Korkunun özneleri değişirken

Gülşen’in tutuklanması gibi örneklerin yaşanıyor olmasının nedeni, AKP’nin yandaş olmayan zayıf noktalara korku şırıngası basması ve zor da olsa sürpriz biat örnekleri çıkarması ihtiyacından kaynaklanmıyor. Evet AKP bugün daha da fazla kırıntıya muhtaç bir iktidardır ama önceliği daha çok “bir olup 21 oldukları" zemini sağlama alma, oradaki tek kırıntıyı dahi kaybetmeme kaygısıdır.

Sanatçı Gülşen’in ifadeleri nedeniyle tutuklanmış olması elbette ki yargısal sorunlara hapsedilerek açıklanamaz.

İşin o kısmını çoktan geçtik. AKP bir hukuk yarattı. Üzerine kendi yargısını şekillendirdi ve birkaç AYM ve Danıştay kararı haricinde canını sıkan bir durumla hiç karşılaşmadı.

Böyle bir tutuklamayı yargısal bir sorun olarak görmek ve “Böyle orantısız karar mı olur” demek ortada bir suçun olduğunu kabul etmek anlamına peşinen gelir, niyet ne olursa olsun. AKP belki zamanla “alıştırdığı” cezanın tanımından daha çok suçun tanımını kendi istediği çizgiye çekmiş oldu. Bu anlamıyla 90’lı yılların gündemi olan “düşünceyi açıklama özgürlüğü”, “fikir ve ifade özgürlüğü” konusunda oldukça gerilere çok ama çok hızlı gidildi.

AKP’nin bu başarısının korku iklimine katkısı ise neyse ki umduğu gibi olmadı. Asrın davaları ile başlayan her bir sürecin, kimseyi düşüncesinden ya da iradesinden “Silivri’nin soğukluğuna” rağmen geri adım attırmadığı örnekleri ile mevcut.

Buna rağmen, son olarak Gülşen’in tutuklanması gibi örneklerin yaşanıyor olmasının nedeni, AKP’nin yandaş olmayan zayıf noktalara korku şırıngası basması ve zor da olsa sürpriz biat örnekleri çıkarması ihtiyacından kaynaklanmıyor. Evet AKP bugün daha da fazla kırıntıya muhtaç bir iktidardır ama önceliği daha çok “bir olup 21 oldukları” zemini sağlama alma, oradaki tek kırıntıyı dahi kaybetmeme kaygısıdır. Başka bir ifade ile düşmana korku salamayan AKP, dosta güven sağlamak için karakterinde ne yazıyorsa bunu daha fazla göstermenin önemli olduğu bir dönemden geçmektedir.

İstanbul Sözleşmesi’nden bu nedenle çıkılmıştır. Ayasofya bu nedenle açılmıştır, Gezi Davası kararı budur, festivaller bu nedenle iptal edilmektedir, bazı borçların ödenmesi bu nedenledir ve son olarak Gülşen’in tutuklanması bu nedenledir.

Korkunun özneleri değişmektedir.

Yalnız bu özne yukarıda değindiğimiz gibi ne AKP ne de halktır.

Seçim sürecine girdiğimiz bu dönemde korkunun öznesi bugün iktidara alternatif olduğunu söyleyen altılı masanın sözcüleridir.

Enes Kara intihara sürüklendiğinde, tarikat ve cemaatlere ses çıkarmayanların korkusu AKP’nin yukarıda değindiğimiz sağlama almaya çalıştığı alan ile yakalanacak bir bağ varsa onun kopmaması korkusudur.

İronik değil mi?

Bugün AKP, üzerinden yükseldiği oy bölmelerini sağlama almak için rüştünü ispat etmek isterken, aynı çevreler ile bağ yakalamak için ana muhalefet partisi ve masa ortakları da oy devşirme ihtimali azalmasın “kokusu” ile hareket ediyor. Laiklik söz edilmiyor, tarikat ve cemaatlere değinilmiyor, son olarak Gülşen’in ifadelerinden bile “rol kapma “ yarışına giriliyor.

Bunun böyle de rahat hayata geçmesi elbette ki, AKP karşısında olanların oylarının “çantada keklik” olarak görülmesinden. Üstelik siyaset matematiği, toplum mühendisliği, stratejik oy kullanma ve AKP’ye yüzünü dönmüş olanları ürkütmeme sözleri ile halkın büyük bir kısmı, aynı korkunun parçası olmaya zorlanıyor.

Evet AKP, kendi zeminine bir güç gösteriyor, ama bu gücü de en çok AKP’nin gücünü gösterdiği zeminden kopmak istemeyen bir diğer sağ ortalamadan alıyor.

O halde sona gelirken belirtelim.

Halkta yaratılmak istenen bir korku var evet ama bu AKP’nin hukuk sopası değil, altılı masanın “herkesi kapsayalım” diyerek yarattığı sağ siyasetin kabul edilmemesi halinde AKP’nin kaybetmeyeceği iddiası ile yaratılan korku…

AKP’nin korku duvarlarını yıkan halkın, bu duvarı da yıkması mümkün.

Laiklik, eşitlik, bağımsızlık ve özgürlük mücadelesini korku kılıfına gizlenenlere karşıda vermek yeterli…