Karşı devrimin karanlık yüzü: Tarikat ve cemaatler

Siyasal olarak egemen kılınan gericilik toplumu adım adım dönüştürürken liberal tez ilericiliği elitizm algısıyla ikame etmekte, gericiliği özgürlük addederek alkışlamaktadır.

İsmailağa Cemaatine bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızı 6 yaşından itibaren tarikat içerisinde yaşadığı cehennemi anlattı, davacı oldu.

Yalova’da Süleymancılara bağlı yatılı yurtta kalan 12 yaşındaki çocuk istismara uğradı, saldırganın açıklaması tek cümlelikti;’ nefsime uydum.’

Ordu’nun Fatsa ilçesinde tarikat yurdunda kalan 12 yaşındaki çocuğu istismar eden saldırgan 48 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Sakarya’da Uşşaki tarikatının başındaki zat, sistematik istismarda bulunduğu 12 yaşındaki çocuğun ailesini parayla susturmaya çalıştı.

İstanbul Ümraniye’de Fıkıh-Der isimli tarikat uzantısı kuruluşun, kaçak Kur-an kursunda birden fazla çocuğu istismar eden üç kişi hakkında hapis cezası verildi, ancak mahkeme heyeti, failler hakkında iyi hal indirimi uygulayarak ceza indirimine gitti.

Adıyaman Besni, İzmir Dikili, Çorum Kargı, Konya, Karaman, Erzurum…. Yani ülkenin dört bir yanında, yatılı yurt, Kur-an Kursu ve değişik adlar altında, 400’ü aşkın tarikat ve cemaatin faaliyet yürüttüğü bu kurumlarda ve Diyanet’e bağlı yurtlarda da benzer pek çok istismar haberine rastlamak mümkün.

Sadece istismar haberleri de değil. Tarikat yurdunda intihar eden Enes Kara, Adana Aladağ’da Süleymancılara ait yurtta yanarak can veren kız çocukları, Antalya’da tarikata ait öğrenci yurdunda kafası kesilerek öldürülen İhsan Güney, ortaya çıkan çok sayıda şiddet görüntüleri ve haberleri…

Karaman’da Ensar Vakfı’na ait yurtlarda kalan öğrencilerin istismar edilmesini değerlendiren dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu ‘bir kere olması kurumu karalamak için gerekçe olamaz’ diyerek çocukları değil vakfın itibarını düşündüğünü ortaya koymuştu. Ensar Vakfı’da dahil olmak üzere tarikat ve cemaat yurtlarında istismar, şiddet ve intihar vakaları ne münferitti ne de son oldu. İsmailağa cemaatine bağlı Hiranur Vakfı’nda gerçekleşen istismar vakasında da iddia odur ki 2012 yılında yargı süreci ‘bir güçlü el’ tarafından engellenmiş. Kurumların, tarikat ve cemaatlerin itibarını korumak yine başa yazılmış.

Bugün milyonlarca çocuk ve üniversite öğrencisi değişik nedenlerle tarikat ve cemaatlerin yurtlarında barınıyor- barındırılıyor. Üstelik AKP iktidarı ile birlikte, aileler, bizzat devlet tarafından bu gerici örgütlenmelere yönlendiriliyor. Belediyeler ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından finansmanı sağlanıyor.

Devletin sorumluluğunda olması gereken kamusal ve sosyal hizmetler devletin yetkileri ile birlikte tarikat ve cemaatlere devrediliyor. Daha da vahimi yurttaş hakkı olması gereken kamusal hizmetler bu yapılanmaların elinde sadakaya dönüşüyor. Kendilerini lütufkar ilan eden tarikat liderleri kutsanırken, halk tebaaya dönüşüyor.

Tarikat ve cemaatler kendi hukuku, kendi ‘ahlak kuralları’, kendine ait sosyal yaşamı, kendine ait sırları olan, tartışmasız itaatin yeniden ve yeniden tesis edildiği örgütlenmeler olarak sistemin bekasına hizmet ediyor.

Sistemin bekası için çalışan düzen partilerinin tamamının doğrudan ya da dolaylı desteğini almaları da boşuna değildir. İstismar iddialarının odağında ki İsmailağa cemaatinin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun cenazesinde boy gösteren isimlere bakmak yeterli.

Hukuken yasaklanmış bu örgütlenmelerin bugün artık iktidar ortağı olduğu bir tablo ile karşı karşıyayız.

Siyasal İslam’ın cumhuriyet ve laiklik karşıtlığı biliniyor. Ancak en az bunun kadar tehlikeli olan bir diğer siyasal yaklaşım ‘özgürlükçü laiklik’ safsatalarıyla gericiliği meşrulaştırmaktır. Tarikat ve cemaatleri sivil toplum kuruluşları olarak görmektir. Laikliği elitlerin yaşam tarzı olarak yaftalamak ve toplumun ilerici birikimini kötürümleştirmektir.

Tarikat ve cemaatlere özgürlük istemek, 6 yaşındaki çocuğun dini nikah kisvesi altında istismarına onay vermektir. Tarikat ve cemaatleri masumane sivil toplum kuruluşları olarak görmek, kız çocuklarının eğitimden koparılmasına, kadınların sosyal yaşamdan, çalışma hayatından dışlanmasına ve adlı adınca şer-i hukuka evet demektir. Kadının bedenini, sesini, kahkahasını günah sayan anlayışa ortak olmaktır. Şer-i hukukun öngördüğü toplumsal yaşamın adım adım dayatılmasına alkış tutmaktır. İş cinayetlerinde madencilerin katledilmesini kader- fıtrat diyerek şehit ilan edilmesinin yolunu döşemektir.

Bugün tarikatların elinde ki milyonlarca çocuk bu anlayışla yetiştirilmekte, sorgusuz sualsiz itaat etmeyi öğrenmektedir.

Tarihimizin son kırk yılı halkın değerleri diyerek, inanç özgürlüğü diyerek, farklılıklara saygı telkin ederek gericiliğin toplumda egemen kılınmasının tarihidir. Siyasal olarak egemen kılınan gericilik toplumu adım adım dönüştürürken liberal tez ilericiliği elitizm algısıyla ikame etmekte, gericiliği özgürlük addederek alkışlamaktadır.

Tehlike büyüktür. Son günlerde çokça dillendirildiği gibi ülkemiz kritik bir eşiktedir. Ancak kritik eşik 2023 seçimlerinde hangi düzen partisinin iktidara taşınacağı değildir. Kavga gerçektir. Cumhuriyetin yüzüncü yılında tarikat ve cemaatlerin egemenliğine onay mı verilecek, laiklik yeniden tesis mi edilecek? Şer-i hukuka alan açan siyasete ortak mı olunacak, yurttaşlık haklarının başa yazıldığı eşitlikçi bir düzenin kurulmasının yolu mu açılacak?

Bugün toplumun önüne seçenek olarak sunulan ittifaklar gericilik yarışındadır ve aynı taraftadır. AKP eliyle gerçekleştirilen yirmi yıllık karşı devrimin ekmeğine yağ sürenler şimdide türban ve aile tanımına ilişkin Anayasa değişiklik önerisini tartışıyor. Makul bir öneri gelirse destek sunacaklarmış. Bu desteği de kadınların özgürlüğü diye pazarlayacaklar.

Bugün AKP iktidarı karşı devrimin hukukunu yazmaya çalışırken, toplumsal dönüşümün aracı olarak tarikat ve cemaatler devrededir. Yeni rejimin yerleşmesine payandalık eden düzen siyasetinin bütününden ise ne kadınlara özgürlük, ne emekçilere insanca yaşanacak bir gelecek ne de bir refah toplumu çıkar. Yeni rejimin sunduğu, kadınlara esaret, emekçilere sefalet, toplumun geleceği ise karanlıktır. O halde gerçek olan soru tektir, bu karanlığa teslim mi olacağız?