Nedir bizi güçlü kılan?

ÇHD davası baştan sona hukuk adına en sıra dışı  yargılamalardan biri oldu, en azından modern zaman hukuku adına. Yargılanan avukatlardan Av. Özgür Yılmaz’ın esas hakkında savunmasında tüm süreci “olmadı baştan yargılaması” olarak nitelemesi boşuna değil.

Av. Aslı Tanta

Günümüz popüler kültür ürünü hukuk temalı dizilerde; hakimler, savcılar ve avukatlar arasındaki usul ve esasa ilişkin ahenk, bir o yana bir bu yana salına dursun; siyasal iktidarın hukukunda tüm imkanlar; baş kaldıranı “suçla-yargıla-hüküm ver mahkemeleri”ne sağlanıyor.

Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi 22 avukatın yargılandığı davada karar, 11.11.2022 tarihinde açıklandı ve 6 yıl 3 aydan 12 yıla kadar hapis cezası ile mahkumiyet kararları verildi. Üstelik bu kararlar; dinlenmeyen gizli tanıklar, var olmadığı ispat edilmiş Hollanda/Belçika belgeleri gibi birçok uydurma delille, yargılama yapılmaksızın verildi. Cezalandırılacak gerçek bir suç olmadığından, basın açıklamasına katılmak gibi eylemler örgütsel suç sayıldı; bir engizisyon mahkemesi tuluatı sergilendi.

“OLMADI BAŞTAN YARGILAMASI”

ÇHD davası baştan sona hukuk adına en sıra dışı  yargılamalardan biri oldu, en azından modern zaman hukuku adına. Yargılanan avukatlardan Av. Özgür Yılmaz’ın esas hakkında savunmasında tüm süreci “olmadı baştan yargılaması” olarak nitelemesi boşuna değil. Çünkü aslında yargılama 2013 yılının Aralık ayında başladı. Kumpas davaların maestrosu cemaatçi kolluk ve savcılar eli ile uydurma deliller, var olmayan dijital belgeler ve her konuda derya deniz bilgi sahibi gizli tanıklarla  hazırlanan iddianame ile başlayan yargılamada; yargılananlar avukat olunca işler umdukları kadar kolay gitmedi. Hali hazırda yargılama devam ederken; 15 Temmuz 2016 sonrasında bu iddianamenin savcısı ve kollukları ve hatta tutuklama kararı veren hakimleri terör örgütü üyesi olmak suçundan mahkum edildiler. Hayat sürprizlerle dolu…

Çıktığı yoldan dönmeyen siyasi iktidar; kendi yargısının, terör örgütü üyesi olduğuna hükmettiği savcının iddianamesiyle bir yere varamayacağını anlayınca; 2017 yılında aynı suçtan yeni bir yargılama başladı. Bu yeni mahkemenin heyeti ve duruşma savcısı o kadar çalışkan çıktılar ki yargılama sadece 2 celsede sona erdi ve avukatlar mahkum edildi. Nitekim; o gün o kararı veren Mahkeme başkanı bugün Adalet Bakanlığı Bakan Yardımcısı. Çalışkan olduğunu söylemiştim…

Yargıtay bu çalışkanlığı “biraz” abartı bulmuş olacak ki sadece 4 avukat yönünden verilen mahkumiyet kararını bozarak 2013 yılından beri devam eden dosya ile birleştirdi. Ama bu durum da sonucu değiştirmedi. Ne gizli tanıklar mahkemede dinlendi, ne usulsüz deliller dosyadan çıkarıldı, ne savunmanın delilleri ve tanıkları dinlendi. Bırakalım adil yargılamayı, yargılama dahi yapılmadı. Dava çöktü ama heyet yine de hükmünü verdi.

Sıra dışı bir yargılama olduğunu söylemiştim…

ASIL CEZALANDIRILAN  KİM VE NE?

İddianame baştan sonra uydurma delillerle bir fantezi ürünü olmakla beraber, bu iddianame ile hüküm kuruldu. Yani bu iddianame mahkeme heyetince onaylandı. Bu nedenle iddianamede  benim dikkatimi çeken ve aslında özellikle bahsetmek istediğim 2 konu var. Çünkü bu iki konu bize bu yargılama ile kimi ve neyi cezalandırmayı amaçladığını açıkça ilan ediyor.

Bunlardan birincisi; iddianamede hiçbir gerekçe sunulmaksızın -hatta buna ihtiyaç dahi duymaksızın- yargılanan avukatların üstlendikleri davalardan yola çıkarak DHKP-C örgütünün avukatları olduğu iddia ediliyordu. Ama yargılanan ÇHD’li avukatlar;  iddianamede yer almasa da aynı zamanda Soma’daki maden faciasında da, Ermenek’teki maden faciasında da, Çorlu’daki tren faciasında da, Ankara Gar Katliamı’nda da, hasta tutsak Güler Zere’nin mücadelesinde de, Festus Okey’in, Engin Çeber’in işkenceyle katledilmesinde de ve benim burada sayamayacağım diğer toplumsal olaylarda avukatlardı. Çünkü Çağdaş Hukukçular Derneği şunu söyler; “1974’ten beri susmadık, susmayacağız.” Yani iddianame açıkça diyor ki; delile ihtiyacım yok, burada asıl yargıladığım avukatlık mesleği, asıl yargıladığım siyasi iktidarın hoşuna gitmeyen bir avukatlık pratiği. Cezalandırılanlar; facialara, katliamlara, işkenceye, faili meçhullere, polis şiddetine, işkenceye, sömürü düzenine karşı duran, düzenin tekerine çomak sokanlardır. Kimin kime avukatlık yaptığı ya da kimlerin avukatlığının yapılıp yapılamayacağı madem mercek altında ve bir tartışma konusu; bundan sonra her savunmada gözüm kulağım var.

Nitekim ÇHD Genel Başkanı Av. Selçuk Kozağaçlı esas hakkındaki savunmasında şunları söyledi;

Sağ olduğum sürece, önünüzdeki dosyanın bize ve mesleğimize verdiği zarara ortak olmuş bu insanların mesleki akıbetini takip edeceğim, her suça bulaştıklarında yanlarına bir tik daha atacağım ama bu kadarla bırakırsam hobiden ibaret olur. Mesleki yaşamları boyunca, hak etmedikleri kariyerlere talip yahut sahip olduklarında itiraz edeceğim; emekli olduklarında avukatlık yapmaya kalkarlarsa, yirmi beş avukata on yıl boyunca bu muameleyi reva görmüş hiç kimsenin güzelim mesleğimize sızmaması için mücadele edeceğim. Kısacası, korkarım bir “takipçi” sahibi oldunuz. Yaşamımız -en azından benim ve benim yetiştirdiğim avukatların yaşamı- boyunca, sizi izleyip performansınızı takdir edecek ve hikâyenizi tarihe taşıyacak dikkatli izleyiciler kazandınız da denebilir. Velhasıl, “helalleşmeyeceğiz.

 Takipçilerden biri de benim,  helalleşmeyi zaten bir dakika olsun bile aklımdan geçirmedim.

İkinci konu ise; yargılanan tüm avukatlarla ilgili “basın açıklamasına katılmak” bir suç olarak nitelendirildi. Avukatlar basın açıklaması gibi bir demokratik kitle eylemi nedeni ile cezaya mahkum edildi. Yargılanan avukatlar olsa da cezalandırılan toplumun haksızlığa, yolsuzluğa, baskıya, yağmaya  karşı direnme hakkı, örgütlenme hakkı, protesto hakkıdır.

İddianame savcısı örgüt üyesi olmaktan mahkum olmuş olsa da; yani iddianame şu savcının, mütalaa bu savcının, karar da o heyetin olsun; yargılama, düzenin yargılaması, hüküm, düzenin hükmüdür. Çünkü bu düzen; katliamların ve faciaların, korkunun ve baskının düzeni, Bartın’daki maden faciası da bunun son tescilidir.  Bu davada asıl cezalandırılan ezilenlerin hukukudur.

TEK TALEP: ADİL YARGILANMA

 Öyle bir yargılama ki; avukatlar adil yargılanma talebi ile açlık grevi başlattı ama görmezden gelindi. Yani siyasi iktidarın “adil bir yargılama” iddiası yoktu sadece yargılama hatta aslında sadece ve bir an önce mahkum etme amacı vardı. Açlık grevi yapan avukatlardan Av. Ebru Timtik 27 Ağustos 2020’de hayatını kaybetti. Çünkü siyasi iktidarca ölüme terk edildi.

Av. Ebru Timtik 2013 yılının Aralık ayında Silivri’de başlayan yargılamadaki savunmasının bir bölümünde şunları söylemişti;

“(…) sizler bir siyaset mahkemesinin hakimlerisiniz, verdiğiniz karar siyasi olduğu gibi önünüze gelen iş de siyasidir ve vereceğiniz karar mutlak siyasi bir sonuç doğuracaktır. Bu açıdan elbette sizler de sıfatınızın bilincinde ve farkında olmalısınız. Siyaset mahkemesi hakimlerisiniz, o iddianameyi kabul ettiniz. Mahsur görüyorduysanız, o iddianameyi kabul etmeyecektiniz. Çünkü iddianame gerçekten siyasi bir belge, ideolojik bir saldırı aracı (…)”

 “(…)Hiç kapalı bir şey söylemedik ki, hiç yoruma ihtiyaç duyacak bir iş yapmadık ki, öylesine apaçık öylesine net kendimizi ortaya koyduk ki, düşüncelerimizi ortaya koyduk ki, yorum yapmasına gerek yok polisin, savcının (…)”

Bir avukatın avukatlık pratiğini yargılamaya karar verdiyseniz kararınızın tamamen politik bir sebep sonuç ilişkisine dayandığını da kabul etmeniz gerekir.

Bugün ne yazık ki Av. Ebru Timtik aramızda değil. Ebru Timtik’in ölüme terk edilmesine ses çıkarmayan, bundan hiç rahatsızlık duymayan, önemsemeyen, umursamayan hiçbir avukatla meslektaş olduğumuzu düşünmüyorum. Bu, benim açımdan mümkün değil. Çünkü şu gerçeği hepimiz kabul edene kadar yolun sonunda ışık yok; yürüdüğünüz yoldan, giydiklerinize, yediklerinize, içtiklerinize, adalete hangi şartlar altında, hangi yollarla eriştiğinize kadar her şey politiktir.

BİZE KALAN

Bugün yargılayanlar sanmasınlar ki yarın bir gün yargılanmayacaklar. İddianame savcısının başına gelenler ortada. Ama yine sanmasınlar ki; bugün failleri yarının da mağdurları olacak.  Toplumsal belleğimiz hiçbir zulmü unutmayacak. Bize kalan unutmamak, unutturmamak. Çünkü haklı olan biziz, adalet gelene kadar mücadeleye devam edeceğiz. Siyasi davalar sonrası açıklanan her hükümde aklıma Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Savcıya” şiiri gelir. Son sözü bu şiir benden daha güzel söyleyecektir;

Savcı, nedir düşündün mü,

Dağları sorguçlu kılan?

Onlar susmaz, gece gündüz, onlar haykırır yüceden.

Gelmiş dağlardan yalnayak, durmuş kapına bir ıssız,

Seni bile içli kılan.

Savcı, nedir düşündün mü,

Bıçakları uçlu kılan?

Bir eski hak alınmamış, bir dere kan sorulmamış,

Şunun bunun alın teri,

Alınları taçlı kılan.

Savcı, nedir düşündün mü?

Yazıları suçlu kılan?

Usla, yürekle büyümüş, gündüzler geceye karşı,

Ama nedir çağlar üzre,

Beni senden güçlü kılan.