Millet İttifakı: Ortanın sağı ya da sağa karşı sağ!

Başkanlığa hayır ama özelleştirmeye evet, başkanlığa hayır tarikatlara evet, başkanlığa hayır NATO’ya evet, başkanlığa hayır emperyalizme evet, başkanlığa hayır sermayeye evet, başkanlığa hayır … Bugün başkanlığa karşıtlık üzerinden, “sağa karşı sağ” alternatifi toplumun önüne kurtarıcı olarak çıkarılmaya çalışılmaktadır! İşte tehlike budur.

“Başkanlık rejiminden kurtulmak, ülkenin en önemli, en acil, en hayati, en büyük, en zaruri…” diye başlıyor cümle. Sonrasında ise “hele Erdoğan bir gitsin” sonrasına bakarız diye devam ediyor.

Bu yaklaşımın mantıksal sonucu doğaldır ki Millet İttifakı’na destekle bitiyor. Ortalama yaklaşım bu. Ancak daha yakından baktığımızda, meseleyi bu vasatlıkta ele almanın ciddi handikapları var.

Bu yaklaşıma sahip sol kılıflı liberal siyasetin, geçmişte olduğu gibi, yine medyanın köşe başlarını tutmalarından dolayı, toplumu yönlendirmede dominant olduklarını söylemekte beis yok. “Bin umut adayları”, “yetmez ama evet”, “tatava yapma bas geç” şeklinde hafızalarda kalan liberal siyaset bir kez daha karşımızda. Desteklenen dün AKP idi bugün Millet İttifakı!

Ama bu kadar… Başkanlık rejiminin gelişiyle birlikte, Meclis’in önemsizleşmesine karşı solun neyi savunduğu açık. Başkanlık rejimine kökten karşıyız. Ancak “dine karşı din” gibi “sağa karşı sağ” bir siyasetle başkanlık rejimine karşı olmak başka bir şey, başkanlık rejimiyle sonuçlanan ülkenin karşı-devrim sürecine karşı bir duruş bambaşka bir şey.

Sol, sermaye sınıfının ve sermaye devletinin sınıf iktidarlarını ve çıkarlarını korumak için, liberal demokrasiden faşizme kadar bir skalada, “idare biçimlerinin” ne anlama geldiğini iyi bilir. Sermaye birikim süreçlerine, sınıf mücadelesine, devletin sınıfsal karakterine ve düzenin bekasına bağımlı bir değişkeni tartıştığımız asla unutulmamalıdır. Buradaki bir başka tartışma konusu ise “hele bir değişsin, solun önü zaten açılacaktır” yaklaşımıdır. Düzenin tahkimatı, yerleşmesi, buharının alınması, yenilenmesi, restorasyonu gibi onlarca politik olasılık göz ardı edilerek, nesnelliğe kendiliğinden bir anlam yükleminin ciddi sıkıntıları bulunuyor. Hem tarihsel olarak hem teorik olarak. Gezi sürecini 1848 devrimlerine benzetip, Gezi’den sonra AKP istibdat rejimini açıklayamayan teorik yaklaşım, vereceğimiz ilk örnek olmalı… Siyasette 10 yıllık dilimler, teorinin gerçekleşmesi açısından küçük zaman aralıkları değildir!

Düzen siyaseti açısından bakıldığında durum özetle şudur: Sermaye sınıfını, uluslararası kapitalist sistemle bütünleşmiş Türkiye kapitalizmini, sermaye devletini, bugün başkanlık rejiminin taşıyamadığına dair doğrudan düzen güçleri içinden ciddi eleştiriler gelmektedir. Devletin ve düzenin bekası açısından, örneğin Cumhurbaşkanlığı’nın tarafsızlığı denilen şey özü itibariyle budur. Peki önerilen nedir? AKP’nin temel tezi, geçmiş parlamenter rejimde başbakanın hareket alanının çok sınırlı olmasıydı ki buna vesayet adını veriyorlardı. Karşı tez ise, bunun devlet mekanizmasına zarar verdiği, hakem konumunun korunması gerektiği, ama başbakanlığın da güçlendirilmesiydi. Yani başkana verilen yetkileri başbakana vermek!

Aslında bugün Millet İttifakı tarafından önerilen “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”, başkanlık modelinin ayakları üzerine oturtulmasıdır! Başka kavramla ifade edecek olursak, AKP eliyle kurulan, İkinci Cumhuriyet rejiminin restorasyonudur. Güçlü başkana karşı güçlü başbakan, devletin uyumu için Cumhurbaşkanlığı modeli. Son kertede tartışılan olgu, sermaye düzeninin, kapitalist devletin sürdürülebilirliği ve yenilenebilirliğidir.

Cumhur İttifakı, kurulan başkanlık rejimini gözden geçirmeye hazır. Revizyon diye tanımlamak yanlış olmaz. Millet İttifakı ise düzenin restorasyonundan yanadır. Millet İttifakı’nın yakın zamanda açıkladığı programa yönelik temel eleştirilerinden birisi olarak kodlanan “kaçıncı Cumhuriyet” kavramı yerinde bir kavram olarak görülmeli… Bize göre liberalizmin teorisini yazdığı, gericilerin hayata geçirdiği, sermayenin ve emperyalizminin çıkarlarını temsil eden İkinci Cumhuriyet rejimi, bizzat Millet İttifakı tarafından ayakları üzerine oturtulmaya çalışılmaktadır.

Çünkü, AKP’ye, kurduğu rejime karşı mücadeleyi sıkıştırdıkları alan “güçlendirilmiş parlamenter rejimden” ibaret. Ülkenin temel siyasi ve ekonomik sorunlarının kaynağını başkanlık modelinde arayan bir kandırmaca bu. Daha doğrusu Davutoğlu, Babacan, Karamollaoğlu isimlerinde cisimleşen bir tuzak! Çünkü AKP, zaman ve mekân dışı, ucube bir parti değildir. AKP’yi anomali göstermek, Babacan’ı, Davutoğlu’nu ve Karamollaoğlu’nu normalleştirmek anlamına gelir. CHP, tam da bunu yapmaktadır!

AKP, Saadet Partisi’nin içinden çıkmıştır. AKP’nin içinden ise Deva ve Gelecek Partileri çıkmıştır. AKP’nin ortağı ve dayanağı MHP’nin içinden ise İyi Parti kopmuştur. Demokrat Parti’nin eski başkanları ise AKP’nin en büyük destekçileri bugün. Tansu Çiller ve Mehmet Ağar, AKP’ye payanda olurken, Meral Akşener Çiller’in bakanı, Ağar’ın ise halefi idi. Bugün basında Çiller’i eleştirenlerin, Akşener’e dokunmaması ise garabet değil mi? Ya Akşener değişti ya da solun kafası!

Millet İttifakı ile Cumhur İttifakı, sağın sıvı ve katı halleri olarak karşımızdadır bugün. “Hasip ile Nasip” gibi.

Gaz hali ise liberaller oluyor. Çünkü her yere sızıyorlar!

İnönü, kendisini ortanın solu diye tanımlamıştı. Kılıçdaroğlu ise CHP’yi bugün ortanın sağı haline getirmiştir! Bugün Millet İttifakı’nın temsil ettiği çizgi, sol değil tersinden sağa açılım ve sağı kapsamak adına ortanın sağından ibarettir. Kılıçdaroğlu’nun sözleri ile söylersek Millet İttifakı, Akşener’in başbakanlığı projesidir!

Millet İttifakı, tahrip olmuş düzen siyasetinde tadilat aramaktadır. Devlette uyum, emperyalist merkezlerle uyum, burjuvazinin kanatları arasında uyum, kutuplaşmış toplumda uyum. Özellikle ekonomik krize dönük Millet İttifakı’nın temsil ettiği çizgi faiz-kur-enflasyon üçgenine sıkışmış bir modelde emperyalist finans merkezleriyle uyumu başa yazan bir ekonomik programı temsil etmektedir. Millet İttifakı’nın ilan ettiği tutum belgesinde laikliğin tek kelime olarak geçmemesi, AKP eliyle kurulan 2. Cumhuriyet rejiminin kabulünden başka bir şey değildir. İyi Parti’nin Amerikancı ve NATO’cu siyaseti CHP liderinin “NATO demokrasinin güvencesidir” açıklamasıyla tamamlanıyor. İstanbul Sözleşmesi’nin adı anılmazken, özelleştirilerek yağmalanan kurumların kamulaştırılması savunulmuyor. CHP liderinin, parasını verip yapılan otoyol ve köprüleri “kamulaştırma” söylemi, yabancı sermayeye güvence vermenin başka bir hali. Tıpkı, Bahçeli’nin enerji dağıtım şirketlerinin, elektrik zammı yapamaması nedeniyle “kamulaştırılması” talebi gibi. Çünkü bunlar ekonomiden, çarklar dönsün, burjuvazinin karları son bulmamasını anlarlar!

Açıklanan program ve ittifakı oluşturan bileşim, Millet İttifakı’nın politik yelpazedeki yerini belirlerken, bu durum CHP’nin sınırlarını değil tersinden tercihini göstermektedir. Helalleşme, tarikatlara dokunmama, NATO’yu demokrasinin güvencesi görme, 28 Şubat mağduriyet söylemine ortak olma, yabancı finans kurumlarıyla uyum, laikliği gündeme getirmeme şeklinde sıralanacak başlıklar, CHP’nin sağa açılımının politik başlıklarıdır. Millet İttifakı ise CHP’nin ortanın sağına yerleşmesidir!

Ülkenin temel siyasal, toplumsal ve ekonomik sorunlarına yönelik hangi program sorusu orta yerde duruyor.

Suriye sorunu ne olacak? Esad ile görüşmeye Davutoğlu mu gidecek?

Tarikat ve cemaatlerin devlet içinde etkisini bitirme görev Karamolloğlu’na mı verilecek? Ya da İstanbul Sözleşmesi’ni yeniden yürürlüğe girmesini Karamollaoğlu mu sağlayacak?

NATO’nun ileri karakolu olan ülkemizde 15 Temmuz’un arkasındaki güç olan NATO’yla hesaplaşmayı sabah akşam NATO’yu öven Akşener mi yapacak?

Evet başkanlık rejimine karşıyız. Çünkü başkanlık rejimiyle sonuçlanan 20 yıllık AKP iktidarı, ülkemizi ABD ve İsrail’in çıkarları için Suriye’de savaşa sokmuş, cihatçı çetelerin hamiliğini yapmış, devleti, yargıyı, eğitimi, sağılığı tarikatlara teslim etmiş, ülkenin ekonomik değerlerini emperyalist tekellere satmış, sıcak paraya bağımlı, dış borca dayalı, inşaat odaklı ekonomi siyasetiyle ekonomiyi krize sokmuş, bütün iktisadi kamu işletmelerini özelleştirerek sermayeye peşkeş çekmiş, bütün ekonomik kararları emeğin karşısında sermayenin önünü açmak amacıyla almış, anayasayı rafa kaldırmış yeni bir rejimi inşa etmiştir!

20 yıllık gerici dönüşümü ve bu dönüşümün sonucu olarak kurulan rejimi kökten ve toptan karşıya almadan neyin mücadelesi yürütülebilir?

Başkanlığa hayır ama özelleştirmeye evet, başkanlığa hayır tarikatlara evet, başkanlığa hayır NATO’ya evet, başkanlığa hayır emperyalizme evet, başkanlığa hayır sermayeye evet, başkanlığa hayır … Bugün başkanlığa karşıtlık üzerinden, “sağa karşı sağ” alternatifi toplumun önüne kurtarıcı olarak çıkarılmaya çalışılmaktadır! İşte tehlike budur.

Bugün AKP’ye karşıysanız, gericiliğe karşı laiklik, özelleştirmeye ve krize karşı devletçi ve planlı ekonomi, hem ekonomik hem de siyasi bağımsızlık için emperyalizme karşı bağımsızlık demek zorundasınız!

Bugün açık ve somut olan gerçek, Millet İttifakı’nın, Cumhur İttifakı’yla temelde bir karşıtlık değil, paralellik içinde olduğudur!

Biz düzene de bu rejimi de karşıyız. Yeni bir Cumhuriyet diyoruz!