Miçotakis’in ateşle sirtakisi

Miçotakis liderliğindeki Néa Dimokratía (Yeni Demokrasi) hükümeti ABD emperyalizmin Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı yeni bir kuşatma ve saldırganlık dalgasından başka bir şey olmayan “NATO 2030” Stratejisi doğrultusunda Yunanistan’ı büyük bir gayretkeşlikle militarizme ve geçmişte ülkenin çok çektiği maceracı dış politikalara doğru sürüklemektedir.

Miçotakis’in ateşle sirtakisi

Demir Silahtar

Geçtiğimiz yıl ABD ile 1990 yılında imzaladığı askeri iş birliği anlaşmasını beş yıl süreyle uzatan ve sonrasında da süresiz olarak yürürlükte kalmasına karar veren Yunanistan hükümeti, ülkedeki mevcut ABD-NATO üslerinin güçlendirilmesi, ABD’nin askeri ihtiyaçları için yeni askeri üsler, kamplar, altyapı ve sair tesisler kurulması için attığı bu adımlarla Yunanistan topraklarını ABD emperyalizminin sıkı tahkim edilmiş bir kalesi haline dönüştürüyor.

Miçotakis liderliğindeki Néa Dimokratía (Yeni Demokrasi) hükümeti ABD emperyalizmin Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı yeni bir kuşatma ve saldırganlık dalgasından başka bir şey olmayan “NATO 2030” Stratejisi doğrultusunda Yunanistan’ı büyük bir gayretkeşlikle militarizme ve geçmişte ülkenin çok çektiği maceracı dış politikalara doğru sürüklemektedir. 2021 yılı itibarı ile Yunanistan, dünyada gayri safi yurtiçi hasılasına oranla en fazla askeri harcama yapan ülke oldu. Fransa’dan 30 adet Dassault Rafale tipi savaş uçağı ve 3 adet Belharra tipi firkateyn satın alınırken ABD’den de Türkiye’ye satışı engellenen F-35 uçaklarından oluşan bir filonun satın alınarak 10 yıl içerisinde ülkenin askeri envanterine dahil edilmesi öngörülüyor.

Yakın zamana dek sarsıcı ekonomik ve siyasi krizler içerisinde zor günler geçiren, üyesi olduğu Avrupa Birliği içerisinde de ciddi karın ağrılarına yol açan müflis evlat Yunanistan’ın, tabiri caizse böyle birden bire coşmasının, Türkiye’ye 40 kilometreden daha yakın bir mesafede bulunan Dedeağaç (Aleksandrupoli) Üssü ve Girit Adası’ndaki Suda Üssü başta olmak üzere ülkedeki ABD askeri üslerinin sayısını 9’a çıkarmasının başlıca sebebi, iktidardaki Yeni Demokrasi Partisi’nin sözcülerine inanacak olursanız: “Ülkenin ve sınırlarının güvenliğinin Türk saldırganlığına karşı korunması”.

Türkiye ile Yunanistan arasında öteden beri Ege’deki adalar ve kıta sahanlığı, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarına hakimiyet başlıklarında, tarihsel kökeni gericilerin sözde “Ulu Hakan”ı II. Abdülhamid’in Kıbrıs’ı İngiltere’ye “emanet” (!) etmesine kadar uzanan ve Osmanlı’nın esas olarak Ege adalarından oluşan Cezâyir-i Bahr-i Sefîd vilayetinin Balkan Savaşı bozgunu sonrasındaki akıbeti ile daha da karmaşık hale gelen bir dizi sorun bulunduğu, bunun yakın geçmişte bir çok defa askeri çatışma da dahil siyasi ve diplomatik gerilimlere sebep olduğu malum.

Ülkemizde bir kısım aklı evvel solcunun büyük umutlar bağladığı Çipras liderliğindeki Syriza iktidarının ABD emperyalizmi ile başlattığı Stratejik Diyaloğu devam ettiren Miçotakis hükümeti, ABD ile Tayyip Erdoğan arasındaki anlaşmazlıkları ve Biden’ın filhelenizmini fırsata çevirerek Yunan sermayesini Türk rakibi ile rekabette öne geçirmeye, Ege ve Doğu Akdeniz’in stratejik ve doğal zenginliklerinin paylaşımında Yunan kapitalizminin hegemonyasını kurmaya çabalıyor. Öte yandan Yunan hükümetinin, hızlı silahlanmanın ve ABD’nin ülkedeki tahkimatının esas olarak Türkiye’ye karşı alınan birer savunma önlemi olduğu biçimindeki söylemi, ülkemizdeki yakın seçim gündeminden kaynaklanan konjonktürel ihtiyaçlar nedeniyle AKP’nin propaganda aygıtlarının da fazlasıyla işine geliyor, ülkemizdeki ekonomik çöküşün baş sorumlusu Tayyip Erdoğan hükümetinin yedi düvelin küffarıyla tek başına mücadele eden Battal Gazi biçiminde resmedilmesine dolgu malzemesi işlevi görüyor.

Oysa Yunanistan hükümetinin hayalleri, ABD emperyalizmi tarafından Yunanistan’a şifahen ya da kâğıt üzerinde vaat edilenler ve AKP propagandasının köpürttüğü Türk-Yunan gerilimi bir tarafa, ABD’nin Yunanistan’daki askeri tahkimatının esas hedefinin Türkiye değil, Madrid’de düzenlenen NATO Liderler Zirvesi’nin sonuç bildirgesinde “ittifaka en önemli ve doğrudan tehdit” olarak tanımlanan Rusya ile “hırsları ve zorlayıcı politikaları NATO’nun çıkarlarına, güvenliğine ve değerlerine meydan okuduğu” belirtilen Çin Halk Cumhuriyeti’nin Kuşak ve Yol Projesiyle hayata geçirmeye çalıştığı açılımlar olduğu ortadadır.

ABD EMPERYALİZMİ YUNANİSTAN’DA NİYE ÜSLENİYOR?

ABD emperyalizminin ve NATO’nun öncelikli stratejik hedefinin Rusya’nın Baltık, Adriyatik, Akdeniz ve Karadeniz’den tecrit edilmesi, Rusya tarafından neredeyse bir iç deniz telakki edilen Kuzey Buz Denizi’ndeki askeri dengeyi değiştirmek için İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya dahil edilmeleri, Baltık denizine St. Petersburg ve Kaliningrad (İkinci Paylaşım Savaşı sonunda Potsdam anlaşmasıyla SSCB’ye bırakılan, Rusya ile kara bağlantısı olmayan, Litvanya ile Polonya arasındaki Königsberg) haricinde bir çıkış kanalının Rusya’ya bırakılmaması olduğu ayan beyan görülmektedir.

Bu bakımdan, her ne kadar Türk ve Yunan sermayeleri arasındaki bölgesel gerilimler üzerinden rant devşirmek, her iki tarafa da silah satışından büyük kârlar elde etmek ve ağabey rolünü oynayarak çeşitli tavizler koparmak emperyalizmin kuşkusuz her zaman işine gelse de, özellikle Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı özel askerî harekât karşısında NATO’nun konsolidasyonu ve genişlemesinin güvence altına alınması gereği NATO’nun güneydoğu kanadındaki uyumun korunmasını da emperyalizm bakımından önemli hale getirmektedir. Nitekim Rusya’nın Karadeniz’den tecrit edilmesi girişimi Ukrayna harekâtı ile Kırım’dan sonra Azak Denizi ve Karadeniz’deki Odessa limanının da NATO yanlılarının kontrolünden çıkmasıyla şimdilik hezimete uğratılmış görünmektedir. Rusya cephesindeki vaziyet bu haldeyken Çin Halk Cumhuriyeti ile de Tayvan meselesi üzerinden bir askeri gerilim tırmandırılmakta, Çin Halk Cumhuriyeti’nin etrafı da ABD ve NATO askeri üsleriyle çevrilmektedir. Dolayısıyla böyle bir ortamda iki NATO üyesi Türkiye ve Yunanistan arasındaki anlaşmazlıkların silahlı çatışmaya vardırılmasının emperyalizmin konjonktürel çıkarları bakımından arzulanır bir netice olmadığı söylenebilir.

Öte yandan kardeş Yunan Komünist Partisi’nin de ifade ettiği gibi: “Yunan hükümetleri, kendi çıkarları uğruna, emperyalist planlarda ve rekabette uşak rolü üstlenmekte ve Yunan halkını büyük risklere maruz bırakmaktadır.” Miçotakis hükümetinin maceracı söylemleri ve adımları, Türkiye’nin Lozan ve sair uluslararası antlaşmalar gereği askerden arındırılmış statüde bulundurulmaları gereken Ege Adalarının silahlandırılması karşısında 1964-1965’te verdiği notalardan sonra ilk kez “uluslararası anlaşmalara uygun davranılmaması durumunda Yunanistan’ın adalardaki egemenlik haklarının sorgulanmaya başlanacağı” konusundaki açık diplomatik ve askeri uyarılarının yanı sıra, sallanmakta olan koltuğunu korumanın tek yolunu bu tür dış politika gerilimleri üzerinden köpürtülecek milliyetçi propagandada gören Tayyip Erdoğan hükümetinin fütühatçı ve irredantist söylemlerinin katlanmasına da yol açıyor.

Bu söylemlerin nereye kadar ileri vardırılacağı ve savaş uçaklarının Ege kıta sahanlığındaki geleneksel it dalaşı gösterilerinin ötesine geçip geçmişteki Kardak kayalıkları krizindekine benzer bir atraksiyon yaratılıp yaratılmayacağı tamamen AKP iktidarının yüksek enflasyon altında ezilmekte olan emekçi halkın artan memnuniyetsizliği karşısında iç siyasetteki çaresizliğine pamuk ipliğiyle bağlanmış durumdadır. Zira böyle bir ortamda, Erdoğan ve AKP’nin kendi koltukları ve çıkarları uğruna gerekirse ülkemizi ateşe atacak, kardeş Türk ve Yunan halklarını birbiriyle karşı karşıya getirecek adımları atmaktan bir an bile geri durmayacakları tecrübeyle sabittir.