Liberallerin laiklik alerjisi

Liberallerin laiklik alerjisi

23-12-2022 12:36

Düzen siyasetinde olası bir iktidar değişikliğinde dahi emperyalizm eliyle ve liberallerin söylemleriyle onlarca yıl içerisinde ilmek ilmek örülen bu gerici ideolojik-kültürel hegemonyanın dağılmasının, Türkiye’de amasız fakatsız, sulandırılmamış, gerçek bir laikliğin inşasının mümkün olabileceğini düşünmek büyük bir saflık olacaktır.

 Demir Silahtar

Büyük Ekim Devrimi’nin dünya emperyalist kapitalist sistemi içerisinde yarattığı büyük depremin artçı sarsıntıları içerisinde emperyalizme karşı yükselen ulusal kurtuluş savaşlarının ilk başarılı örneği olarak son derece özel bir tarihsel ve siyasal konjonktürde ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarına damga vuran aydınlanmacı ve laik karakteri, o günlerin saltanatçı, hilafetçi, gerici, feodal karşı devrimci güçlerinin bugünkü mirasçıları olan siyasal İslamcıların kin ve nefretlerinin doğal olarak odak noktası olagelmiştir.

Siyasal ajandalarında emperyalist-kapitalist sistemle ne pahasına olursa olsun bütünleşmekten başka bir ana gündem maddesi bulunmayan liberallerin de Kurtuluş Savaşı’nın ve Cumhuriyetin ilk yıllarının ilerici, bağımsızlıkçı, Sovyet dostu çağrışımlarından ve bunun Türkiye siyasi hayatının sonraki on yıllarında anti-emperyalist, devrimci, sosyalist hareketin ideolojik cephanesinde önemli bir yer tutmasından rahatsızlık duyması aynı ölçüde doğal olmuştur.

Siyasal İslamcılarla liberaller arasında kurulan ve ülkemizin son otuz yılına damgasını vuran suç ortaklığı, tam da erken Cumhuriyet’in bu ilerici, laik, bağımsızlıkçı söylemlerine karşı duyulan ortak alerjinin kesişim kümesinde boy verdi. İdeolojik soy kökeni burjuva aydınlanmacılığına dayanan liberalizmin Türkiye’deki temsilcileri, emperyalizm tarafından bu tarihsel gerici bloğun önüne serilen iktidar yolunun cezbediciliği karşısında, laikliği ve aydınlanmacılığı gemilerinin bordasından aşağıya çabucak atmakta tereddüt etmediler.

Liberalizmin özellikle soldan devşirilen isimleri, siyasal İslamcıların entelektüel ve kültürel açıklarını kapatarak, bağımsızlık ve laiklik başta olmak üzere Cumhuriyetin kuruluş paradigmalarının ve sola açılan tüm değerlerin altını boşaltarak son derece stratejik bir işlev gördüler. “Tarihimizle yüzleşme”, “resmi tarihle hesaplaşma” türünden tumturaklı sloganlar altında çirkef ve alabildiğine saldırgan bir üslupla yürüttükleri ideolojik mücadelede sermaye düzeninin kitle iletişim araçları sonuna kadar hizmetlerine koşulan bu liberaller tarafından laikliğin altı oyuldu, ilerici ve sol güçlerin toplumsal direniş refleksleri paralize edildi, bugünkü AKP diktatörlüğünün önü açıldı.

Siyasal İslamcı iktidarın laiklik karşıtı her adımını “askeri vesayetin ve despotizmin yıkılışı”, “demokratikleşme” olarak göklere çıkaran liberallere göre Türkiye’de cari olan ve de artık bir son verilmesi gereken laiklik anlayışı, Jakobenlerin ve Bolşeviklerin ceberrut “laisizm” modeline dayanıyordu. Cumhuriyet’in ilk yıllarından İkinci Dünya Savaşının sonuna kadar Türkiye, Fransız Devrimi’nde ve Sovyet Devrimi’nde görülen bu modeli izlemişti. 1950’li yıllardaki Demokrat Parti iktidarından bu yana ise dini kamusal alandan bütünüyle çıkarmayı ve onu salt özel alanla sınırlamayı hedefleyen, bu amaçla dini faaliyetleri ve din adamlarını sıkı devlet kontrolü altında tutan “dışlayıcı laiklik” anlayışı hâkim olmuştu. Oysa Türkiye bu radikal cumhuriyetçilikten uzaklaşmalı, tıpkı Anglosakson kültürünü ve Protestan sekülerleşmesini yaşatan ABD ve İngiltere’de olduğu gibi evrimci, liberal, reformist ve bireyci bir “pasif laiklik” anlayışını benimsemeli, dini faaliyetlere geniş serbesti tanımalı, dini simge ve uygulamaların kamusal alanda kullanılmasına izin vermeliydi. Buna janjanlı bir de isim taktılar: “özgürlükçü laiklik”.

Liberallere göre AKP gericiliğine karşı gelişen toplumsal tepkiler, özünde bir avuç seçkinin iktidarını, askeri vesayeti, militarizmi ayakta tutmaya çalışan “laikçilerin”, “beyaz Türklerin” nafile kürek çekmesinden ibaret idi. Toplumu bir örümcek ağı gibi sarmalayan, ordudan, yargıya, siyasetten kamu kurum ve kuruluşlarının kılcal damarlarına kadar nüfuz eden tarikatlar bunların gözünde birer sivil toplum örgütlenmesiydi. AKP’nin o zamanki en yakın yol arkadaşı FETÖ’nün Abant toplantılarının müdavimleri, FETÖ’cü ve yandaş medya kuruluşlarının gediklileri, sözde akil heyetlerinin kanaat önderleri olarak bulundukları her ortamda laikliği, bağımsızlıkçılığı, antiemperyalizmi, kamuculuğu, tüm ilerici-sol değerleri ve bu değerleri taşıyan tarihsel kişilikleri itibarsızlaştırmak için AKP’nin ve FETÖ başta olmak üzere tarikatların tüm imkânlarını sonuna kadar kullandılar.

Liberaller tarafından ortaya atılan bu sözde “özgürlükçü laiklik” söylemine siyasal İslamcılar dört elle sarılarak kendilerine toplumsal ve hukuki bir dayanak haline getirdiler. AKP tarafından dizayn edilen Anayasa Mahkemesi yeni içtihatlarını buna göre oluşturdu, dini toplumsal ve kamusal alana kesinlikle yansımaması gereken bir olgu olarak gören “katı laiklik” anlayışı artık terk edilmeli, yerine daha esnek, dini sadece bireyin iç dünyasına hapsetmeyen, onu bireysel ve kolektif kimliğin önemli bir unsuru olarak gören ve toplumsal görünürlüğüne imkân tanıyan bir “özgürlükçü laiklik” anlayışı geçirilmeliydi.

Liberallerin ürettiği bu söylemi bayrak edinen AKP iktidarı eliyle Cumhuriyetin neredeyse bütün kazanımları adım adım tasfiye edildi, eğitim sistemi imam hatipleştirildi, emekçi çocukları ve gençler gerici dernek ve vakıfların insafına terk edildi, siyaset dini referanslara indirgendi, Sünni İslam’a dayalı gerici bir ideolojik-kültürel hegemonya inşa edildi.

Bugün gelinen noktada Tayyip Erdoğan hükümetinin ülkeyi içine sürüklediği ekonomik ve siyasi iflas derinleşmekte ve yirmi yılı aşkın AKP sultasının sona ermesi bir ihtimal olarak giderek güç kazanmaktadır. Ancak düzen siyasetinde olası bir iktidar değişikliğinde dahi emperyalizm eliyle ve liberallerin söylemleriyle onlarca yıl içerisinde ilmek ilmek örülen bu gerici ideolojik-kültürel hegemonyanın dağılmasının, Türkiye’de amasız fakatsız, sulandırılmamış, gerçek bir laikliğin inşasının mümkün olabileceğini düşünmek büyük bir saflık olacaktır.

Kurumsal ve örgütlü dini düzenleyip denetleyecek, cemaat ve tarikat örgütlenmelerini dağıtarak dinci gericiliğin toplumsal yaşama egemen olma çabalarını engelleyecek, insanların inanç özgürlüğünün yanı sıra inanmama özgürlüğünü de güvence altına alacak, gökten indiği sanılan bilim ve akıl dışı bir takım inanış ve hurafelerin eğitim öğretim kurumları başta olmak üzere kamusal alandan temizlenmesini sağlayacak, özcesi gerçek bir laikliği inşa etmek için “özgürlükçü laiklik” türünden safsatalara karşı ideolojik mücadeleyi yükseltmek ve laikliği Sosyalist Türkiye mücadelesinin stratejik bir cephesi olarak ele almak zorunludur.