Menderes, Özal ve Erdoğan

Ülkemiz bugün emperyalizme bağımlı ise, ülkenin madenleri, limanları, ormanları, fabrikaları, işletmeleri, bankaları emperyalist tekellerin kontrolüne geçmişse, bu üç ismin sorumluluğu ve günahı büyüktür! Tarihe milletin değil, doğrudan sermayenin ve emperyalizminin adamları olarak yazılmak durumundadırlar.

Bu üç ismin yan yana resmedilmesi ve birlikte zikredilmesi, bazı kesimler için gurur verici sayılıyor. “Milletin adamları” deniyor onlara. Ülke tarihinin üç önemli siyasi figürünün ya da bize göre burjuva siyasetin üç temsilcisinin birlikte anılması hem bir devamlılık hem de bugün Erdoğan’a kendilerince meşruiyet atfı anlamına geliyor.

Milletin adamları deniyor ama devletin adamları denmiyor. Jakoben, Kemalist, tepeden inmeci bir devletin ve bunun vesayetçi rejimine karşı “milletin temsilcileri” olarak 3 isim öne çıkartılarak, bu 3 ismin temsil ettiği politik çizginin üzeri büyük bir ustalıkla örtülüyor. Ancak bugünkü devlet bir sermaye devletidir ve bu 3 ismin aynı zamanda doğrudan düpedüz devletin adamları olduğunu da büyük harflerle yazmak gerekir.

Türkiye sağının, bu 3 ismi fetişleştirmesi aynı zamanda tarihi gerçeklerin üzerinin de örtülmesinin en büyük aracı haline geliyor. Çünkü tarihi gerçekler başka şey söylüyor.

Üç isim arasında somut ve açık bir süreklilik var. 3 ismin yan yana konulması tesadüf değil. 3 ismin iktidar olduğu dönemler, ülkenin emperyalizme teslimiyetinin katmerleştiği ve sermayenin daha fazla semirdiği dönemler olmuştur. Sermaye sınıfı, kendisini büyütenleri yere göğe sığdıramazken, yapılan propaganda “milletin adamları” adıyla bir film afişine dönüşerek tam bir aldatmaca haline geliyor. Millet bir kez daha kandırılırken, sermaye “adamlarını” kahraman ilan ediyor!

Menderes, ülke ekonomisini iflas ettiren siyasetçi olarak tarihe geçmiştir. Sağın Menderes’e atfettiği “demokrasi şehidi” algısı, Menderes döneminin gerçek tarihini örtmek için bir kılıf işlevi görüyor. Genç Cumhuriyet ekonomi siyasetini, Osmanlı’nın dış borçlanmasına karşı verilen tepkiyle oluşturmaya çalışırken, Menderes, Osmanlı’nın batışına neden olan dış borçlanmayı yeniden gündeme getiren isimdir. Türkiye tarihinde IMF’den ilk kez borç alınması Menderes dönemindedir ve 1958 yılında ülkenin iflası anlamına gelen moratoryum kararının altında Menderes’in imzası vardır.

1953 yılının sonuna gelindiğinde altın ve döviz rezervleri tükenmiş, 1958 yılında ülkenin dış borç tutarı 256 milyon doları bulmuştu. Borçlar ödenemeyince 1958 yılında moratoryuma giden Türkiye, ABD’nin ve IMF’nin kapısı çalmış ve ilk stand-by anlaşmasını yapmıştır. Dış borçları ödeyemeyeceğini ilan eden Menderes, ülkenin emperyalist pazar haline getirilmesinin adımlarını atan bir isim olarak tarihe geçmiştir.

Özal, Menderes’in izinden ülke ekonomisinin emperyalizme teslimiyetinde önemli ikinci isimdir. 24 Ocak kararlarını hayata geçiren askeri darbenin siyasetçisi olarak 12 Eylül sonrası neo-liberalizmin Türkiye’yi ele geçirmesinin en önemli aktörüdür.

Bugün bir çürümeden bahsedeceksek, mafya, çete ve yağma düzeninden şikâyet ediyorsak bu yolun taşları Menderes ve Özal tarafından döşenmiştir. Ülkede yaşanan çürümeyi her fırsatta “laiklik”e bağlamaya çalışan siyasal İslamcılar, kapitalizmin sömürücü ve azgın yüzünü de örterek, İslamcılığı kapitalizmin örtüsü haline getiriyorlar. Ancak söz konusu laikliğin tasfiyesiyse , Menderes, Özal ve Erdoğan dönemi laiklikten en çok uzaklaşılan aynı zamanda “serbest piyasacılığın” tavan yaptığı dönemdir. Tesadüf değildir: İslamcılık, dincilik ya da muhafazakarlık hep kapitalizmin azgın ve yağmacı döneminin yükselişine paralel bir gelişim çizgisine sahip olmuştur. Çürümenin kaynağı da burada aranmalıdır.

Bugün Erdoğan’ı tartışıyoruz. Erdoğan’ı farklı ya da özgün kılan nedir sorusu, Menderes ve Özal’a bakınca yanıtsız kalıyor. Ülkenin derin bir ekonomik kriz içinde olduğu, ülkenin bütün değerlerinin özelleştirme adıyla yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekildiği, tıpkı Menderes ve Özal gibi emperyalizmin sıcak parasına bağımlı, dış borca dayalı ve patronların servetine servet katan bir iktisadi zihniyetin temsilcisi olarak görmek gerekiyor Erdoğan’ı.

Ülkemiz bugün emperyalizme bağımlı ise, ülkenin madenleri, limanları, ormanları, fabrikaları, işletmeleri, bankaları emperyalist tekellerin kontrolüne geçmişse, bu üç ismin sorumluluğu ve günahı büyüktür!

Tarihe milletin değil, doğrudan sermayenin ve emperyalizminin adamları olarak yazılmak durumundadırlar.

Türkiye tarihi, yeniden yazılmalı ve ayakları yere oturtulmalıdır. Yalan, demagoji ve hamaset, patronların uydurduğu tarihin özellikleridir. Bu tarihte emekçilerin payına hep yoksulluk ve işsizlik düşmüştür.

Ülkemizde yeni bir seçim dönemi geliyor. Menderes, Özal ve Erdoğan çizgisiyle hesaplaşmayan hiçbir siyasi oluşumun milleti temsil ettiği söylenemez. Cumhur İttifakı belli, ancak Millet İttifakı’nın da Menderes ve Özal çizgisini sahipleneceğini söylemek kehanet değildir. Bugün Millet İttifakı, bütün bileşenleri itibariyle merkez sağın yeniden üretildiği bir çizgiyi temsi ediyor.

Bu açıdan bugün Erdoğan ve politik çizgisine bir karşıtlık, Menderes ve Özal’ı da karşıya almak durumunda. Tersi, tutarsızlıktır.

Erdoğan’ın şahsında cisimleşen ve 20 yıllık AKP iktidarı döneminin tasviri olan bugünkü rejim, kelimenin saf ve somut haliyle mafya, çete, tarikat ve patron rejimidir.

Yolsuzluk, yağma, rant, talan, rüşvet, el koyma, dolandırıcılık bugünkü tek adam rejiminin resmidir. Yazarın dediği gibi, boylarına kadar pisliğe battıkları için başlarını dik tutuyorlar!

Bugün herkese yukarıdan bakanların yarın halkın önünden tek tek başları önlerine düşmüş şekilde geçecekleri günler yakındır.