PUSULA| 5 Nisan: Türkiye’nin kriz modeli

PUSULA| 5 Nisan: Türkiye’nin kriz modeli

29-01-2022 01:28

Siyasi olarak ise yine aynı şablonun izlendiği söylenebilir. Burjuvazi her krizde bir önceki burjuva siyasi aktörü günah keçisi ilan edip aynı politikaları izleyecek yeni bir burjuva siyasi aktörü parlatıyor. Bazı dönemlerde ise bu aktörler sol görünümlü bile olabiliyor.

Mehmet Emin Türkmen

Özal’lı yılların neo-liberal rüzgarını arkasına alıp ekonomik olarak genişlemenin bir sonucu olarak ortaya çıkan 5 Nisan krizi Türkiye ekonomisinin geri dönüşsüz bir biçimde tahrip edildiği bir dönemin başlangıcıydı. 80’li yılarda “Turgut Özal’ın ekonomiyi şahlandırması ve dışa açması” olarak anlatılan liberal masal 5 Nisan ile birlikte çöktü. Ülkede suni bir refah sağlanması adına alınan dış borçlarla ANAP hükümeti sürekli olarak ekonominin büyük bir dönüşüm geçirdiğini ve ülkenin kalkındığı masalını anlatıyordu. Yeni köprüler, yeni yollar ve yeni barajlar yapılıyor bunlar yine şimdi olduğu gibi ekonomin şahlanmasının kanıtı olduğu anlatılıyordu.

Ancak ANAP, 89 yerel seçimlerinde kan kaybetmesi ve siyasi yasakların kalkması ile siyaset sahnesine geri dönen Demirel’in daha sağcı baskılarına yanıt veremedi. Özellikle 89’daki bahar eylemleri ve NETAŞ grevi ile 80 sonrası ilk kıpırdanışlarını yaşayan işçi sınıfının da siyaset sahnesine çıkması ile burjuva siyaseti 1991 seçimlerinde yeni bir oyun kurma yoluna gitti. 1991 seçimlerini birinci parti olarak bitiren DYP, yeni hükümeti SHP ile oluşturarak 49. Türkiye Hükümeti’ni kurdu. Sosyal demokrasinin iktidar ortağı olması ile hem sol kamuoyu hem de işçi sınıfı hareketinin önü kesildi. Genel bir rahatlama havası yaratıldı.  İki ayrı burjuva siyaseti akımının ilk kez bir araya gelmesi o zamanlar Türkiye siyasetinde demokrasinin büyük zaferi olarak pazarlanıyordu. Demokrat Parti ve cumhuriyetin kurucu partisi CHP geleneği ilk kez bir araya geliyordu. Ancak bu “demokrasi şöleni”nin allı pullu yaldızları çabuk dökülmeye başladı. ANAP döneminin neo-liberal politikaları, hız kesmeden devam ediyordu. Dış borçları kapatmak için daha fazla borç alınıyor, sürekli olarak dövize ve buna bağlı olarak emperyalist merkezlere daha da bağımlı bir ekonomik politika çıkışsızlığa doğru hızla ilerliyordu.

Buna karşı önlem almak yerine daha fazla borçlanmaya ve o zaman için bulunan günah keçisi  Kamu İktisadi Teşekkülleri -bilinen adı ile KİT’ler- daha fazla zarara sokulmaya başlandı. Sonuç; enflasyonun hızla artışı, Türk lirasının döviz karşısında sürekli değer kaybetmesi ve yüksek faizlerle ekonomik bir dar boğaza girilmesi olmuştu.

Krizin ayak sesleri ve ekonomik yıkım

1994 yılı başında ekonomik krizin ayak sesleri daha güçlü duyulmaya başlandı. Yaklaşan krizin önlenmesi için ilk olarak enflasyonu hızla düşürmek, ardından yapısal reformlar uygulamak ve kemer sıkma politikaları gündeme geldi. Ama kriz bu konular konuşulurken erken davrandı ve ocak ayında döviz ciddi oranda arttı. Merkez Bankası da dövize karşı faiz hamlesi ile dövizi frenlemeye çalıştı. Ancak ocak ayı sonunda yaklaşık yüzde 14’lük bir devalüasyon gerçekleşmiş oldu. Şubat ayı başında Merkez Bankası Başkanı istifa etti. Refah Partisi’nin Mart ayı sonundaki yerel seçimlerde hızlı bir yükseliş sergilemesi ve bir iktidar alternatifi haline gelmesiyle düğmeye basıldı. Yukarıda bahsedilen önlemlerin alt alta sıralanması olarak özetleyeceğimiz kararlar şunlardı:

-Merkez Bankası kur belirleme sistemini değiştirdi. Kurlar, seçilen 10 bankanın verilerine göre belirlenecekti. Bugün geçerli olmak üzere doların satış kuru 32 bin 53 lira olarak belirlendi. 5 Nisan kararları ile yılın ilk 5 ayında ikinci devalüasyon gerçekleşti ve oranı yüzde 38,8 oldu.

-1994 işçi ve memur maaş ödemelerinin mevcut bütçe ödenekleriyle sınırlı tutulması kararlaştırıldı.

-İşçilerin fazla mesai ücretleri yüzde 50 kısıldı.

-Kamuda personel alımı donduruldu.

-Emekliliğe hak kazandıran prim gün sayısının -belli geçiş süresi tanınarak- kadın sigortalı işçi için 7200, erkek sigortalı işçi için 9 bin güne çıkarılması için çalışmalara başlanması kararlaştırıldı.

-SSK’nın emekli aylığında yeni bir katsayı sistemine geçilmesi karar altına alındı.

-Bu yıl sonuna kadar Erdemir, TÜPRAŞ, Petrol Ofisi, PETKİM, THY-Turban, HAVAŞ ve DİTAŞ kısmen veya tamamen özelleştirilmesi kararlaştırıldı. Bu önlemlerle “38 trilyonluk tasarruf” hedeflenirken, zam yağmuru başladı. Akaryakıta yüzde 45.9 ile yüzde 90 arasında zam yapıldı.

-Nisan ayında, Standart And Poor’s (uluslararası derecelendirme kuruluşu) Türkiye’nin uzun vadeli kredi notunu bir kez daha indirerek BB’den B artıya düşürdü.

Mayısta ise enflasyon üç haneli rakamlara ulaşmıştı bile. Haziran ayında TOFAŞ ve OYAK-Renault firmaları üretimi azaltma ya da tamamen durdurma yoluna giderek işçi çıkarmaya başladı. Temmuz ayında IMF ile kredi anlaşması tamamlandı ve ekonomik dışa bağımlılık perçinlenmiş oldu. Yine ayını ay içinde asgari ücret zammı yüzde 67 olarak belirlendi ancak bu zam yıl sonunda açıklanacak olan yüzde 149.6 enflasyon ile birlikte açıklandığı an pula döndü.
Ekim ayındaki bütçe görüşmelerinde ise Cumhuriyet tarihinde ilk kez bütçe katrilyonla bağlandı. Bir yıl içinde dolar 14.900 liradan 40.400 liraya çıkmış oldu.

Rantçılar kazandı fatura emekçilere kesildi

Kamu açığını gidermek için faizin yüksek artışı doğal olarak rantçıları zengin etti. Emekçilerin payına ise önce emeklilik yasasının değiştirilerek emeklilik yaşının yükseltilmesi, enflasyon oranının yarısından da az zam oranları ve yaklaşık olarak 4 kat yoksullaşma kaldı.

Ancak emeğe ve halka karşı saldırıların en büyüğü yine bu dönemde başladı: Özelleştirme. Kamu ve bütçe açıklarının kapatılması bahanesi ile özellikle borç batağına itilmiş KİT’ler satılmaya başlandı. Çünkü o günün masalı “KİT’ler zarar ediyordu ve çok hantaldılar.” Liberal ekonomistlerin ayakta alkışladığı bu süreçte KİT’ler yok pahasına sermayeye satılarak, sermaye için ciddi bir zenginleşme yarattı. Bununla birlikte gelir adaletsizliği emekçiler aleyhine ciddi oranda bozuldu.

Özelleştirilen KİT’lerin bazıların sadece arazileri bile satış tutarlarının birkaç katıydı. Bu dönemde estirilen liberal rüzgâr o kadar güçlüydü ki özelleştirme bazı sol çevrelerce devletin küçülmesi anlamına geldiği iddiası ile selamlandı bile.

Türkiye’nin kriz modeli

Konumuz olan bu kriz, Türkiye kriz şablonu olarak okunabilir. Bu ekonomik krizle birlikte ülke ekonomisi aynı kriz sarmalını birçok kez yine yaşadı. Hepsinin çıkış yolu ise yine aynı oldu. Her krizde emperyalist merkezlerden borç alınarak ve gelir adaletsizliğini daha fazla emekçiler aleyhine bozularak devam etti. Bu krizden çıkış reçetesi ise ekonomik krizin çözümü olmadı tabi. Sadece kriz bir süre daha ertelendi ve daha sert bir şekilde geri döndü. 94 krizini izleyen Şubat 2001 krizi, 2008 krizi ve bugünkü kriz hemen hemen aynı nedenlere bağlanabilir. Dışa bağımlı ve üretmeyen bir ekonomi, borçlanarak büyüyen ve borç bulamayınca kriz üreten sistem yeni bir şey sunmuyor.
Siyasi olarak ise yine aynı şablonun izlendiği söylenebilir. Burjuvazi her krizde bir önceki burjuva siyasi aktörü günah keçisi ilan edip aynı politikaları izleyecek yeni bir burjuva siyasi aktörü parlatıyor. Bazı dönemlerde ise bu aktörler sol görünümlü bile olabiliyor.

Son krizle ilgili önemli bir not olarak belirtmek gerekiyor bu kez sermaye sınıfı yeni bir şey deniyor. Krizi getiren ekonomik politikaların mimarını bu kez önümüze çözüm olarak koyuyor. CHP’nin ekonomi alanındaki politikaları Ali Babacan’a emanet ederek gerçekten bu halkla dalga geçiyor.