Neo-liberalizme hayır, liberalizme evet!

Ülkemizdeki gerici ve emek düşmanı rejimle hesaplaşmak için öncelikle liberalizmle büyük bir hesaplaşma içerisine girilmesi gerektiği açıktır. Ne Millet İttifakı’nın ne de CHP’nin böyle bir derdi bulunmadığını biliyoruz. Bu yüzden Türkiye’de sosyalist sola büyük görev düşüyor.

Hatırlanacağı üzere, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na verilen ceza sonrasında düzenlenen İstanbul mitinginde Kemal Kılıçdaroğlu neo-liberalizme karşı olduğunu ifade etmişti. Bu Kılıçdaroğlu’nun neo-liberalizme karşı ilk “çıkışı” değil. Daha önce de neo-liberalizmin can çekiştiğini, imkansız görünen düşüncelerin zamanının ve neo-liberalizmin sonunun geldiğini söylediği açıklamaları olmuştu.

Bu noktada amacımız Kemal Kılıçdaroğlu ile polemik yapmak ya da Türkiye’de sosyal demokrasinin tahliline girişmek değil. Ancak bir diğer taraftan, Türkiye’de siyasetin geldiği noktanın bir kere daha gözler önüne serilmesi gerekiyor.

Bugün Millet İttifakı olarak temsil edilen çizgi özünde LİBERAL bir çizgidir. Dolayısıyla bu ittifakın merkezinde duran partinin ya da başkanının bu tür çıkışları hamasetten ibaret görülmelidir. Çünkü kapitalizmin özünü oluşturan sabit olgu liberalizmdir. Bunu unutmayalım.

Hamaset yanlış bir ifade olarak görülecekse büyük bir yanılgı ya da şaşırtmaca diyelim. Ancak dünyanın her tarafında bu mesele benzeri şekilde ele alınıyor ve neo-liberalizmin sonunun geldiği ilan ediliyor. Hem de çok şaşırtıcı bir şekilde neo-liberalizmi dünyanın gündemine sokanlar bu çizginin bayraktarlığını yapıyorlar. Ülkemizdeki düzen muhalefetine ise bu propagandayı Türkiye’nin içine taşımak düşüyor nedense.

Özellikle 1990’lar itibariyle sermayenin önündeki engellerin kaldırılması ve emeğe dönük büyük bir saldırı anlamına gelen küreselleşmenin kitabını yazanlar bugün ulus devletin yeniden inşasını savunur hale gelmiş durumdalar. Neo-liberalizm ve küreselleşme dalgası, insanlığın yaklaşık elli yıl boyunca büyük bir gericilik ve karşı devrim saldırısı altında kalması anlamına gelmiştir. İşçi sınıfının kazanımları, sosyal devlet uygulamaları, kamucu politikalar tasfiye edilmiş, emekçiler örgütsüzleştirilmiş ve emperyalist yayılmacılık yükselişe geçmiştir.

Dünya üzerinde yaşanan son iktisadi kriz neo-liberalizmin çöküşü anlamına gelirken, emperyalist kapitalist sistemin bekası adına yeni modeller tartışılmaya başlandı. Bunlar ayrı bir değerlendirmenin konusu. Ancak şu an devam eden “neo-liberalizm bitti” tartışmalarının “daha iyi bir kapitalizm mümkün” ana başlığı ile çok ilgisi olduğunu başa yazmak gerekiyor.

Türkiye’de bir rejim tartışması yapılması gerekiyor. 1923’te kurulan Cumhuriyet’in tasfiyesine dönük AKP iktidarı aracılığı ile atılan adımlar, başkanlık sistemine geçiş, 2010 referandumu ile yargıya dönük yapılanlar, özelleştirme dalgası, emperyalizm ile ilişkiler ve benzeri tüm başlıklar Türkiye’de İkinci Cumhuriyet’e geçişin yolunu döşeyen taşlar olmuştur.

Bu kısım konusunda hemfikirsek yeni rejime karşı mücadelenin de nasıl olacağına dair bir ortaklık içinde bulunmak gerekiyor. Türkiye’de AKP’nin bugünlere gelmesinin en önemli aktör olan liberallerin bahsettiğimiz rejimin değiştirilmesi yönünde bir talebi bulunmuyor. Onlara göre “düzeltilmiş bir sistem” mümkün. Onun için çalışmamız ve sistemi “demokratik adımlar” atmaya zorlamamız gerektiğini vaaz veriyorlar.

Ülkemizdeki gerici ve emek düşmanı rejimle hesaplaşmak için öncelikle liberalizmle büyük bir hesaplaşma içerisine girilmesi gerektiği açıktır. Ne Millet İttifakı’nın ne de CHP’nin böyle bir derdi bulunmadığını biliyoruz. Bu yüzden Türkiye’de sosyalist sola büyük görev düşüyor.

Sermaye sınıfının bir kesimi ile hesaplaşmayı hedefleyip, düzenin kalbini oluşturan burjuva sınıf egemenliğini karşınıza almazsanız düzeni değiştiremezsiniz. Ancak düzenin temsilcileri arasında el değiştirmek anlamına gelir bu.

Üretim ekonomisini savunurken, bunu tüm üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete son verecek bir şekilde düşünmüyorsanız neo-liberalizmle hesaplaşmanız da bir yere kadar olur. Çünkü liberalizm tam anlamıyla, insanın insanı sömürmesinin ana halkası olan üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin savunusundan başka bir şey değildir.

Bunların üzerinde yükselen serbest piyasa ekonomisini savunup, tüm toplum için adaletli bir düzeni savunmak da, refah toplumuna ulaşmak da mümkün değildir. Sıkışınca varılacak nokta kemer sıkma politikalarına başvurmaktan başka bir şey olmayacaktır.

Velhasıl, neo-liberalizmle hesaplaşmak için önce liberalizmle hesaplaşmak gerekir. Bunun yolu da sermaye düzeni ve burjuvazi ile mücadeleden, emperyalizme karşı bayrak açmaktan, emeğin özgürleşmesini savunmaktan geçmektedir.

İşte bu tam da solcuların ve devrimcilerin işidir.