PUSULA| 1977 seçimleri: Düzene hapsedilen “düzen değişikliği”

PUSULA| 1977 seçimleri: Düzene hapsedilen “düzen değişikliği”

22-01-2022 00:37

Ancak yaşanan bu süreç bir kez daha seçimlerde burjuva partilerine ne kadar destek verilse de halkın gerçek çözümüne yönelik olarak adım atılmasının sınırı olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Yani seçim vaatleri seçimlerde kaldı, kazanılamayınca kül oldu gitti… Bugün gündeme getirilen seçimlerde de aynı tablonun yaşanmaması için sosyalistlerin bir özne haline gelebilmesi, sınıf siyasetinin terk edilmemesi gerektiğinin bir kez daha hatırlanması kaçınılmazdır.

Hanife Şahan

Seçim tartışmalarının gündemde olduğu bu dönemi değerlendirirken solun seçimlere olan etkisini hatırlamak gerekir. Seçimi tek hedef olarak görüp, siyasetini sandık sonuçlarına göre belirleyen sol özneler olsa da seçimlerin yalnızca burjuva düzeninin devamını sağlayan bir unsur olduğunu atlamamak önemlidir. Ancak ve elbette ki seçimlerin yarattığı toplumsal etki de yok sayılamaz. Halkın siyasete en fazla dahil olduğu bu dönemde sosyalistlerin taleplerini, söylemlerini güçlendirmesi önemlidir. Bu, başka bir alternatifin de olduğunu gösterdiği için reformizme alan açan değil, düzene mahkûm olmadığının anlatılması için gereklidir.

Tabii ki burada önemli olan alternatifi sunanların ilkeli duruşlarının belirleyici olması. Kısaca yolu net, düşmanı net, talebi net, hedefi net… 1977 seçimleri ülkemiz solcularının yalpalamasının getirdiği sonucu göstermesi açısından çok net bir tablo çizebilmektedir. Komünistlere karşı da mücadele ettiğini belirttiği halde sol söylemlerle ve solu arkasına alarak güçlenen bir CHP 1977 seçimlerinde birinci parti olarak çıktı. CHP’nin o dönemki lideri olan Bülent Ecevit “Türkiye 1965-75” isimli kitabında net olarak tavrını belirtiyordu: “Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’nin en güçlü partisidir. Komünizmi, o önleyecektir, o güçlü oldukça, Türkiye’de komünizm olamayacaktır.”

Ecevit’in sarf ettiği bu sözlerin yapılan siyasetteki tavrına birazdan değineceğiz. 1977 seçimlerinin değerlendirmesini yapacaksak 1977’ye kadar gelinen süreci de bugün ders almak açısından tekrar tekrar hatırlamak kaçınılmaz oluyor.

24 Ocak 1974’te Ecevit önderliğinde CHP ve Erbakan önderliğinde Milli Selamet Partisi (MSP) koalisyonu kurulur. Ecevit, TBMM’de okuduğu hükümet programında bundan sonraki süreçte düşünce ve inanç özgürlüğü önündeki engellerin kalkacağını ve geçmişteki kırgınlık ve acıların giderilerek karşılıklı bağışlama ve hoşgörüye dayalı bir kardeşlik ortamı kuracaklarını belirtir.

Bunun dışında programda haşhaş üretimi, Kıbrıs Harekâtı, Genel Af Yasası, sanayileşme, eğitim gibi başlıklar da yer alır. 235 günlük koalisyon ömrü olan hükümetin programında yalnız Kıbrıs Harekâtı, haşhaş üretimi ve af yasası hayata geçer. Özellikle Kıbrıs Harekâtı Ecevit’in hanesine büyük bir başarı olarak geçtiğinden CHP artık kendine daha fazla güvenen bir yol haritası çıkararak koalisyonsuz, tek başına devam edebilecek gücü kazandığını düşünür ve koalisyonu bozar. Evdeki hesap çarşıya uymaz ve CHP’nin karşısına Adalet Partisi (AP), Milli Selamet Partisi (MSP), Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP) ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ortak hükümeti kurulur: Birinci Milliyetçi Cephe.

MC hükümeti ile birlikte faşist-gerici söylemler ve saldırıların ciddi oranda arttığı bir dönem başlar Türkiye’de. Bunun en büyük destekçisi ise dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’dir. Demirel’in, “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” ve “Komünizm ile mücadelemiz devam edecektir. Gerekirse bu mücadelede şehitlik mertebesine de ulaşırız.” söylemleri bugün bile unutulmadı. 1976’ya girerken ODTÜ, İTÜ, Ankara, Gazi, Ege, Hacettepe gibi Türkiye’nin önemli üniversitelerinde faşistler ve gericiler tarafından solcu öğrencilere gerçekleşen saldırılar artarak devam ediyordur.

Yaşanan siyasal krize ekonomik kriz de eklenince işçilerin talepleri ve mücadelesi de gün geçtikçe güçleniyordu. Bir senesi bile dolmayan MC hükümetinde Türk Lirası ciddi değer kaybetmiş, halk üst üste yapılan zamlar karşısında ciddi geçim sıkıntısıyla karşılaşmıştı. 1977 yılında ihracatın bir önceki yıla göre 200 milyon dolar gerilemesi sonucunda yurt dışındaki bazı basın organları Türkiye ekonomisinin iflasın eşiğinde olduğu değerlendirmesini yapıyordu.

İşçilerin cephesi (özellikle DİSK) yaşananlara sessiz kalmayarak fabrikalarda, iş yerlerinde direniş, grev örgütlemeye devam ediyor, sendikal örgütlenme sayesinde işçilerin tüm hakları korunuyordu. Dolayısıyla özellikle DİSK’te örgütlü olan işçi sınıfı, siyasetin rotasını etkilemesi açısından çok önemliydi (Bu dönem DİSK’in içinde TKP ağırlığı olduğunu da özellikle vurgulamak gerekir). Ülkedeki siyasal gelişmelere müdahale etmenin kaçınılmaz olduğu bir ortamda emek mücadelesi siyasal mücadele ile bütünleşmiş, DGM’lere karşı mücadele eden DİSK önderliğindeki işçiler bir süre sonra şu sloganı yükseltmeye başlamıştı: “DGM’yi yendik, sıra MESS’te”.

Öyle ki, DİSK Genel Sekreteri İbrahim Güzelce DİSK’in hazırladığı 1 Mayıs broşüründe şunları yazacaktı:
“1976’nın 1 Mayıs’ı sosyalizmden yana değişen bir dünyada kutlanacak. Türkiye işçi sınıfını 1 Mayıs’tan koparmak emek dünyasından koparmak demektir. Kimsenin gücü yetmez buna.”

Ve DİSK’in öncülüğünde 1976 1 Mayıs’ı büyük bir coşkuyla kutlandı. AKM’yi tam kaplayan, zincirlerini kırmış işçi pankartıyla güne damgasını vuran Türkiye işçi sınıfı, siyasetin en önemli odağı haline gelmişti.

1977’ye gelindiğinde seçim sathı mahalline girildi. CHP’nin birinci parti olarak çıkacağı ortadaydı. Bu tarihte dikkat çeken noktalardan biri ABD İzmir Başkonsolosu James D. Moffett’e CHP’nin iktidar olması durumunda CIA’nın tavrının ne olacağı yönünde sorulan soruya “CHP Amerika’nın dostudur. CIA’nın operasyon yaptığı ülkeler Rusya’nın sempatizanıdır.” yanıtıdır. CHP emperyalistlerle görüşmelere devam ediyor ama bir tarafta Türkiye solunu da arkasına alıyordu. Yani, CHP bir taraftan, solun baskısıyla düzen karşıtlığı yapıyor, halkçı söylemleri büyütüyor, bir taraftan, düzen yanlısı çizgiden şaşmıyor, düzenin çizdiği sınırları aşmamaya gayret ediyordu. Mevcut rejimin kurallarına göre hareket edilmesi gerektiğini temel alıyordu. Bu tablo CHP’nin kendini yıllardır ülkenin kurucu parti olarak görmesinden gelen güvende de yatar.

Solun desteğiyle güçlenen anti-komünist CHP

5 Haziran 1977 tarihinde gerçekleşecek olan seçimlerde solun tavrı oldukça önemlidir. Genel olarak sol unsurlar, gerici-faşist MC’ye karşı CHP’nin desteklenmesi gerektiğini her fırsatta dile getiriyordu. Bülent Ecevit ise konuşmalarında CHP’nin hem faşizme hem de komünizme karşı bir parti olduğunu vurgulamaktan geri durmuyordu. Ecevit’e göre; “Faşizm tepki olarak komünizmi doğurur. CHP iktidarının gerçekleştireceği insanca ve hakça düzen topluma sosyal adalet getireceği ve her türlü faşist eğilimi etkisizleştireceği için komünizm kendiliğinden önlenmiş olacaktır.”

Seçimlere yaklaşıldığında DİSK, Şubat ayındaki Genel Yönetim Kurulu ve Başkanlar Konseyi ortak toplantısında CHP’nin desteklenmesi kararı alır. Kararın gerekçesinde “bağımsızlık, demokrasi, barış ve toplumsal ilerleme savaşımının acil hedefi faşizm tehlikesini yok etmek üzere MC’yi demokratik yoldan düşürmek[tir]…” denilir. Benzer biçimde Türkiye Gazeteciler Sendikası’ndan (TGS) yapılan açıklamada da seçimlerde CHP’nin destekleneceği belirtilmiştir.
1977 1 Mayıs’ından önce yapılan bu açıklamalar seçimlerde CHP’nin güçleneceği işaretini zaten veriyordu. Her ne kadar 1 Mayıs’ta toplanan yaklaşık 500.000 işçi-emekçinin üzerine ateş açılması burjuva siyasetinde CHP’yi destekleyen kitleye saldırı olarak değerlendirilmiş olsa da doğrudan solun-, işçi sınıfının yükselişine karşı gerçekleşmiş bir saldırıydı. Nedeni ise hem MC hükümetinin hem de Ecevit’in dilinden düşmeyen “komünizm tehlikesi”ydi. Solun Ecevit’e destek vermesinden dolayı MC hükümeti CHP için komünist “suçlaması” yapmayı arttırdığı bu dönemde Ecevit’in yanıtları oldukça ilginçtir. Ecevit, “CHP’nin kuracağı düzende komünizme kaymak şöyle dursun, ülkemizde komünizmin kaynağı kurutulacaktır. Kavgasız ve baskısız önlenebilecektir komünizm” söyleminin ardından Samsun konuşmasında “Komünizmin Demirel’le geleceğini” iddia edecek kadar ileri gitmişti.

Bu dönem dikkat çeken unsur ise TİP olmuştur. TİP Genel Başkanı Behice Boran, CHP’nin de AP’nin de burjuva partisi olduğunu söyleyerek tavrını ortaya koymuş, TİP Basın Bürosu tarafından yapılan açıklamada da şöyle denilmişti: “Köylü efendimizdir deyip 27 yıl köylü için parmağını bile oynatmayanlar, şimdi de Köy-Kent hayallerini ortaya atmaktadır”. Dönemin TİP Örgütlenme Sekreteri Dinçer Doğu ise CHP’yi eleştirerek “Büyük toprak ağalarını silme listelere alan bir parti istese de toprak reformu yapamaz” diyordu.

Sonuç itibariyle bir kısım solun “düzenin değişmesi” gerekçesine dayanan desteği ile CHP 5 Haziran seçimlerine tek başına girerek çoğunluğu sağlamış ve %41 oy alarak birinci parti çıkmıştı. Ancak 213 milletvekili çıkarmasına rağmen gerekli yeterliği sağlayamadı. Demokrasiyi sağlamak şöyle dursun çok yakın bir zaman sonra

Türkiye faşist-Amerikancı bir darbe ile karşı karşıya kaldı.

1970’lerde yükselen sol dalganın etkisiyle güçlenen CHP, halkçı bir politika izlediği için bir karşılık bulmasına rağmen emperyalizmle, sermaye ile olan ilişkilerini sürdürmeye devam etti. Seçimlere kadar neredeyse gittiği her yerde suikast tehdidi ile uyarılan Ecevit’in halkın karşısına “korkusuz” bir şekilde çıkarak da bu desteği güçlendirdiği şüphe götürmez. Ancak yaşanan bu süreç bir kez daha seçimlerde burjuva partilerine ne kadar destek verilse de halkın gerçek çözümüne yönelik olarak adım atılmasının sınırı olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Yani seçim vaatleri seçimlerde kaldı, kazanılamayınca kül oldu gitti… Bugün gündeme getirilen seçimlerde de aynı tablonun yaşanmaması için sosyalistlerin bir özne haline gelebilmesi, sınıf siyasetinin terk edilmemesi gerektiğinin bir kez daha hatırlanması kaçınılmazdır. Unutulmamalı ki devrimcilerin seçim vaadi ile mücadelesi, hedefi bir ve aynıdır. Bunun dışında yapılan tüm hesaplar mahkûm edilmelidir.