yeni odaklar oluşturmaya çalışsa da ABD ve SSCB arasındaki iki kutuplu sistem, bir ölçüde denge sağlarken, aynı zamanda emperyalist-kapitalist sistemde siyasetin başat belirleyicilerinden biri oluyordu.  İki ülkenin nükleer ve konvansiyonel silahlar konusundaki üstünlüğü diğer ülkelerle kıyas dahi edilemeyecek boyuttaydı. Her ne kadar SALT-1 gibi anlaşmalarla sınırlandırma çabaları olsa da bunlar daha çok üst limit (1) belirlenmesi şeklinde bir denge arayışının parçası oluyordu. Fakat SSCB ve Doğu Bloğunun beklemedik bir şekilde çözülmesi bu dengenin ABD emperyalizmi ve emperyalist koalisyonun uluslararası jandarma gücü NATO’nun lehine değişmesi demekti.

Denge değişimi, dünyanın emperyalistler arasında paylaşılması ve Doğu Avrupa’da NATO ve ABD emperyalizminin yayılmasını kolaylaştırdı. Rusya’nın çözülüş sonrası 90’larda toparlanmak konusunda zorlanması Batı emperyalizminin Doğu Avrupa’daki genişlemesine büyük oranda açık kapı bırakıyordu. Yeltsin Rusya’nın NATO’ya üye olabileceğinden bahsediyor, Dışişleri Bakanı Kozirev ise 1994 yılında yaptığı bir konuşmayla NATO ile yapılan iş birliğinin verimli olduğunu ve ayrıca bu NATO’nun saldırgan bir politika izlemediğini savunuyordu (2). Ha keza, NATO’nun doğu genişlemesine dair yayınladığı 1995 tarihli rapor da bu uyuma atıf yapıyordu (3). Bugünlerde Ukrayna krizi ile beraber bu yayılmacı siyasete karşı kendi çevresini güvenli tutmaya çalışan Rusya’nın NATO ile karşı karşıya kalmasını konuşuyoruz.  

 NATO YAYILMACILIĞI ‘’KOLEFTİF SAVUNMA’’ MI ?

“Sosyalizm tehdidi”nin olmadığı tek kutuplu dünyada ABD hegemonyasının emperyalist-kapitalist sistemde sorgusuz sualsiz kabul edileceği ise beklenemezdi. Zaten böyle de olmadı. Her ne kadar kapitalist ülkeler ve aynı ittifakların parçası olsalar da ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa gibi emperyalist ülkelerin arasında çıkar uyuşmazlığı ve pazar paylaşım kavgaları çıkacaktı. Özellikle AB’nin Doğu Avrupa’ya doğru hızla genişlemesi ABD ile bu bölgedeki nüfuz alanları konusunda yarış içerisinde olmasının da bir sonucuydu. Bugün de NATO içerisindeki başat ülkelerin Rusya konusunda aynı düşünceleri paylaşmadıklarını, atılması gereken adımlar konusunda aynı düşünmediklerini gözlemleyebiliyoruz.  Keza 1992’de New York Times tarafından kamuoyuna faş edilen Pentagon raporu “Savunma Planı Rehberi (the Defense Planning Guidance) açıkça ‘’ABD hegemonyasına karşı koyabilecek ileri sanayi ülkelerinin caydırılmasını” ön görüyordu (4)Ayrıca bugünkü Doğu Avrupa krizini aydınlatabilecek şekilde raporda “Rusya’nın ABD’yi yok edebilecek tek güç olarak kalacağına’’ ve SSCB’den ayrılan ‘’Ukrayna, Belarus gibi yeni devletlerin Rusya’ya geri katılmaları riskini göz ardı edemeyiz” vurgusu yapılıyordu (5). Yani Amerikan Başkanı George H. W. Bush’un ilan ettiği Yeni Dünya Düzeni’nde ABD hegemonyasın sürmesi için gerekli her adım atılmalıydı. Doğu Avrupa’da ABD müdahaleleri ve ABD önderliğinde NATO yayılmacılığı bunun bir parçasıydı. ABD ayrıca diğer kapitalist ülkelerin kendisini birçok sektörde zorlaması ve geçmesi sonrası silahlanma ve askeri güç kabiliyeti sayesinde kendi hegemonyasını sürdürme planları yapıyordu. Bunun mantıki sonucu ise belli.  2020 yılında ABD, dünya silah tekelleri sıralamasında 100 şirketten 49’una sahipken dünya silah ticaretinin yüzde 54’ünü gerçekleştiriyor (6).

NATO GENİŞLİYOR  

Yugoslavya’da sosyalizmin birleştirici etkisinin ortadan kalmasından ötürü milliyetçi kutuplaşma artmış ve ülkenin bölünmesinin ve parçalanmasının yolu açılmıştı. Bu mesele 90’lar boyunca emperyalist-kapitalist sistemin çatışma noktalarından birini oluşturmuştu. NATO’nun 1999 yılında Yeni Yugoslavya Federasyonu’nu bombalaması ve NATO güçlerinin Kosova’ya girişi, ülkenin tam olarak parçalanmasına sebep oldu. ABD öncülüğünde NATO, ulus devletlerin oluşmasını aynı zamanda yayılma siyasetinin de alt yapısı olarak görüyordu. 

1997 yılında NATO’nun Madrid Zirvesi’nde kararı alınan Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Polonya’nın NATO’ya girmesi 1999 yılında gerçekleşiyor bu ülkelerin ardından 2004 yılında Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya NATO’ya giriyordu. Böylece ABD, Soğuk Savaş’tan bu yana temel politikası olan Rusya’yı çevreleme politikasını ciddi bir bedel ödemeden gerçekleştirmiş oluyordu. 

(BBC, Ukrayna krizi: Rusya, NATO’ya neden güvenmiyor? (7) )

Bu genişleme süreçleri aynı zamanda neo-liberal sermaye birikim rejiminin bir çıktısı olarak büyük tekellerin üretimi dünya çapında örgütlemesinin ve sermayenin, sosyalizmin daha önce kapatmış olduğu alanlara girmesinin garantisini oluşturuyordu. Alman ve Fransız tekelleri Doğu Avrupa ülkelerine üretim tesislerini taşımayı bu ülkelerin çoğunu AB pazarına dâhil etmeyi de ihmal etmiyorlardı. Ayrıca NATO ve AB, Gürcistan (2003) ve Ukrayna (2004)’da gerçekleşen renkli ‘’devrimleri’’ bulunmaz nimet olarak görmüş, desteklemiş alt yapısını oluşturmuştu. Hem AB fonları ve hem de ABD emperyalizminin desteklediği aktörler (Ukrayna özelinde bu aktörlerin faşişt ve neo-Nazi olmalarına dikkat çekilmesi gerekir) buralarda esen rüzgârların Batı kapitalizminin yönüne esmesinin arayışı içerisindeydiler. 2008 yılından sonra Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO’ya girme eğilimine girmesi Rusya’da NATO tarafından çevrelendiği ve güvenlik problemi yaşayacağı düşüncesini arttırdı.  

RUSYA DA EMPERYALİST DEĞİL Mİ?

Putin, iktidara geliş sürecinde ABD ile daha fazla uyumlu çalışacağı mesajını vermesine rağmen Rusya’nın dış politikasını bu çevreleme siyasetine müdahale etme ve SSCB’nin eski nüfuz alanını koruma politikasına doğru evrilti. Böylece Rusya’nın NATO ve ABD’ye olan yumuşak başlılığı ortadan kalkmış oldu. Putin yönetiminin toparlanmayı yapmasında, 2000’ler boyunca emtia fiyatlarının yüksek seyretmesi ve buradan yaratılan sermaye birikiminin elde edilmesi önemliydi. Bu sermaye birikimi Sovyetler zamanından kalan silah alt yapısının modernize edilmesine ve geliştirilmesine harcandı. Fakat askeri alandaki bu güçlenme aynı zamanda Rus kapitalizmi ve Rus tekelleri için ABD ve diğer emperyalist ülkelerle kıyas edildiğinde geçerli değil (8). Bu veriler göz önüne alındığında emperyalist-kapitalist sistemde güç kavramı (9) ve emperyalist olma kriterinin nasıl saptanması gerektiği konusunda diğer emperyalist ülkelerin ağırlıklarını göreceli olarak göz önüne almayanların, Rusya’ya emperyalist tanımlaması yaparak politik okuma hatası yapması kaçılmaz (10) (Bu Rusya’nın kapitalist bir ülke olduğu ve müdahalelerinin bu karakterin göz önüne alınarak değerlendirilmesi gerektiği gerçeğini değiştirmez). Ha keza NATO ve ABD üslerinin dünya ve Doğu Avrupa’da konumlanışına bakıldığında Rusya’nın emperyalist olmaktan ziyade kendi çevresini güvenli tutmaya çalışan kapitalist bir devlet olduğu çok net görülecektir. Ayrıca 2019 yılında Donald Trump’ın, 1987’de ABD Başkanı Ronald Reagan ve SSCB lideri Mihail Gorbaçov arasında imzalanan Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması’ndan (INF) çekilmesi tansiyonu kimin yükselttiği ve saldırganlığı kimin yaptığının belirlenmesi noktasında bir kenara not edilmeli (11)

SONUÇ YERİNE   

Ukrayna krizinde ve Doğu Avrupa politikasında çevreleme siyasetiyle ABD’nin krizi yükseltmeye çalışmasının sebeplerini, yukarıda belirttiğim gibi emperyalistler arası mücadeleye de bağlamak gerekir. Örneğin Rusya’nın Nord Stream 2 üzerinden Almanya’ya enerji tedarikini arttırması (Ukrayna’nın bay pas edilmesi demektir) ve iki ülke arasındaki ilişkileri daha bağımlı noktaya getirmesi, ABD’nin Almanya’yı bu projeden vazgeçmesi için Almanya’ya bastırması fakat başarılı olamaması bu krizin hangi ilişkileri bozmaya aday olduğu noktasında önemli. Aynı zamanda Avrupa’da gerçekleşecek yüksek tansiyonun silahlanma siyasetini güden başta ABD olmak üzere emperyalist ülkelerin ekmeğine yağ süreceğinin altını çizelim. 

 

ATIFLAR VE KAYNAKÇA

¹Young J., Kent J., International Relations Since 1945, Oxford, 2.baskı, p.287-289

²Birdal Sinan (2017) “Tek Adamlaşma: Rejim Devlet Jeopolitik”, Kuşku ile Komşuluk: Türkiye ve Rusya İlişkilerinde Değişen Dinamikler, der. Özcan, Balta, Beşgül, (İletişim: İstanbul) s.339

³NATO, “Study on NATO Enlargement”,  03.09.1995 p.4

⁴Patrick E. Tyler “U.S. STRATEGY PLAN CALLS FOR INSURING NO RIVALS DEVELOP” , New York Times 08.03.1992  https://www.nytimes.com/1992/03/08/world/us-strategy-plan-calls-for-insuring-no-rivals-develop.html ( Sgt: 03/02/2002 21:16) 

⁵Tyler age. 

⁶ SIPRI Fact Sheet , “THE SIPRI TOP 100ARMSPRODUCING ANDMILITARY SERVICES COMPANIES 2020”, 2021 Kasım, p. 3

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-60138458

⁸Smith S., “Is Russia imperialist? “, 02.01.2019, https://mronline.org/2019/01/02/is-russia-imperialist/

 (sgt: 03.02.2002 21:16)

⁹David A. Baldwin, “Power and International Relations”, in WalterCarlsnaes, Thomas Risse and Beth A.Simmons (eds.), Handbook of International Relations, London: Sage

¹0 H.Murat Yurttaş,  Emperyalizm üzerine I: Emperyalist sistemin bugünü, Gazete Manifesto, 16.09.2017 https://gazetemanifesto.com/2017/emperyalizm-uzerine-i-emperyalist-sistemin-bugunu-115780/ (sgt:03/02/2022 21:35)

¹1  https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/abd-resmi-olarak-infden-cekildi-1516517