Altılı mutabakat: Laikliğin tabutuna çakılan son çivi

Altılı mutabakat: Laikliğin tabutuna çakılan son çivi

19-03-2022 13:47

Mutabakat metninde emekçi sınıflar yok, çalışma hakları ve koşulları, sendikal haklar, örgütlenme, yani toplum olma yurttaş olma yok, sağlık hakkı, eğitim hakkı, ülkenin kaynaklarının, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi yok, toplum ve dolayısıyla yurttaşlık yok, insani koşullarda barınma hakkı yok…

 UMUT KURUÇ

Yazının konusu Millet İttifakı’nın “mutabakat metninde laiklik var mı?”. Kısa ve öz cevap: Yok. Ancak bunu tartışmadan önce kısaca değinelim. Zira laikliğin en çok kimler için yaşamsal olduğu ve dolayısıyla bu metinde neyin olmadığıyla birebir ilişkili. Mutabakat metninde emekçi sınıflar yok, çalışma hakları ve koşulları, sendikal haklar, örgütlenme, yani toplum olma yurttaş olma yok, sağlık hakkı, eğitim hakkı, ülkenin kaynaklarının, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi yok, toplum ve dolayısıyla yurttaşlık yok, insani koşullarda barınma hakkı yok… Emekçileri ilgilendiren daha birçok başlık yok… Ancak, açık ki emekçileri bir şeylere ikna var. Mesela sivil toplum var, kimlikler var. Yurttaşlık ve dolayısıyla laiklik yok. Laikliğe, sadece usulden tek bir yerde değiniliyor:  “Din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi…”

Bir diğer önemli vurgu ise anayasalara… “1921 Anayasası’nın nispeten kapsayıcılığının peşinden kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti, sonraki anayasalarında daha dar kalıplara girmiştir.” ifadeleriyle girizgâh yapılan metinde “1961 Anayasa’sı, birçok yeni ve önemli düzenleme getirmiş olsa da çok partili siyasi hayatımıza sekte vuran bir askeri darbenin ardından hazırlanmıştır. Buna bağlı olarak da silahlı kuvvetler başta olmak üzere, bazı bürokratik kurumlara demokrasi ile bağdaşmayacak yetkiler tanımış, dolayısıyla bürokratik vesayet düzenine sebep olmuştur. (…) Reform önerimiz ile 1961 Anayasası’nda geçerli olan, bürokratik kurumların, siyaset üzerinde bir vesayet makamı olarak kurgulanmasını reddediyoruz.” denmektedir. Uzunca bir süredir 27 Mayıs üzerinden, Türkiye’de toplumun örgütlenmesi, sendika hakkı, planlama ve bunların sonucunda bir aydın damarının ve işçi sınıfının örgütlü bir güç olarak tarih sahnesine çıkışının zemini olan 1961 Anayasası karalanmaktadır.

Anayasa tartışmasını neden bu yazının içerisine aldık?

Çok basit. Bu altılı mutabakat metninde Cumhuriyet yok. “Türkiye Cumhuriyeti’nin köklü devlet ve Cumhuriyet tecrübesinin demokrasi ile taçlandırıldığı yeni bir sisteme geçmek” var. Yani açıkça söylenen: Cumhuriyet bitti. 1921 referansı da buraya tekabül ediyor. 1921 Anayasası (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu)  emperyalizme karşı yürütülen savaşın meşruiyetini tahkim etmek ve savaşın kazanılmasını güvence altına alacak, olağanüstü koşulların bir metindir. Bu anlamda kuruluşun zeminini önceleyen bir metindir. 2. maddesi “Yürütme ve yasama yetkisi milletin yegâne ve gerçek temsilcisi olan TBMM’de toplanır.” der. Kuvvetler ayrılığı da laiklik ilkesi de bu metinde yoktur.[1]

Ama çok daha önemlisi 1921’de Cumhuriyet, henüz bir rejim ilanı olarak yoktur. Dolayısıyla mutabakat metni, tarihsel anlamından bağımsız olarak, Cumhuriyet ilanının öncesine, dinin devletten henüz ayrışmadığı, adem-i merkeziyetçi bir özel duruma referans vermekte ve AKP başta olmak üzere, topyekûn sermaye, gericilik, emperyalizmin bütün siyasi temsilcilerince tasfiye edilen Cumhuriyet’i ve onun ilerici bütün birikimini gömmektedir.

Cumhuriyet olmayınca, onun değerleri de yoktur bu metinde.

Metinde yer alan “Herkesin inancına, kanaatine ve yaşam tarzına saygı duyulduğu, kişilerin din, inanç ve yaşam tarzı fark etmeksizin özgürce yaşadığı, herkesin kendi kimliğiyle ve kendisi olarak eşit şekilde toplumsal, kamusal ve siyasal yaşama katıldığı bir sistemi hep birlikte inşa edeceğiz.” ifadeleri yurttaşlığın ortadan kaldırıldığı, aşiretler, tarikat ve cemaatler, etnik kimlikler üzerinden bir toplumsal yapı tarif ediyor. Burada belirleyici olan işte bu ilkel ilişkiler ağıdır.

Konumuz laiklik. Başta dedik, laiklik en çok emekçiler için yaşamsaldır. Dolayısıyla sorumuz da şu: Emekçi sınıfların taleplerini içermeyen bir mutabakat, laikliği kurar mı? Emekçi halkı, onun çocuklarının geleceğini kuşatan, karartan tarikatları ve cemaatleri kapatır mı?

Laikliğin tasfiyesinin en önemli hedefi, emekçi kitleleri hak gasplarına, kamu varlıklarının ve hizmetlerinin özelleştirilmesine, yoksulluğun kader olduğuna, “sosyal yardım” adı altında sadaka sistemine ikna etmektir. Yurttaşlığın kullukla ikame edilmesidir. Çünkü yurttaş örgütlenir, yurttaş hesap sorar, yurttaş daha iyi bir yaşam için harekete geçer.

Hatırlayalım. 12 Mart 1971’in darbeci generali Memduh Tağmaç’ın, “Sosyal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı, önünü kesmek gerekir. (…) Sosyal uyanışın temelinde ekonomik nedenler aramak komünistlerin uydurmasıdır. Tüm olaylar anayasanın özgürlükçü özünden çıkmaktadır. Bu anayasa ve özgürlüğe açık yasalar değiştirilmeden olayların üstesinden gelinemez” sözleri 1961 Anayasası’nın sağladığı zeminde emekçi sınıflar ve aydın hareketinin örgütlü yükselişine, “tehlikeye” işaret etmektedir. Karşımızdaki altılı mutabakat da tıpkı AKP-MHP ittifakı gibi bu “tehlikeyi” bertaraf etmenin derdindedir.

Laikliğin olmadığı koşullarda mutlak gerçeklik vardır. Tanrı ve onun temsilcileri, ilkel kabile kurallarının yürütücüleri olur, aşiret ağaları olur, mutlak doğruları belirler. Buna göre zenginlerin, aşiret liderlerin, ağaların, tarikat ve cemaat şeyhlerinin, iktidar sahiplerinin gücü mutlaktır. Yoksulların yoksulluğu, güçsüzlerin güçsüzlüğü, ağır sömürü koşulları, eşitsizlikler kaderdir. Tevekkülle kabul edilir. Siyasi ve toplumsal gücü elinde bulunduranların ayrıcalıklı olması kaçınılmazdır. Onların sadaka, sosyal yardım vb düzeneği içerisinde emekçi kitlelerin de iktidar ile tabiyet ilişkisi vardır. Halk yoktur, yurttaş yoktur, tebaa ve tabi olunan vardır, kulluk vardır. Bu durum mutlaktır, değişmez. Toplumsal yaşam da, eğitim de, hukuk da buna göre yorumlanır, düzenlenir. Sivil toplum örgütleri olarak ifade edilen ve bu “değerler” düzeneğinde finansal olarak beslenen unsurlar da bu ikna sürecinin parçasıdır. İşte emekçi kitleleri ikna etmeye çabaladıkları budur.

Laiklik öncelikle bu mutlaklık durumunun ortadan kaldırılmasıdır. Devlet yapısı anayasal hukuk üzerinde yükselir. Asgari zemin anayasal olarak eşit yurttaşlıktır.

Laiklik, insan aklının özgürleşmesidir. Bilimin sermayenin denetimine terk edilmesi, onun çıkarlarıyla sınırlandırılması laiklikle çatışır.

Laiklik ideolojik, siyasi ve toplumsal örgütlenme ve mücadele sürecidir. Toplumun örgütlenmesidir. Yurttaşların hukuk normları/anayasal ilkeler ve yasalarla birbirine bağlanmasıdır.  Dolayısıyla hukukun ve toplumsal yaşamın da temelidir. Yurttaşlıktır. Yurttaşlık, dünyayı ve yaşamı anlama, idrak etme ve değiştirme, dönüştürme iradesini bünyesinde taşır.

Ancak, başa dönecek olursak, karşımızda duran “mutabakat”, Cumhuriyet’e Fatiha okuyanların toplumu yeni rejimle uzlaştıracak “kurallar manzumesidir”. Burada CHP’nin oyuna geldiğini söylemek, en hafif tabirle saflıktır. CHP, Cumhuriyet’i terk etmiş, yeni oyunun kurucularındandır. Oyunun kurallarını koyanlar ise bugünkü iktidarın artıkları olan gericisinden liberaline, faşistine kadar sıralananlarla, esas olarak AKP ve MHP’dir. Sermaye de emperyalizm de durumdan memnundur. Bunlar için ise müşteri memnuniyeti temel ilkedir. En büyük korkuları da “Sosyal uyanışın, ekonomik gelişmeyi aşmasıdır”.

Ağzını “kul hakkı”, “inşallah”, “Allah’ın izniyle” diyerek açanların, tarikat ve cemaatlere “hassasiyet gereği” herhangi bir imada dahi bulunmayıp “sivil toplum örgütü” olarak prim verenlerin, aşiret ağalarını törenlerle üye yapanların, metinlerinde “inançlara saygılı özgürlükçü laiklik” ifadeleriyle “helalleşerek” laikliğin cenazesini kaldırmaya soyunanların, tarikat ve cemaatleri kapatması, faaliyetlerini engellemesi beklenemez.

Bu mutabakat, öz olarak, AKP eliyle kurulan rejimi ete kemiğe büründürecek, onun idari süreçlerini bağlayarak, toplumun direnç noktalarını bu rejime ikna edecek bir mutabakattır. Niyet, AKP’nin 2002’deki misyonunu üstlenmektir. Bu da Cumhuriyet’in mezar taşını dikmekten, laikliğin tabutuna son çiviyi çakmaktan başka bir şey değildir. Burjuvazinin tarihsel olarak gericiliği, 1923 Cumhuriyeti’nin tasfiyesiyle sonuçlanmıştır. Yapılacak şey, emekçilerin iktidarıyla, laikliği temel norm olarak bu zeminde yükseltecek, sermayenin, emperyalizmin ve gericiliğin tahakkümünden kurtaracak bir cumhuriyeti kurmaktır.

[1] Laiklik ilkesi, 5 Şubat 1937 tarihinde 1924 Anayasası’nda yapılan değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na girmiştir.