Kent üniversite etkileşimi

Evet, eskiden üniversiteler kenti ileri taşırdı; sonra üniversiteler kentten etkilenmeye başladı, örneğin ODTÜ ile aynı tarihte kurulan Erzurum Atatürk Üniversitesi gibi. Şimdilerde ise üniversiteler yine kenti etkiliyor ama onu ileri değil, geriye götürecek şekilde.

Genel bir toplumsal gericileşme yaşadığımızdan kuşku yok. Burada sadece devletin uygulamalarından söz etmiyorum, yaşamın her anına dini referansların girdiğini görüyoruz. Günlük söylemde ‘hayırlı cumalar’, cuma namaz saatlerinde dükkanların kapanması, ramazanda lokantaların gündüz çalışmaması vs. her geçen gün artıyor ve işin garip tarafı, bunları olağan karşılayanların sayısı da çoğalma eğiliminde. İran’da kadınlar örtünmeye karşı ayaktayken, Türkiye’de örtünmenin hangi düzeyde güvence altına alınacağı tartışma konusu. İlerici televizyon kanallarının, ilerici tartışmacıları bile bunda laikliğe aykırı bir durum görmüyor.

Gericilikle mücadele denilince akla genellikle eğitim gelir. Eğer bu mücadele görece küçük bir kentte yapılacaksa oradaki bir üniversitenin önemli işlevi olabileceği düşünülür. Öyle ya, başlangıçta kiliseye bağlı kurulan üniversiteler, sonrasında kiliseye karşı mücadele içerisinde hem çağdaş anlamda kendilerini var etmiş, hem de aydınlanmanın önemli bir öznesi olmayı başarmıştır.

Bu yaklaşım ilk anda teorik olarak doğrudur. Orta çağdan itibaren kent tarihinin analizini yapan İtalyan mimar, şehir plancısı, sanat tarihçisi Leonardo Benevolo kentin, hem hızla geleceğe götüren bir motor hem de geçmişle bağlantıları koruyan bir dayanak noktası olduğunu söylemektedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, okulun ve üniversitenin ortaya çıkışının kentin ortaya çıkışıyla birlikte oluşu çok daha iyi anlaşılabilir. Kent ve üniversitenin bir diğerini ilerleten noktası, yerellikle evrenselliğin birlikteliğidir. Bu noktada oluşan etkileşim ikisini de ilerleten dinamiktir. Ancak bu çatışmayacakları anlamına da gelmez. Bunun temel nedeni, üniversitenin, bilgi üretmek amacıyla çalışan bir kurum olması ve bilginin de evrensel olması nedeniyle, bulunduğu kentle olan yerel çerçevedeki ilişkilerini geri plana almasıdır. Kimi zaman ise, kent yönetimleri tarafından kentin altyapısına ek yük bindirmeleri nedeniyle üniversiteye şüpheyle yaklaşılabilmiştir.

Demek istediğim, kentle üniversite arasında ister iş birliği ister çatışma tarzında olsun birbirlerini ilerletici bir ilişki vardır ya da olmalıdır. Ancak Türkiye’de işler böyle yürümüyor. İşte basından bir haber: “Gebze Teknik Üniversitesi’nde oruç tutmayana ceza! Kocaeli’ndeki Gebze Teknik Üniversitesi ramazan için iftar yemeği verileceğini duyurdu. Ancak üniversite tarafından öğle yemeği yiyen personelin bu yemekten ‘misafir ücreti’ karşılığında faydalanabileceği belirtildi. (1) Böyle bir üniversite kente ne verebilir ki?

Evet, eskiden üniversiteler kenti ileri taşırdı; sonra üniversiteler kentten etkilenmeye başladı, örneğin ODTÜ ile aynı tarihte kurulan Erzurum Atatürk Üniversitesi gibi. Şimdilerde ise üniversiteler yine kenti etkiliyor ama onu ileri değil, geriye götürecek şekilde.

Bugün Türkiye’de her ilde en az bir üniversite var, toplam 209 tane. 1999 yılında, önemli bölümü İstanbul ve Ankara’da olmak üzere, üniversite sayısı 29’du. Yani çoğu ilde ayrı bir üniversite yoktu ama başka bir kentteki üniversiteye bağlı fakülte bulunurdu. İşte bu yıllarda her kent ‘müstakil’ bir üniversite isterdi. Bu taleplerini kent girişlerindeki tabelalarla, mecliste vekillerin yaptığı konuşmalarla, gazete ilanlarıyla dile getirirlerdi (2). O yıllarda bunun ‘halkımızın eğitim isteği’ olarak adlandırıldığını anımsıyorum. Ancak sonradan açıkça görüldü ki, açılan her üniversite, en az sayısı bine yakın akademik personel ve yirmi binin üzerinde öğrenci demekti. Bunların kente getireceği ekonomik hareketliliğin yanı sıra yaratacağı iş olanakları da vardı. (2)  Yani bir tür kasaba kurnazlığıydı yapılan. Sonrasında hiçbir hazırlık yapılmadan açılan üniversiteler, kenti ilerletmedi, karşılıklı olarak birbirlerini gerilettiler ve buna devam ediyorlar.

Bu ilişki düzeltilmelidir demeyeceğim, çünkü her ikisinin de düzelmesi için ciddi toplumsal değişim gerekmektedir. Ama şunu söyleyebilirim: ‘Kent-üniversite ilişkisi birbirlerini ilerletecek bir düzeye geldiğinde, bu ülkede çok şey değişmiş demektir’. Yani bir tür turnusol kâğıdı gibidir bu konu.

 

(1)https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/gebze-teknik-universitesinde-oruc-tutmayana-ceza-1922064

(2) Bu konuda ayrıntılı bilgi için, ‘Kaynar M, Parlak İ. Her ‘İl’e Bir Üniversite. Türkiye’de Yüksek Öğretim Sisteminin Çöküşü. Paragraf Yay., 2005.’ kitabına bakılabilir.